Üçüncü Bölüm
Filistin ve barış görüşmeleri
1.Filistin meselesi ve Siyonist oluşum
Siyonist oluşumun 1948’de küresel istikbarın da desteği ile Filistin topraklarını işgal edip Filistin halkını oradan sürdüğü günden bu yana teşkil ettiği tehlike bütün Arap devletlerini kapsamaktadır.
O gün bu gündür bölgenin güvenlik, istikrar ve maslahatlarını doğrudan tehdit etmektedir. Verdiği zara sadece Filistin ve Filistin’e komşu ülkelerle sınırlı kalmamış bütün bölgeye çok büyük zararı dokunmuştur.
İsrail, var olduğu günden bu yana bölgede insaniyet sınırlarını aşan cinayetler işlemiştir. Bütün bu işlediği cinayetler Filistinlilere ettiği zulmün ne kadar ağır olduğunu anlamamız için birer işarettir. Bu cinayetlerin azmettiricisi ise bu Siyonist oluşum fitnesini İslam ve Arap dünyasının kalbine eken Batılılardır.
Batılılar böyle bir oluşumu bölgenin tam kalbine tesis ederken gerçekleştirmek istedikleri bu oluşumun küresel hegemonyanın Ortadoğu’daki paravanı olmasın idi.
Siyonist hareket teorik ve pratik olarak ırkçı bir harekettir. Mantık olarak müstekbir, otoriter ve despot biz zihin yapısının ürünüdür. Amacı yerleştiği toprakları temellük etmek ve mümkün olduğu kadar yerleştiği alanı genişletmektir.
Siyonist oluşum bu temelde var olmuş; işgal, saldırı, katliam ve terörle varlığını devam ettirmiştir. Siyonist oluşum bu macerasında emperyalist güçlerin tam desteğini almıştır.
Bu emperyalist güçlerin başında ABD gelmektedir ve Siyonist oluşumun stratejik ortağıdır. Bundan dolayı da işlediği bütün suçların ve yaptığı bütün katliamların suç ortağıdır.
Bizim ve İslam ümmetinin bu Siyonist oluşuma ve emperyalizme karşı verdiği mücadele, nefsi müdafaa kabilinden olan zorunlu bir mücadeledir. Bu mücadeleyi vererek işgalci ve saldırgan bir oluşuma ve emperyalistlere karşı varlığımızı, haklarımızı ve geleceğimizi korumaya çalışıyoruz.
Bizim nazarımızda emperyalist ve Siyonist güçlerin verdiği mücadele dini ve etnik bir mücadele değildir. Hal böyle olmasına rağmen emperyalist ve Siyonist güçler hedeflerine ulaşmak için etnik ve dini söylemleri kullanmaktan çekinmemişlerdir.
Bu cümleden olmak üzere eski Amerikan Başkanı George W. Bush ve halefi Barak Obama ve Siyonist oluşumun liderlerinin Müslümanlardan, Araplardan ve Filistinlilerden İsrail’i bir “Yahudi Devleti” olarak tanımasını istemeleri zikredilebilir. Bu şekilde dini ve etnik söylemleri kendilerine kalkan etmekteler.
Bu Siyonist oluşum yapay bir var oluş zeminde vücut bulduğu için şu anda var oluşsal bir kriz içindedir. Bu kriz hem kendi liderlerini hem de emperyalist güçleri tehdit etmektedir.
İşte tam bu noktada bu Siyonistler ve emperyalistle bu krizi yaşarken İslam ümmetine büyük bir görev düşmektedir. Bu görev her ne türden baskı var olursa olsun bu Siyonist oluşumu tanımamalarıdır. Bunun yanında ne zamana kadar sürerse sürsün ne kadar kurban verilirse verilsin gasp edilen toprakların tamamı geri alınıncaya dek cihat etmeleridir.
2.Kudüs ve Mescid-i Aksa
Bugün bütün dünya Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın önemini ve kutsiyetini teslim etmektedir. Mescid-i Aksa iki kıblenin ilki, iki haremin üçüncüsü, Hz. Peygamber’in Miraca çıktığı mekân ve Peygamberlerin buluşma noktasıdır. Bu sebeplere binaen Müslümanlar nezdinde sembolik öneme sahiptir.
Mescid-i Aksa Müslümanlar için kutsal olduğu kadar Hıristiyanlar için de kutsaldır. Bu nedenle hem Hıristiyanlar hem de Müslümanlar için çok değerlidir.
