YDH-Amerika’daki Yeni Muhafazakarların yayın organı Weekly Standard gazetesi yazarı Lee Smith, Türkiye’nin Obama yönetimini Suriye konusunda frenlediğini öne sürüyor.
Son birkaç gün basında yer alan haberler, Obama yönetiminin Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in istifa etmesi gerektiğini ilan etmeye hazırlanmakta olduğunu iddia ediyor. Fakat başkanın, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’la bugün öğleden sonra yaptığı görüşmenin resmi bir okuması, başka bir şey öne sürüyor.
İfadede yazdığına göre, Obama ve Erdoğan, “ilerleyen günlerde Suriye hükümetinin bulunduğu eylemleri yakından gözlemleyerek yakın görüş alışverişinde bulunmakta ileri derecede mutabık kaldılar.” Görünüşe göre, hep yönetimin Suriye politikasını yürütmekte olan Türkler, Obama’yı, politikayı biraz geriden yürütmeye ikna etmişler.
Ankara’nın, yönetimin korkularını abarttığına şüphe yok: Obama, Suriye’de mevcut rejimi neyin izleyeceği konusunda kararsız. Beyaz Saray, sürgündeki muhalefetin, darmadağın, fevri ve ihtiyatsız durumundan hayal kırıklığına uğramış durumda. Fakat nihayetinde Washington, Esed sonrası Suriye’yi şekillendirmede en iyi ihtimalle bir destek rolü oynayacak. Beyaz Saray Suriyelilerin kendi geleceklerini şekillendirmek zorunda kalacaklarını söylüyor; fakat bunun zaten olmakta olduğu fikrine jetonu düşmüyor görünüyor.
Sırası gelince, Obama süreci hızlandırsın ya da hızlandırmasın; isyan, liderlerini bulacak. Liderlik üç yoldan birinden ortaya çıkabilir, diye açıklıyor Lübnanlı siyasi aktivist Lokman Slim. “Demokratik yollar var,” diyor Slim. “Fakat aşikâr ki kimse şu anda gidip ulusal liderlik için oy vermeyecek. Sonra veraset var; ama Suriye’de Esed ailesinin dışındaysa kimse liderlik rolü miras almıyor. Son olarak, savaş alanından gelen liderlik var.”
Slim, şayet başkaldırı iki üç yıl sürecek olursa şaşırmayacağını söylüyor. “Rejim belki bir ayda, belki bir yılda, belki daha geç düşecek. Suriye rejimi henüz bütün kartlarını oynamadı. Lübnan’da, Türkiye’de, Körfez devletlerinde ve İsrail’de belayı körükleyebilirler. Belki büyük bir bela değil; çünkü şu an ne İran ne Hizbullah İsrail’le savaş istiyor; ama ABD gibi dış güçleri ilgilendirecek kadar bir bela.”
Şam ne kadar uzun süre ayakta kalırsa, diyor Slim, daha fazla anlaşma, daha fazla müzakere ve daha fazla zaman olacağı ümidine o kadar fazla güvenebiliyor. “Bu arada da, muhalefet liderleri rejimle mücadele ederek kendilerini kanıtlamalarıyla öne çıkacaklar.”
Demokrasileri Savunma Kurumu’nda bir araştırmacı olan Tony Badran, diyor ki “bu liderler, esasen milis liderler olacaklar, Lübnan iç savaşı esnasında ortaya çıkanlar gibi.” Bu liderlik; ileri gelenler, şeyhler, doktorlar, iş adamları ve hukukçularla bir arada var olacak. “Eğer Irak’tan bir şey öğrendiysek, bu, yerel bir seviyedeki kemikleşmiş sosyal kurumların, liderleri genellikle kabilelerden, ailelerden, aşiretlerden vs ürettikleridir.”
Maalesef, Obama yönetimi Irak’tan ders almaya pek az ilgi göstererek Bush yönetiminin hem hatalarını hem başarılarını görmezden geldi. Tuhaf paradoks şudur ki, bir Ahmet Çelebi’yi daha güçlendirmekten kaçınma çabalarıyla Beyaz Saray, politikasını fiilen, suçu işlemezden önce Esed sonrası Suriye’yi kaynaştırmayı vaat eden birinin, bir başka deyişle, bir Suriyeli Çelebi’nin arayışına sabitledi.
Değerli bir muhalefet arayışında yönetim gerçek liderlerin, haklı olarak korktuğu şekilde, iç savaşın ta içinden çıkacağını belki de gayet iyi anlıyor. Ve anlaşılabilir şekilde, yönetim bu kan dökümünden kaçınmak istiyor, belki Esed’in gitmesi gerektiğini söylemedeki gönülsüzlüğünün nedeni de bu.
