YDH- Kaliforniya Üniversitesi öğretim üyelerinden Esed Ebu Halil, Lübnan’da yayımlanan el-Ahbar gazetesinde kaleme aldığı makalesinde kendisini “peygamberin çekilmiş kılıcı” olarak niteleyen Ürdün Haşimi Krallığı’nın İsrail’le ilişkilerini değerlendiriyor.
Ürdün basını nihayet Ürdün kralı 2. Abdullah'ın on beş yaşındaki oğlu Hüseyin'i veliaht ilan etmesi konusundaki tartışmalara değinebildi.
Kimse Ürdün kralını suçlamaya kalkmasın. Şüphesiz kral Abdullah veliaht seçimini nitelik nicelik ve yetenekleri göz önüne alarak derin bir araştırma sonucu gerçekleştirdi. Ne yani kral bütün mükemmel sıfatları bakir oğlu Hüseyin’de bulduysa bunda kralın suçu nedir?
Arap liderlerinin oğulları bazılarının iddia ettiği üzere sadece fıtri olarak soylu değillerdir, hakikat o ki; yetenek ve yeterlilikleri süt emme çağlarında yüzlerine yansır. Ürdün milleti ise (burada millet kavramını biraz alışkanlık ve biraz adet yerini bulsun havasıyla, bir arada yaşayan ve ortak özelliklere sahip bir topluluğu betimlemek için kullanıyorum) (İngiliz diplomasisinin kayıtlarına göre Winston Churchill Ürdün milli sınırlarını Kudüs’te bir lokantada öğle yemeğinden sonra çizmiş ve bu yeni krallıkta yaşayacak halklara Ürdünlü Filistinliler adının verilmesini önermişti. Ama görünen o ki sömürgeciler bu konuda da karar değiştirmiş durumdalar) Ya da hayal ürünü bir Ürdün milleti diyelim.
Çünkü İngiliz sömürgeciliği bütün gücünü (güneşi batmayan bir imparatorluğun 1917 Balfour Deklarasyonu’yla vesayeti altına aldığı Siyonist projeye desteğini sunmak amacıyla) bu topraklardaki halkların kimliksizlikleşmesine ve köklü kültürlerinden kopmasına harcadı.
Joseph Massad kaynak kabul edilen kitabı ‘sömürge izleri’nde Ürdün topraklarının Ürdün milli kültürünün ve (İngilizlerin eliyle) Ürdün yapma vatandaşlığının nasıl şekillendiği konusuna özel bir bölüm ayırarak konuyu etraflıca irdeler ve sonuç olarak Ürdünlüler için “profesyonel sömürge taklitçileri” diye bir tanım yapar.
İngilizlerin askeri yapılanması Ürdün’deki ülkesel yapılanmaya bir örnektir, bilindiği üzere İngilizler halkın iyiliğini istemede halktan ve halkın temsilcilerinden daha haris olagelmiştir. İngilizler için Bölgedeki Siyonist varlığını yaratmakla yapay ülkecikler (Ürdün gibi) yaratmak arasında cevheri bir fark yoktu.
Tüm bunlar ileride İsrail’in varlığını meşru kılmak ve korumak için birer bahaneydi sadece. Ürdün ve Lübnan'ın modern tarihin tüm aşamalarında İsrail’e en çok yardımı dokunan ülkeler olduğu şüphe götürmez. Bu, Ürdün’ün İsrail’e zahiren savaş açmış gibi yaptığı dönemlerde bile böyledir.
Ürdün’ün bölgedeki varlığı İsrail’i tarihi aşamalarda açık bir şekilde korumuştur. Hatta İsrail, 1948’deki zaferini birinci derecede bölgedeki Haşimi edilgenliğine borçludur da diyebiliriz, şöyle ki (İngilizlerin ısrarıyla) bölgede başlatılan İsrail karşıtı (komedi) savaşın liderliğini üstlenen Ürdün, bu liderlik rolünü İsrail’in savaşta zaferler kazanmasını engellemek için değil, olsa olsa İsrail’in zafer kazanmasını engelleyenleri engellemek için üstlenmiştir.