Bu mübarek beldeye yönelik Siyonist ve Amerikan tehdidi her an devam etmektedir. Kudüs Yahudileştirmek istenmektedir. Kudüslülerin evleri ve arazileri elinden alınarak Filistinliler yurtlarından sürülmektedir. Bunun yanında Siyonistler Amerikalılarla sırt sırta vermiş Kudüs’ü İsrail’in ebedi başkenti yapmak istemektedirler. Bu projelerini ise dünya siyasi arenasında kabul ettirmek istemekteler.
Mescid-i Aksa’nın altında yapılan kazılar Mescid-i Aksa’nın varlığını tehdit etmektedir. Mescid-i Aksa’ya zara verecek herhangi bir girişim bütün bölgede büyük yankı yapacaktır.
Kudüs’ü kurtarmak ve Mescid-i Aksa’yı muhafaza etmek, İslam ve Arap toplumlarının özgür ve şerefli bütün mensupları için bir sorumluluk olduğu gibi, dünya sathında izzet ve şeref sahibi bütün kişiler için insani ve dini bir sorumluluktur.
Bizler, bölgede barış ve güvenlik isteyen bütün kesimlere Müslüman halklara ve Müslüman yönetimlere Kudüs’ü Siyonist ateşinden kurtarmaları için çaba sarf etmeye çağırıyoruz.
3.Direniş ve Filistin
Filistin direnişin verdiği mücadele nefsi müdafaa nevinden bir mücadeledir. Filistin direnişinin verdiği mücadelenin haklılığı semavi dinlerce, uluslar arası hukukça ve insani değerlerce teslim edilmektedir.
Direnişin temellendiği bu haklılık zemini ona işgal güçlerine verdiği savaşta kullandığı yöntemler ve silahlar açısından da tam bir haklılık vermektedir.
Siyonist oluşumun bölgede teşkil edildiği günden bu yana İslam ümmeti ve Siyonist oluşum arasında yaşanan mücadele direnişin hakkaniyetini şüpheye mahal bırakmayacak derecede ortaya koymuştur.
Ancak direniş arcılığıyla ümmetin haklarını elde edebileceği ve gasp edilmiş topraklarını geri alabileceği çok açık olarak ortaya çıkmıştır. Direnişin savaş meydanlarında azim ve kararlılıkla verdiği mücadele bölgedeki güç dengelerini değiştirmiştir.
Direniş yönteminin doğruluğunun en açık delili Lübnan direnişinin arka arkaya kazandığı zaferlerdir. Lübnan direnişinin, 2000 yılında işgalci Siyonist güçleri Lübnan topraklarından çıkarmaları ve 2006 yılında elde ettiği zafer ilahi bir zafer olup tarihi mahiyet taşımaktadır. Bu zaferler bölgede bir stratejik dönüşüme neden olmuştur. Bu zaferlerle Siyonistlerin yenilmez ordu miti alaşağı edilmiş zafiyetleri ortaya çıkmıştır.
Direniş yönteminin haklılığı bir kere de Filistin direnişin arka arkaya elde ettiği başarılar göstermiştir. Birinci el-Hicara ve ikinci el-Aksa intifadaları ve 2006 yılında Siyonist oluşumun diyalog ve hiçbir şart olmaksızın Gazze’den çekilmesi, bu başarılara örnektir. İsrail’in işgal ettiği topraklardan ilk çekilişi direnişin verdiği mücadele ile mümkün olmuştur.
Bu mesele biz ve Siyonist oluşum arasında süren savaşta stratejik bir öneme haizdir. Ayrıca Filistin direnişinin 2008 yılında İsrail saldırısına karşı sergilediği direniş bundan sonraki nesillere ders olarak kalacak çok önemli bir olaydır.
Şimdi Filistin ve Lübnan direnişi bu cümleden kazanımlar elde etti, peki diyalog yanlısı olan taraf ne gibi kazanımlar elde etti. Aslını sorarsanız diyalog İsrail’in küstahlığını artırmaktan, öne sürdüğü şartları çoğaltmaktan ve daha fazla saldırganlaşmasından başka bir işe yaramadı.
Bir kere daha kesin olarak Filistin halkının ve Filistin davasın arkasında olduğumuzu belirtmek istiyorum. Filistin halkının Siyonistlerin plan ve projelerine karşı verdiği mücadeleyi desteklediğimizi belirtmek istiyorum.
