YDH- İran’ın siyasi analizleriyle de tanınan din alimlerinden Huccetulislam Resul Caferiyan, ayandenews için kaleme aldığı yazısında ülkesinde yaşanan siyasi durumu değerlendiriyor.

 

Devrimci bir ülkede yeni bir devrimden söz etmek oldukça zor; çünkü yeni bir devrime ihtiyaç olup olmadığı bir tarafa, halk artık yorgun ve bu tür köklü değişimlere o kadar kolay razı olacak gibi gözükmüyor.

 

Gündeme getirilen bir diğer konu da şu: Tecrübi olarak İran’da her 15-20 yılda bir köklü değişimler yaşanır. Meşrutiyetten sonra, Meşrutiyet dönemindeki belli bir devrimci kuşağın yardımıyla Rıza Han’ın iş başına gelmesi, 1941 Eylülüyle birlikte İran’ın yeni bir döneme girmesi, ardından Ulusal Hareket (Nehzet-i Milli, Petrolün millileştirilmesi hareketi. Çeviren) sonra 15 Hordad (İmam Humeyni’nin Türkiye’ye sürgün edilmesine sebep olan Kum’daki çıkışı. Çeviren) ve nihayet 1979 devrimi gibi olaylar bu köklü değişimlere ilişkin örneklerdir.

 

Devrimden bu yana geçen 30 yıl boyunca genç kuşak gelişmiş ve Irak tarafından dayatılan savaşın bitmesiyle birlikte inşa ve onarım için zeminler oluşmaya başlamıştı. Böylece genç kuşak her iki dönemde de yani hem savaş hem de inşa ve onarım döneminde belli ölçülerde kendini göstermiş oldu. Daha sonra ortaya çıkan farklı siyasi, ekonomik ve kültürel düşünceler, reformcu akımın doğmasına sebep olan şartları yarattı. Nitekim bu reformcu akım da kendi ölçeğinde bir değişim ve sessiz devrim sayıldı.

 

150 yıl önce birçok yeni fikri tecrübe eden ve bugün de muhtelif düşünce modelleriyle pençeleşen İran, bir reform yoluna koyuldu. Bu yeni yol, adaletin sağlanması ve yoksulluğun giderilmesi gibi şiarları söz konusu eden devrimin ilk yıllarındakine benzer modeldi.  Bunların ne kadar hayata geçirilebildiği konusuna girmiyorum. Tıpkı İnşa ve onarım ve reform hükümetlerinin ne kadar başarılı olup olmadığına girmediğim gibi.

 

Önceki dört yıllık dönemde cumhurbaşkanı ve danışmanları tarafından “adalet” şiarıyla söz konusu edilen yeni bir model gündeme geldi. Başlangıçta Recai’nin referans alınması umut vermişti. Ama sonraki dönemlerde düşünce ve yönetim alanındaki seçkin beyinlerin sahneden silinmesi, bu akımın bakış açısını ortaya koydu.

 

Geniş halk kitleleriyle çalışmak -doğru ya da yanlış yöntemlerle- Rehber’in devrimin ilk yıllarındaki modeliydi. Ancak Rehber, seçkin beyinlere dayanıyordu; Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın ise böylesi bir şeye inancı bile yok.

 

Sayın Ahmedinejad’ın ikinci dönem cumhurbaşkanlığı propagandaları sırasında ilginç bir şey söz konusu edildi. Bu da devrimden sonraki 30 yılın eleştirilmesiydi. Kendisi, bu dönemi sırasıyla eleştirdi ve yanlış olarak niteledi. İslam İnkılabı Rehberi, cuma namazı hutbesinde televizyon tartışmaları sırasında gündeme getirilen bu meseleye parmak basmış ve bunun yanlış olduğunu söylemişti. Acaba bu basit bir görüş ayrılığı mıdır?

 

Burada şu soru gündeme gelmektedir: Acaba cumhurbaşkanının bu tutumu salt bir eleştiriden mi ibaretti, yoksa devrimci bir adım mıydı? Eğer bu, diğer eleştiriler gibi salt bir eleştiriden ibaretse bunun çok önemli olmadığı ve seçim propagandasının bir gereği olarak söylenmiş olduğu söylenebilir. Ama eğer bu bir devrimci bir yönelişse, bunu cumhurbaşkanlığının ikinci döneminde gerçekleşecek başka bir takım önemli adımların bir mukaddimesi olarak niteleyebiliriz.

 

Bu satırların yazarına göre bu söz sadece seçim propagandası çerçevesinde yapılmış bir eleştiriden ibaret değildi ve bununla 30 yılın batıl, yanlış ve mahkum edilmesi gereken bir dönem olduğu ve bu sürecin devrilmesi ve bu gidişin değiştirilmesi için yeni bir başlangıç yapılması gerektiği belirtiliyordu.