Saymakla bitmiyor. Örneğin Süleyman Beşir’in “Ürdün vasiliğinin kökleri” kitabı veya Mary Wilson’un Kral Abdullah ve Ürdün’ün İnşası kitaplarına göz attığımızda) Kral 1. Abdullah’ın Siyonist rüşvetleri kabul etmede ne kadar da gönüllü olduğunu öğreniyoruz.
Gerçi yüz kızartıcı bir şey meblağları öğrendiğimizde kralın Siyonizm’e verdiği desteği sağlayan paraların öyle pek kayda değer bir para da olmadığını görüyoruz; zira alınan para şurada burada alınmış birkaç yüz cüneyten ibaret. (bir tür gönüllülük hali)
Şu da doğrudur ki Haşmetli kral bayramlarda ve bazı özel günlerde tutarın biraz artırılmasını talep ediyordu haksız da değildi hani, mektubunda dediği gibi: Siyonizm’i destekleyen gazeteci ve yazarlar üzerinde iyi bir etki bırakmak istiyordu; ama fazla da Abartmamak lazım, ne de olsa rüşvet, Haşimi krallığında tarih boyunca süregelmiş doğal bir gelenek değil mi!
1948 e baktığımızda bu dönüm noktasında Kral 1. Abdullah’ın rolünün son derece önemli olduğunu görüyoruz, (sadece Arap edilgenliğinin birçok yönünü gösterdiği için değil,) Kral Abdullah’ın bu dönemki rolünü incelememiz Arap-İsrail çekişmesinin başlayışından beri Ürdün’e biçilen rolü daha iyi kavrayabilmemiz için çok önemli.
O Tarihlerde Mekke’den gelen peygamber sancaktarı haşmetli kral, siyonistlerin Deyr Yasin’de yaptığı katliam sebebiyle çılgına dönmüş Arap toplumunun sinirini yatıştırmaya yönelik şu sözleri sarf ediyordu: “Yahudi ajansından bana ulaşan bir telgrafta ajans katliamı inkar ediyor ve katliamı gerçekleştiren terörist grupları şiddetle kınıyor.” Hazretleri öfkenin büyümesi ve Siyonistlerle yaptığı anlaşmalara olumsuz etki yapmasından korkuyor olsa gerekti (ki siyonistlerle yaptığı bu anlaşmalar Araplarla yaptığı anlaşmalarla çelişiyordu.)
Araplar, büyüyen İsrail tehlikesinin karşısında durmak için toplandığında aynı Abdullah ortalığı velveleye verip abartıyla komünizmin tehlikelerine değiniyor “Allah şahittir ki ben barışı seven bir insanım; ama durum daha da kötüleşirse beni safların en önünde görürsünüz özellikle eğer komünizm kokusu alırsam…” diyordu. (kral 1. Abdullah’ın bu beyanatları Abdullah Tel Kayyim’in (Filistin felaketi) adlı kitabında yer almaktadır.)
Filistin halkı Arap ordularından yardım istediğinde kral Abdullah onlara “Arap Kurtları” göndereceğini vaat etmiş; ama şöyle bir şart öne sürmüştü 'eğer mukaddesat tehlike altında olursa' ve henüz krala göre böyle bir tehlike söz konusu değildi (Filistin felaketi shf.63) Arapların tiyatrovari askeri müdahalelerinin ayrıntılarına girerek Filistin halkının yarasını daha fazla kanatmaya gerek yok.
Özellikle Arap lideri Kral Abdullah'ın başının o dönem, Yahudi ve İngilizlerle aynı anda bağlı olduğunu düşünürsek, Kral Abdullah'la İsrailli bir kurul (bu dönem Ürdün’ün kerhen katıldığı) Arap İsrail çatışmaları biter bitmez bir araya geldi ve kral Abdullah, Sason’a “Sen de biliyorsun ki ey Sason, biz sizinle savaşmadık ve size ayrılana karışmadık” (Kral, Ürdün-İsrail gizli anlaşmasına gönderme yapıyor) dedi.