4.Diyalog ve barış çabaları
Bizim direniş olarak Madrid Konferansı ile başlayan, Oslo Anlaşması ve Camp David anlaşmaları ile devam eden diyalog sürecine olan tavrımız çok nettir. Bizler bu süreci temelden reddediyoruz. Çünkü İsrail ile uzlaşma görüşmeleri yapmak demek onun yasallığını kabul etmek demektir ki bu da onun işgal ettiği Müslüman ve Arap topraklarını ona teslim etmek anlamına gelir.
Uzlaşma çabaları ve yöntemine karşı olan bu tavrımız kesin ve nihai tavrımızdır. Bütün dünya İsrail’in yasallığını kabul etse de biz onu yasal bir oluşum olarak kabul etmeyeceğiz. Biz bulunduğumuz noktada kardeşlik ve sorumluluk duygusu nedeniyle Arap ve Müslüman kardeşlerimize bir çağrıda bulunmak istiyoruz. Gelin Siyonist oluşum ile yaptığınız anlaşmaları ve uzlaşma çabalarını gözden geçirin.
Bir hayal ürünü olan ve “barış süreci” olarak nitelenmesi bir zırvadan ibaret olan bu oyuna gelin bir an önce bir son verin. Özellikle bu uzlaşma çabalarında güya tarafsız aracı olan ABD ile bu türden bir tiyatroya son verin.
Bu şüphesiz Müslüman ve Arap halklar için bir kayıptır. Bu şekilde Amerika’nın oyununa gelerek Siyonistlere fayda sağlamaktan öteye bir iş yapmış olmuyorlar.
Siyonist oluşum ile barış gerçekleşebileceklerini düşünmeleri ilginç; çünkü Siyonist oluşumun barış istemediği ve onun için en ufak bir çaba sarf etmediği süreç içinde ayan beyan ortaya çıkmıştır.
Siyonist oluşum diyalogu kendi şartların dayatmak, konumun güçlendirmek ve halklar nezdinde kendine karşı hâsıl olabilecek düşmanlığı izale etmek için kullanıyor.
Siyonist oluşum bu şekilde kendini doğal bir olgu imiş gibi kabul ettiriyor, yasallığı kabul edilmiş oluyor. Hem de işgal altındaki Filistin topraklarını halen işgal altında tuttuğu halde.
Biz buradan bütün Müslümanlara ve Araplara Kudüs meselesinin merkeze yerleştirerek onu kendi temel meseleleri haline getirmeleri çağrısında bulunuyoruz. Kudüs’ün etrafında birleşerek onu Siyonist necasetten temizlemeleri çağrısında bulunuyoruz.
Bütün Müslümanların Filistin’de direnen kardeşlerine arka çıkmaları ve direnişlerini devam ettirebilmeleri için onlara destek olmaları dini, ahlaki ve insani bir vazifedir. Siyonistlerle her türlü anlaşma yapmaktan kaçınmaları gerekmektedir.
Yurtlarından çıkarılmış bütün Filistinlilerin evlerine dönme hakkı kabul edilmelidir. Bundan gayrı sürgün, vatandaşlık verme ve sair bütün öneriler reddedilmelidir. Filistin’e özellikle de Gazze’ye yönelik şiddetli ambargonun kırılması için acilen harekete geçilmelidir. Siyonist oluşumun hapishanelerinde tutuklu bulunan on binden fazla tutuklunun serbest bırakılması için acil çaba sarf edilmelidir.
Sonuç
Şimdiye kadar belirttiğim hususlar bizim olayları anlama biçimimizi ve kendi bakış açımızı anlatmaktadır. Bizler bunun için uğraştık; çünkü bunun hak olduğuna inanarak hakkın peşinden gitmeye çalıştık.
Bu hususlar bizim durumumuz ve olmazsa olmazlarımızı izhar etmektedir. Çabamız bu mevzularda doğruluk ehli olmaktır. Hakka inanıyoruz ve onu korumak için kurban vermekten şehit vermekten kaçınmıyoruz.
Bu verdiğimiz mücadelede tek talebimiz Allah’ın rızasıdır. Bu mücadele halkımız ve ümmetimiz için verilmektedir.
Allah biliyor ki verdiğimiz mücadele iktidar mücadelesi değil mazlum insanların Allah rızası için hakkını savunma mücadelesidir. Biz bu mücadele de zafer ya da şahadet ikisinin de talibiyiz. Bizim inancımıza göre bu ikisi güzeldir.
Allah ayaklarımızı davamızda sabit kılsın.
Çeviren: Emrah Kekilli