YDH- Londra’da yayımlanan Suudi sermayeli Şarku’l- Evsat gazetesi yazarı Rıdvan es-Seyyid, Irak seçimlerine ilişkin analizinde Irak’ta kavmi aidiyetin din ve mezhep aidiyetinin önüne geçtiğini öne sürüyor.
Irak seçimlerinin ilk sonuçları farklı gözlemciler tarafından yorumlanmaya başlandı. Sonuçlara olumlu tarafından bakanlar mezhepsel bölünmelerin görülmediğini ön plana çıkardılar. Nitekim bunda Irak siyasetinde etkili olan mezheplerin farklı siyasi koalisyona dahil olmaları en büyük kanıt olarak gösterildi.
2005 Irak seçimleri Irak’ta önemli bir kilometre taşıydı. 2010 seçimleri ise Irak’ta farklı bir atmosferin tezahürü oldu. Bu seçimde genel anlamda üç ana siyasi damar ön plana çıktı: Allavi Bloğu, Maliki tarafı ve Yüksek Konsey cephesi.
Irak eski Başbakanı İyad Allavi’nin liderlik ettiği Irakiye İttifakına laik Şiiler ve Sünniler ile bazı aşiretlerin dahil olduğu bilinmektedir.
Şu anki Irak Başbakanı Nuri el-Maliki’nin liderlik ettiği Hukuk Devleti İttifakı’nı ise Şiiler ile birlikte bazı Sünni aşiretlerin desteklediği belirtilmektedir.
Son olarak içerisinde Sadr grubunun da bulunduğu ve Irak eski Başbakanı İbrahim Caferi’nin öncülük ettiği Irak Ulusal İttifakı bulunmakta olup Sünniler, Şiiler ve laikler olmak üzere farklı gruplardan siyasi kesimleri içerisinde barındırmaktadır.
Uzlaşma Cephesi ise seçimlerde ağırlıklı olarak Sünni kesimi Irak seçimlerinde temsil etmiştir. Bu oluşumda Sünni kanat seçimlerde temsil edilmiş ve Usame Tıkriti liderliğinde seçimlere girmiştir.
Seçimlere yukarıda saydığımız gruplar haricinde Kürdistan İttifakı, Irak Birliği İttifakı gibi farklı oluşumlar da dahil olmuş ve yaklaşık yedi cephe, Irak seçimlerinde yarışmıştır. Ancak Araplar dahilinde duruma bakıldığında oluşumları Maliki, Allavi ve Yüksek Konsey olarak üç ana grupta toparlayabiliriz.
Seçim sonuçlarına bakıldığında Maliki’nin önceki seçimlerde olduğu gibi önemli oranda milletvekili koltuğu elde ettiği açık gözükmektedir.
Geçtiğimiz dört sene zarfında Maliki, başbakanlık görevini yürütüyordu. Bu süre zarfında Irak toprakları başta dini olmak üzere birçok nedenden kaynaklanan sorunlar yüzünden iç huzursuzluklar yaşadı.
Kürtler Irak denildiğinde unutulmaması gereken bir figür olarak karşımızda durmaktadır. Sünni ve Şii cephede görülen farklı cephede bloklaşma görüntüsü aynı şekilde Irak’taki en önemli milli kimliklerden olan Kürtlerde de görülmektedir.
Şu anki Irak’ın durumu belli ölçülere sığmayan bir durum arz etmektedir. Amerikan işgalinden sonra bu topraklardaki siyaset çok farklı seyirlerde yol aldı. Kimi zaman Sünni kanat seçimleri boykot ederek kendini siyasi ortamdan tecrit etti. Kimi zaman bazı Şii hareketler Irak parlamentosunda alınan kararlara muhalefet etti. Kimi zaman da ülke dışından gelen el-Kaide gibi unsurlar bölge siyasetini etkileyecek müdahalelerde bulundular.
Ancak unutmamak gerekir ki Irak toprakları dışına çıkıldığında da yaşanan farklılıkların kanlı çatışmalara neden olduğunu söyleyebiliriz.