Bunun üzerine Ben-Gurion Kral Abdullah’a değerli bir hediye takdim etmek için davrandı ki Allah var kral kağıt banknotları nakışlı kumaşlar ve değerli haritalara tercih ederdi. Pek tabi Filistin halkı Kral Abdullah’ın onlara ne yaptığını kısa sürede kavradı ve olan oldu. (yazar kral 1. Abdullah’ın uğradığı suikasta gönderme yapıyor.)
Şimdi gelelim Kral Hüseyin’e
Şüphesiz kral Hüseyin’in (Hüseyin bin Tallal) bölgedeki rolü son derece etkileyicidir. Ürdün’ü dedesi 1. Abdullah’ın başlattığı İngiliz yüce iradesinin isteği doğrultusundaki İsrail dostluğu rolünden kurtarmaya kalkışmamıştır.
Bu günlerde hakkında iki yeni kitap çıkan ve Batı’nın bir tür sevgilisi haline gelen Kral Hüseyin’den konuşmamız elbette fazlasıyla gereklidir. Nitekim bu Batılı yazarlar sanırım Kral Hüseyin’i Medine-i Fazıla’yı kurduğu için değil; kolay kullanılabildiği ve İsrailoğullarına on yıllardır gösterdiği önemli hizmetler için sevmişlerdir.
Şimdi kolaylıkla şöyle bir genelleme yapabiliriz: Haşimi devleti tüm Arap İsrail savaşlarında ve bütün barışçıl çözüm diye adlandırılan süreçlerde İsrail’in yanında yer almıştır. Tüm Ürdün kralları savaşta ve barışta İsrail’in yanında olmaktan çekinmemişlerdir.
Gel gelelim Kral 1. Abdullah’ın Kral Hüseyin’in gözleri önünde uğradığı suikast Ürdün'ün İsrail'le açıktan ilk barış imzasını atan ülke olmasını engellemiştir. Avi Falim, Kral Hüseyin hakkında bu günlerde yeni bir biyografi yazdı, bu biyografide kralla yaptığı bazı özel röportajlar da yer alıyor.
Falim, günümüzde “yeni tarihçiler” diye adlandırılan gruba mensup bir tarihçidir. Aynı zamanda İsrail’in Batı Şeria ve Gazze’yi işgal etmesini eleştiren akademisyenlerden olan Falim, ders verdiği Oxford Üniversitesi’nde Arap öğrencilerin güvenini kazanmış bir zattır.
Bu yıl derslerine girdiği bazı öğrencilerine İsrail ordusunda görev yaptığını; ama görevinin sadece sınır koruması olduğunu söylemiş. Bana bunu anlatan öğrencilere sınır koruma birliklerinin – tarihçi Benny Morris'in “haklı olduğuna inanan kurbanlar” kitabında da etraflıca değindiği gibi –1948 den altmışlı yılların başına kadar göç ettirilmiş ve evlerini, kişisel mallarını kontrol etmek için Filistin’e kaçak olarak girmeye çalışan binlerce Filistinliyi ihtar etmeksizin sınırda vurarak öldürdüğünü hatırlattım..
Falim’in yazdığı Kral Hüseyin’i anlatan “Ürdün Aslanı’nın Biyografisi” (700 sayfa) adeta bedava bir Haşimi propagandası… (Ürdün Aslanı, kitabın adı bile Falim’in Haşimilere hayranlığını göstermeye yeter) ki Falim’in yazdığı bu biyografide kralla ayrı düştüğü tek bir konu, tek bir görüş bile yok, koca kitapta Falim’in kralı eleştirdiği hiçbir tutumu beğenmediği hiçbir davranışı bile yok. O kadar ki Kara Eylül’deki kanlı katliamı bile normal karşılamış Falim.