 

Seçimlerden sonra gündeme getirilen şeylerden hiçbiri, kendilerinin en yakın dostu ve sırdaşı Sayın Meşşai’nin yaptığı açıklama kadar benim bu görüşümü destekler nitelikte değildi. Meşşai dedi ki, “Sayın Ahmedinejad’a verilen 24 milyon oydan 20 milyonu, bir değişim meydana getirmek içindi. Yalnızca 4 veya 5 milyon oy Devrim’e inanan gelenekselcilere ve ilkecilere aitti. Meşşai’ye göre halkın çoğunluğu bir değişime ve devrime inanıyor ve onların bu oyu da Ahmedinejad’ın kendinden önceki dönemlere yaptığı eleştiriden kaynaklanıyor. Dolayısıyla Ahmedinejad’ın köklü bir değişime gitmesi gerekiyor.”

 

Peki hangi modele göre? Bunun için yapılacak açıklamayı beklemek gerekecek; ancak doğal olarak bu nevzuhur bir ideoloji olacak.

 

Meseleye başka bir açıdan da bakılabilir. Sayın Ahmedinejad’ın yeni adımları, durumu toparlamak, ülkenin gelişmesi için sistemin kurumlarıyla ve organlarıyla işbirliği yapmaya ve ortamı sakinleştirmeye mi yöneliktir, yoksa ortamı daha fazla gerginleştirip bir birine katarak toplumsal gruplar arasında çatışma çıkarmak için yeni meseleler söz konusu etmeye mi yöneliktir? Görünen o ki attığı bazı adımlar ikinciyi doğrular niteliktedir.

 

Örneğin o eğer basit değişiklikler peşinde olsaydı sadece bir kadın bakan önerirdi. Onun üç kadın bakan önermesi, bir çeşit köklü veya devrimci bir yaklaşım içerisinde olduğunu gösteriyor. Öyle ki bu gerçekleşmeyecek olsa bile toplumda önemli bir sorun yaratabilecek ve toplumsal bazı kesimleri karşı karşıya getirebilecektir.

 

Dini otoritelerin başlıca karar süreçlerinden silinmesi, onların kafalarındaki devrim için önemli olan bu yeni ideolojinin göstergelerinden biridir. Bu yeni değişimde en önemli esaslardan biri şudur: Mercilerin ve dini otoritelerin önemli bir rolünün olmaması gerekir. Yeni modelde dini bilincini geleneksel taklit mercilerinin istinbatlarından değil, Mehdi’nin (AS) kıyamından kendi çıkarsadıkları kurgudan alan belli bir dindar tipi liderlik etmektedir.

 

Bu dindar tipinin bu model üretimini elde etmek için hangi kaynaklardan yararlandıkları önemli değil, bu cemaatin doğrudan veya dolaylı olarak kendi ideolojilerine uygun kaynaklarla irtibatlı olması önemlidir. Onlar her şeyi, vaat edilen Mehdi’nin yönetiminin örnekleri olarak gösteriyorlar. Örneğin kadın bakan önerilmesini İmam Mehdi’nin yardımcılarından 50’sinin kadın olacağına dayandırıyorlar.

 

Öyle gözüküyor ki şu an yolda olan gelecekteki yeni devrimle İran toplumu, istikrarla değil, çatışma ve görüş ayrılıklarıyla dolacak.

 

Son üç aydır söz konusu edilenler birçok kişinin ortak isteği olan reformcu akımın ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Ama reformcular meselesi halledilip rahatlandıktan sonra yeni bir çekişme başlayacak. Bunun örnekleri de merceiyet taraftarlarıyla merceiyete inanmayan dindarlar arasında ortaya çıkmaya başladı bile.

 

Bu güzergahta, Rehberlik ilk gruptan sayılacak ve reformcuların ortadan kaldırıldığı şartlarda o grupla yeni ortaya çıkan ideoloji arasında çatışma başlayacak.

 

İslam İnkılabı Rehberi, 26 Ağustos’ta yaptığı konuşmada seçimlerden sonra gerilen ortamı yatıştırmaya çalışmış; ancak bundan iki gün sonra Cumhurbaşkanı, cuma hutbesi öncesinde yaptığı konuşmada muhalif liderlerin tutuklanmasından söz etmiştir. Bu, iki taraf arasındaki farkları ortaya koymaktadır. Bu farklarda en önemlisi de birinin ortamı sakinleştirmeye, diğerinin ise gerginlik çıkarmaya çalışmasıdır.

 

Öyle görünüyor ki durumun değişmesi, iki etkene bağlıdır. Birincisi: İslam İnkılabı Rehberi’nin tutumu cumhurbaşkanını icradan sorumlu bir idareci düzeyine çekebilir ve vaktini beyaz veya yumuşak devrim planlarıyla harcamaması ve ülke idaresini tanzime çalışması için yönlendirebilir.

 

İkincisi ise: Meclis, bu yeni “devrim” programı karşısında durur ve istikrarsızlığın yayılmasını önlemek için gerekli zemini oluşturur.

 

Çeviren: Alptekin Dursunoğlu