Sudan ve Somali gibi birçok bölgeyi bu düşünceye örnek gösterebiliriz. Aynı şekilde Yemen topraklarında da kanlı çatışmalar yaşanmaktadır.
Somali’de kabileler etnik ve mezhepsel olarak bölünmüş durumdalar. Bu bölgelere bakıldığında devlet otoritesinin kanlı çatışmaların yaşandığı bu topraklarda olmadığı açıktır.
Darfur bölgesini örnek gösterecek olursak Sudan’ın kuzeyinden ayrılmasını nasıl tahlil edebileceğiz.
Yemen’i örnek alırsak devlet otoritesi nerede sorusunun zihinlerde zuhur etmesi ile birlikte Yemen topraklarının kuzey, orta ve güney kesimlerinde dini, siyasi ve mezhepsel ayrılıkların ve çatışmaların olduğu açık olarak gözükmektedir. Tabii ki durumu tasvir ederken el-Kaide oluşumunu da unutmamak gerekir.
Geçtiğimiz asırdan bu yana Batı sosyolojisi toplumlar üzerinde önemli araştırmalarda bulundu. Sosyolojik araştırmalar aslında var olan kabile ve klan yapısı üzerine eğilerek bu konuda bazı ayrıntılar ortaya koyulmuştur.
Son yıllarda bu araştırmaların geniş bir yekun oluşturmuş ve farklı dallarda evrilmiştir. Bu evrilmede bazı araştırmacılar dini ve mezhebi ayrılıklar üzerine kafa yormuş; diğerleri ise etnik bölünmeler üzerinde durmuşlardır.
Modern Irak’ta ise bölünmeleri salt kendi sosyolojik özelliklerinden ziyade Amerikan işgali ve stratejisi kapsamında düşünmek gerekir.
Nitekim Amerikalılar diğer Arap devletlerinde olduğu gibi Irak’ta bulunan aşiret varlığının ekseninde siyaset belirlemektedir. Bu noktada Irak’ta genel anlamda kavmiyetin din veya mezhebi birlikteliğin önüne geçtiğini gördük.
Kur’an-ı Kerim’de de aslında insanların kabilelere bölündüğünü belirtmektedir. Nitekim bu ilahi kitapta “ey insanlar biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık, birbirinizi tanıyasınız diye sizi kabilelere ayırdık” denilmektedir.
Görüldüğü gibi kabileler toplumsal örgütlenme biçimi olarak Kur’an’da da tasvir edilmiştir. Ve bu farklı yapıları bir sebep olmaksızın birbiri ile tanışmaya ve yardımlaşmaya çağırmıştır.
Diğer taraftan İslam dünyasının en önemli simgelerinden İbn Haldun düşüncelerinde “asabiye” yani kabile terimini ön plana çıkarmıştır.
Açıktır ki geçmişten günümüze, doğudan batıya kavmiyet veya kabilecilik var olagelen bir şey olmuştur. Önemli olan ise bu farklılık üzerine hakim olan otoritelerin istikrarı sağlamasıdır. Arap devletlerin birçoğunda bu otorite sağlanamamış, sağlananların bir kısmında ise bazı sorunlar meydana gelmiştir.
Tüm bunların ışığında, Irak’ta seçim öncesi ve sonrası atmosferin dini, etnik ve mezhebi farklılıklara rağmen ümitvar bir görünüm arz ettiğini söyleyebiliriz.
Unutmamak gerekir ki bölünmelerin özellikle ABD başta olmak üzere iç ve dış güçlerin yoğun baskısı sonucunda yaşandığı açıktır.
Her ne kadar Araplar ve Kürtler arasında farklılaşmalar mevcut olsa da, Şii-Sünni birlikteliği bunu telafi etmektedir.
Teknolojik imkanlardan yararlanan ve halk desteğini arkasına almış güçlü bir otoritenin siyasi, kültürel, dini birliktelikleri ön plana çıkararak bu topraklarda barışı sağlaması imkansız değildir.
http://www.aawsat.com/leader.asp?section=3&article=560744&issueno=11427
Çeviren: Gökan Kavak