Krala muhalif hiçbir kaynağı araştırma gereği duymayan Falim bilimsel araştırma ahlakını hiçe sayarak Filistinli yazarların Kara Eylül hakkında ettiği rivayetler ve buna benzer konulardaki Arap kaynaklarını görmezden gelmiş ve yayımladığı koca biyografiyi sadece Haşimi ve İsrailli kaynaklara dayanarak yazmış.
Falim Yazdığı biyografide Vasfi Tel'e ayırdığı bölümde Tel'i anlatırken duygusal romantik bir tablo çiziyor (eski istihbarat başkanının diktatörlüğünü işçi diktatörlüğüne yeğleyen Ürdünlü bazı solcu grupların yaptığı gibi) Vasfi Tel'i anlatırken sadece aile fertlerinin görüşlerine yer veren Falim (ki aile fertlerine göre güya Vasfi Tel'in Filistin’i bağımsızlığa kavuşturacak bir planı var imiş) Tel'in başında bulunduğu sistemin işkence odalarında köpekler gibi işkence gören Filistinli devrimcilere değinmeye gerek bile duymuyor.
Falim, kitabın hareket noktasını zaten kitabının önsözünde kralı insanlık ve tevazuyu birleştiren bir şahıs diye betimlediğinde açığa çıkartıyor. Tüm bunları söylerken Falim, kralın özel hayatındaki olayları irdelemeye gerek bile duymuyor (örneğin boşadığı ilk karısının kızını görmesine izin vermemesi gibi (söz konusu kitap 98. sayfa)
Tüm bunları neden anlatıyorum; çünkü bu konu kafamda ateşli soru işaretleri bırakıyor, hayatı boyunca baskı ve dış müdahalelerin yardımıyla bir müstemlekeye hükmedebilmiş bir kral nasıl olur da Batılı bazı liberallerin takdirini ve sevgisini kazanabilir?
Cevap tabi ki İsrail’e sunduğu çeşitli hizmetlerinde gizli… Falim, kralın İsraillilerle İngiliz bir yahudi olan doktoru aracılığıyla yaptığı görüşmelerinin içeriğini anlattığı ilk kişi aynı zamanda (her ne kadar kralın İsrail’de Londralı doktorunun dışında da bağlantıları olduğu ve o bağlantıları aracılığıyla da birçok görüşme yaptığı Falim’in gözünden kaçmışsa da...) yeri gelmişken şunu da belirtelim kral yıllarca İsraillilerle yaptığı görüşmelere değinen Batılı kaynakların haberlerini şiddetle yalanladı.
Krala hoş sözlü güzel ahlaklı kibar adam yakıştırmalarında bulunan Batılılara onun altmışlı yıllarda Araplar arasında en bozuk ağızlı lider olduğunu hatırlatmak isterim. Batılılara beyaz adama saygısından dolayı en şık cümlelerle hitap eden bu adam. 67 savaşından bir kaç ay önce bütün hiddetini Arap komşularına döküp onlar hakkında (dikkat edin siyonistler hakkında değil) bu sefih kan dökücülerin kurdukları şer çadırları ve karanlık mağaraları bu suçlu mücrimlerin diye bağırmaktaydı.
1967 savaşını rivayet eden Arap kaynakları, Ürdün sisteminin savaşta masum olmayan bir tutum sergileyerek mısır yönetimini tehlikeye attığını (ve Ürdün’ün yenilginin baş sorumlusu olduğu) gizlemektedir.
Vasfi el-Tel’in 7 Kanunsani 1967’de düzenlediği basın toplantısı Ürdün’ün niyetlerini gizlemiyordu : Hedef Mısır yönetimine baskı kurarak uluslararası güçlerin geri çekilmesini sağlamaktı idi. Abdunnasır silahı bıraktı elinden ve Vasfi Tel hala şu sözleri tekrarlıyordu: Ürdün devleti olarak Abdunnasırı eğer gerçekten İsrail’le savaşmaya niyetliyse uluslararası güçleri geri çekmeye davet ediyoruz.