Beyaz Saray arkada kalmayı tercih edecekse bile, gerçek şu ki Amerikan kararları dünyada bir ağırlık taşıyor. Yani, Suudi Arabistan gibi, Şam elçilerini zaten gerçi çağırmış olan bazı Arap devletleri de belki dâhil, diğer aktörler de Washington’ı izlemekle kalmayacak; bu durum aynı zamanda, Amerikalıların Esed’in yerine geçecek adayları, Suriye’deki şartlar göz önünde bulundurulursa büyük oranda şiddet yoluyla sahnelenecek bir referandumu kabul etmeye razı olduğu mesajını Suriye’nin içine iletmiş olacak.
Yönetimin Suriye üzerine kafa yoruş biçiminde özgün olan şeyse, neticeyi şekillendirmede oldukça sınırlı bir imkânı olduğu yolunda ifade edilen inancıyla, yaklaşan iç savaşın güçlü Amerikan cümleleriyle daha kötü hale getirilebileceği korkusunun birbiriyle çelişmesi.
Gerçekte, elde şu anda başlayan kan dökümünün önüne geçebilecek diplomatik veya siyasi araçlar yok. Rejim, neredeyse yarım yıldır, Sünni nüfusunun çoğuna savaş açmış durumda ve muhalefet şu ana kadar barışçıl kalmışken, Esed’in güvenlik kuvvetleri, büyük ihtimalle yaralarla ödenecek olan binlerce kan davası yarattı. Şu an kavga var ve daha da çok kavga olacak. Son beş ayın, Esed yönetimindeki son kırk yılın, ya da yüzlerce yıllık mezhep düşmanlığının tarihini yeniden yazmak için Amerikan politikasının yapabileceği çok az şey var.
Obama yönetiminin yapabileceği şeyse, diyor Slim, Woodrow Wilson’ın Ortadoğu azınlıklarına odaklanan 14-noktasının güncellemesi gibi bir şey ortaya koymak. “ABD elçisi Hama’da protestocularla birlikte duruyor, ki bu harika bir şey,” diyor Slim. “Ama Lazkiye’ye gidip Alevilerle de dursa nasıl olur?
Anlatılmak istenen şu olmalı, ABD sırf Esed rejimine karşı diye Alevilere karşı diye bir şey yok. Hizbullah’a karşı diye, Lübnan Şiilerine karşı diye bir şey yok. Ve Bahreyn rejimiyle müttefik diye Bahreyn Şia’sına karşı diye bir şey de yok.”
Popüler Sünni çoğunluklu söylemde İsrail karşıtı hissiyatın Alevi ve Şii karşıtı karalamaların arkasına yerleşmesi bölgede kayda değer bir an.
Arap Baharı; Arap birliği ve Arap milliyetçiliğinin gerçek olmadığını ortaya koydu; başkaları da olmakla birlikte, ilk olarak, Ortadoğu’daki azınlıkların –Şiilerden heterodoks Müslüman mezheplerine, Hıristiyanlardan Yahudilere- fazlasıyla sık olarak ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüklerini takdir eden Ortadoğu Amerikan misyonerleri tarafından savunulmuş bir ideoloji.
Erken Arap milliyetçi ideologları, bölgenin tüm sakinlerini belli ortak dilsel ve tarihsel özelliklere göre tanımlamanın, mezhepsel farklılıklardan dolayı çok sık ortaya çıkan şiddeti bertaraf edeceğini ummuşlardı.
Arap milliyetçiliği hâlâ bütünüyle ölmemiş olabilir, fakat başarısızlıkları ortada. Bugün Suriye’de şahit olduğumuz şiddet –Sünnilerin katli ve azınlıkların Sünni korkusu, Alevi rejimin eğer Alevi cemaatinin ayakta kalışı anlamına gelecekse tüm Suriye’yi imha etme kararlılığı- farklılıkları silmeye çalışmanın mantıksal sonucudur.
Tarihte, Ortadoğu’ya, komşuları ile farklılıklarıyla birlikte yaşayabilmenin, hatta gelişebilmenin mümkün olduğunu Amerika’dan daha iyi örnekleyebilecek hiçbir ülke, hiçbir toplumsal tecrübe yoktur. Biz mezheplerin değil, bireylerin tarafını, baskıcı rejimlere karşı tutuyoruz. Başkan Obama, Esed’e bu mesajı verecek olsa harika olurdu.
Çeviren: İkbal Zeynep Dursunoğlu