1973 savaşındaki hikaye ise bilinen bir hikayedir Kral Hüseyin, Mısır’ın ve Suriye’nin İsrail’e karşı hazırladığı savaşın kokusunu almış (Suriye’de bulunan Ürdünlü bir istihbaratçı aracılığıyla Falim, “Ürdün Arlanı” kitabından alır.) Hemen İsrail’e koşarak Haşimi ailesinin dostu Golda Mair’i uyarmıştır. Hüseyin ve İsrail arasındaki dostluk o kadar sıkı idi ki bu dostluk “peygamber kılıçdarı”nın İsrail’in gerçekleştirdiği Ürdün polisine yönelik saldırıları bile sineye çekmesini sağlamıştı. (Açıklanan Amerikan istihbarat verilerinden 18 Kasım 1966)
Binaenaleyh Ürdün’ün bölgede devlet olarak var olabilmesi –Lübnan gibi- Ürdünlülerin ulusal egemenlikten sonsuza değin feragat etmeleri şartına bağlıdır.
Nigel Ashton’un kısa süre önce Yale Üniversitesi yayınlarından yayımlanan kitabında Afimin kitabından farklı bazı anlatımlar var, doğrusu her iki kitapta da Ürdün’ün orta doğudaki rolü hakkında şüpheleri olmayan insanlar için yeni bir şey yok, sadece ayrıntılar ve anlatımlar yeni. Ashton’un kitabı kralın Amman’daki Amerikan bölge istihbarat müdürü Jack Ooknyl’ın ne denli etkisi altında olduğunu iyice ortaya çıkarıyor.
Amerikan istihbaratının bazı özel bilgilerini krala istihbarat güçlerini güçlendirmesi için sızdıran kişide o…(Washington Post editörü Ben Bradli’nin hatıralarından)
Bildiğiniz gibi Kralın Mossad başkanlarıyla ilişkisi de çok güçlü idi. ona ürdün istihbaratının elinde olmayan istihbarat bilgilerini sızdıran Mossad, Kralın bu bilgi ve verileri kişisel korunması ve eğlence işlerinde kullanmasını sağlıyorlardı.
Kitap Kral Hüseyin’in Benyamin Netenyahu’nun 1996 seçimlerinde seçilmesini güçlü bir şekilde desteklediği ve Arap liderler arasında Netenyahu için kulis yaptığı ve sonralarda bundan pişman olduğu sırrını da açıklıyor.
Ashton’un kitabı Saddam’la Kral Hüseyin’in sağlam dostluğuna değinme noktasında ise hayli açık sözlü. Saddam ve Kral Hüseyin bilindiği üzere oldukça sıkı dosttular (şimdiki Ürdün Kralı 2. Abdullah’ın bu gün hatırlamamızı istemediği Uday bin Saddam’la dostluğu gibi)
Bilindiği üzere Saddam, Kral Hüseyin’e İran Irak savaşında İran topraklarına yönelik sembolik bir bombalama izni vermişti. Ashton, kitabında Saddam’la İsrail arasındaki görüşmelere de değiniyor. (Saddam’ın milliyetçi yetimleri Saddam Kuveyt’e saldırmasaydı Filistin’i bağımsızlığına kavuşturacaktı söylemlerinden artık vazgeçsinler. Ayıptır.)
Birlikte hatırlayalım Irak’ın Kuveyt’i işgal ettiği günlerde Kral Hüseyin sakal bırakıp Mekke eşrafının sancaktarı olduğunu hatırlamış. (Zahir hazretlerini sofuluk nöbeti bir kez daha vurmuştu, belki de Hicaz’daki eski günleri özlemekteydi.)
Hicaz’a dönerek Amerikalıların dostluğunu kazanmada bir hayli zorluk çekmişti. Ortaya bir dizi özür sunan Kral Amerikalı kovboylardan bir kaç yıl birçok vazgeçiş ve kolay yola geliş vaatleriyle affedilme sikkesini beklemişti.
İki kitapta da Abdullah’ın Kral Hüseyin’in veliaht seçilmesiyle ilgili gerçeği ikna edici bir şekilde açıklayamıyor. Falim krallık ailesinin bazı fertlerinden kimi rivayetler ediyorsa da bu rivayetler vakıayı bir sonuca bağlayamıyor.
Sözün kısası, Emin ve Memun’un çekişmesini ve Harun Reşid’in hilafetini, Kral Hüseyin Amerika’da hasta yatağında iken kardeşi Hasan ve kardeşinin karısı arasında geçen çekişmenin mahiyetinden daha iyi biliyoruz.
Kral Abdullah’ın istenmeye istenmeye halife ilan edilişi, aile içi çekişmelere daha bir gizem katıyor. Kral Abdullah’ın biyografisi henüz yazılmadı; ama Ron Seskend’in geçen yıl yayınlanan “Dünya Üslubu“ kitabında Kral 2. Abdullah hakkında birçok bilgi yer alıyor.
Seskend, Kral Hüseyin’in oğlu Abdullah’la hiçbir zaman yakın olmadığını iddia ediyor (Kral Abdullah’ın şalayma itirafı da onu gösteriyor.) Buna rağmen oğlunun siyasi ve kişisel eğitmenliğini CIA Amman Şefi Bob Richer'e teslim ediyor.
Bu dönemlerde genç veliahdın adet haline getirdiği Kaliforniya seyahatlerinde çıktığı motor gezilerine bile Bob Richer'le beraber gittiğini öğreniyoruz.
Bu dönemde de genç veliaht babasının yol ve yöntemlerini izleyip kamuoyunda olumlu bir etki bırakmak ve krallığın imajını düzeltmek amacıyla özel halkla ilişkiler şirketleriyle çalışıyordu, bu şirketler arasında en göze çarpanı Amerikan “Satşi Satşi” şirketidir. Amerika’ya astronomik kontratlarla kendini Irak’ta Arapça pazarlama olanağı veren bu şirketteki Lübnanlıların üstün hizmetleri takdire şayandır.
Satşi Satşi üstüne düşeni yaparak kral Abdullah’a “her şeyden önce Ürdün” sloganını buldu ki bu Ürdün’de yaşayan Filistinlilere karşı ırkçı kamuoyu saldırısının baş sloganıdır. Saadeddin Hariri’nin “Her şeyden önce Lübnan” sloganının Suriye ve Filistinli halkların karşısında başlattığı ırkçı ulusal rol gibi.
Kral Abdullah’ın krallık sürecinin en dikkat çekici özelliğiyse komşu ülke Irak’ta başlayan Amerikan işgal süresince bölgedeki tüm dış siyasetini Amerika ve İsrail’e teslim etmesiyle dikkat çekiyor.
Siyonistler ve Haşimi krallığının 1930’lu yıllardan beridir düşledikleri Haşimi krallığının Filistin’i yönetme hayalleri artık suya düşmüş görünüyor; çünkü yıllar geçtikçe Filistinlilerin Haşimilerden ne kadar nefret ettiği daha da açığa çıkıyor.
Açıkçası buna pek bir gerek kaldığı da söylenemez. Filistin’de halihazırdaki yönetimin yumuşak başlılığı siyonistlerce fena bir şey olarak görülmüyor ve çoğu Arap ülkesinin itidalli hali işin cabası…
İtidalli halleri evet; ama sakın bu itidal havasının işkence konusunda da kendini hissettireceğini düşünmeyin. Ürdün tabi ki bu konuda da öncü... Bu konuda bir çok bedel ödemiş bir arkadaşımın anlatımıyla Ürdün istihbaratındaki işkence ve sorgu sistemi o kadar gelişmiş ki adamlar, Fetih Hareketi, Halk Cephesi, Hamas Hareketi diye kısımlara ayırmışlar sorgu ve işkence evlerini. Ürdün eğer şu an birçok konuşması yasaklı Filistinli devrim savaşçısını topraklarında barındırmasaydı bu konuda da bir çok hatırat okuyacağımız açıktı.
Tüm bunlar olurken Batılı bazı diplomatlar kralın devlet işleriyle ilgilenmeyip playstation oynamasından şikayetçi oluyorlar ve sevgili kraliçe ise İsrail’in vicdanlarını hiç rahatsız etmediği iş adamlarıyla ticari gelişimler peşinde koşturuyor.
Kral sadece playstation oynamıyor tabi Beha Haririnin yolundan giderek emlak işlerine giriyor ve şahsi malvarlığını artırdıkça artırıyor (Kral Hüseyin’in devasa mirası karısına geçmiş olsa gerek.)
Arap milliyetçileri ellili altmışlı yıllarda Ürdün’ü “sömürge” diye adlandırıyorlardı. Herkes rejime karşı bir devrim beklentisi içindeydi, Filistinli örgütler rejimin gün gelip yıkılacağına dair marşlar besteleyip söylüyordu.
Kara Eylül hadisesi Batı’nın ve İsrail’in Haşimi ailesine desteğini açıkça ortaya çıkarıp tescilledi. (Afim, kitabında Ürdün kralının kara eylül katliamından önce konuyu danışmak için İsraillilerle bir randevu aldığını belirtiyor) İsrail ve Amerika, tehlikeye giren Haşimi rejimini korumak için bu dönem de açıkça birlikte hareket etti.
Kralın “Arap Vadisi” anlaşmasına imza atması kralın ve veliahdının bu bölgedeki her konuda İsrail’le anlaşmalar yapmasını doğallaştırdı. Amerikan kaynakları Ürdün’ün ırak savaşında gizli müttefiki olduğunu gösteriyor.
(O vakitler Fas devleti Amerikan işgaline doğrudan askeri destek sağlamayı gözüne kestirememiş ve bir gönüllük hali ile; mayın bulucu maymunlar göndermişti, Ey Bush, işbu Mağrip maymunlarını Rabat’taki Müminlerin Emiri’nden küçük bir hediye olarak kabul eyle)
Ama durun hakkını yemeyelim Haşimi Kralı 2. Abdullah bir Amerikan projesi olan mezhep fitneciliğine ilk değinen ve Şii Hilalinin doğuyor oluşunu hatırlatıp uyaran adam olma şerefine de naildir. Daha sonra Haşimi kralın bu konudaki rolü zayıflamış ve mezhep dosyasını Suudlulara teslim etmiştir.
Ürdün devleti altmışlı yetmişli yıllardaki parlaklığını yitirdi. Ürdün diğer Arap devletlerine kıyasla Batı’yla yaptığı anlaşmalarda en açık tavır izleyen ülkeydi. Bu günlerdeyse Suud, Birleşik Emirlikler ve Mısır Ürdün’ün bölgedeki rolünü iyice zayıflatmış görünüyor.
Örneğin Birleşik Emirlikler, Amerikan gözetiminde Dahlan’ın çetelerini destekliyor (Gazze’den iç çamaşırlarıyla kaçan elemanlardan bahsediyorum) bu aralar Filistinli devrimcilerin Ürdün’e tehdit teşkil etme durumu da yok.
Dahlan, Selam Feyyad Mahmut Abbas gibilerin varlığı Ürdün’e olan ihtiyacı neredeyse gereksiz kılıyor ki Ürdün geçmişte hiçbir Filistinlinin yapmaya cesaret edemeyeceği şeyleri yaparak kendi üstüne düşen görevleri layıkıyla yerine getirdi.
Alışkanlık bu ya Oslo’da liderler Muzaffer Nevvab’ın dediği gibi içkilerini sadece “buka” çocuklarının kafataslarında içerler.
Çeviri: Mustafa Yıldız
Buka: Ürdün’deki yaşayan Filistinli göçmenlerin en büyük kampı
Muzaffer Nevvab: Arap şair, hiciv ustası