YDH- Alman Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Başkanı Jochen Hippler, “İran Diplomasisi” adlı internet sitesine verdiği röportajda, Türkiye’nin yeni dış politikasına ilişkin önemli tespitlerde bulundu.
İran diplomatik çevrelerinin yayın organı olan Irdiplomacy adlı internet sitesinin Prof. Jochen Hippler’le yaptığı röportajın çevirisini sunuyoruz.
- Türkiye konusunda yeni bir araştırma yaptınız. Yeni Türkiye diplomasisi ve Türkiye toplumu konusunda konuşmalar yaptınız. İlk sorum şu: Yeni Türkiye’nin, yani Erdoğan Türkiye’sinin Arap Birliği ve Arap dünyasıyla ilişkileri nasıl? Şu an Türkiye’nin Arap ülkelerinin dış politikası üzerinde doğrudan etkili olmaya ve yine bildiğiniz gibi başta Körfez ülkeleri olmak üzere Arap ülkeleri ile serbest ticari ilişkiler kurmaya çalıştığına tanık oluyoruz. Bütün bunlar, Türkiye’nin dış ilişkilerde yeni bir yaklaşım başlattığını gösteriyor. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?
- Ben, Türkiye’nin dış ilişkilerine daha fazla yoğunlaşmak gerektiğini düşünüyorum. Ben, Arap ülkelerini çok ziyaret ettim ve onların davranışlarını yakından inceledim. Onların Türkiye ile ilginç bir ilişkisi var. Arap ülkeleri, Türkiye ile ilişki içerisinde olmanın onlara büyük faydalar sağlayacağını düşünüyor. Türkiye gibi bir İslam ülkesiyle ilişki içerisinde olmanın, onların Avrupa ile ilişkilerinde çok etkili olacağına inanıyorlar. Elbette ben, Türk diplomasisinin bu bakış açısının bu çağa özgü olduğunu düşünmüyorum. Almanlar ve daha birçok sebepler, Türkiye’nin ve Arap ülkelerinin ilişkilerini geliştirmesini gerektiriyor.
- Siz, Türkiye’nin yeni Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Türkiye’nin dış politikasında yeni bir teori uygulamaya çalıştığına katılıyor musunuz? Sizce o, gerçekten de Türk dış politikasına Osmanlı İmparatorluğunun yeniden ihyası diye tabir edilen yeni bir yaklaşımı mı hakim kılmaya çalışıyor?
- Ben bunun gerçek ve gerçekçi bir düşünce olmaktan çok, ideolojik bir düşünce olduğunu düşünüyorum. Osmanlıcılık düşüncesine baktığımızda böylesi bir düşüncenin artık gerçekçi bir yanının bulunmadığını görüyoruz. Aynı şekilde ben, Türk diplomasisinin bu yönde hareket edebileceğini sanmıyorum. Birçok Türk politikacısı, tıpkı diğer komşu ülkeleri gibi kendini değiştirmeyi tercih ediyor. Ama bu bakış açısı ve düşünceyle ilgili olarak şunu söylemeliyim ki 19. Yüzyıla ait olan bu eski düşünce günümüz için cazip ve faydalı olamaz. Ben, bunun günümüzde çok çok demode olduğunu ve kabulünün imkansız olduğunu düşünüyorum. Bu, sadece ideolojik bir düşünceden ve slogandan ibarettir. Bunun hayata geçirilecek bir yerinin olduğu düşünülemez.
- Türkiye ve İran’ın bölgesel rekabeti konusundaki görüşünüz nedir? İran, Arap ülkelerinin iç ve dış politikaları konusunda etkide bulunmak istiyor; Türkiye de Arap ülkeleriyle benzer bir ilişki kurmaya çalışıyor. Birçok uzman, Türkiye ve İran’ın Arapları kendisine yaklaştırmak ve cezp etmek için bölgede rekabet etmekte olduğunu düşünüyor. Siz, bu görüşe katılıyor musunuz?
- Çok fazla katılmıyorum. Bu görüşle çelişen iki sebep olduğunu düşünüyorum. Birinci sebep şu: İran, Arap ülkeleri arasında istisnalar üzerinde durmaya ve onların kendinde halletmeye çalışıyor. Bildiğiniz gibi, İran Lübnan’da böyle bir politika izliyor. Irak’taki bazı gruplarla da bu tür ilişkilere sahip. Aynı şekilde kendine özgü olarak Hamas gibi Filistinli gruplar üzerinde de böyle bir etkiye sahip olmaya çalışıyor. Arap dünyası, İran’ın bu politikasına şüphe ile bakıyor. Onlar, İran’ın Arap dünyasında kendi ideolojisini hayata geçirmeye ve İran’ın antik tarihi geçmişini Araplar arasında diriltmeye çalıştığına inanıyor.
Bu açıdan ben bu bakış açısının Türkiye’nin politikalarıyla çeliştiğini, buna karşılık bunun Türkiye’ye daha iyi fırsatlar yarattığını düşünüyorum. Çünkü Türkiye’nin görüşü şu temele dayanıyor: Tarihi geçmiş artık tamamlanmıştır. Bu bakış açısını geliştirmek artık onlar açısından imkansızdır. Ayrıca bazı Arap ülkelerinin örneğin mezhebi açıdan İran’a kıyasla Türkiye’yi Arap dünyasına daha fazla yaklaştıracak fikir birliğine sahip olduğuna tanık oluyoruz. Şii ve Sünni bakış açılarını kastediyorum. Dolayısıyla ben, İran’ın Türkiye ile rekabet konusunda çok fazla bir şansının olmadığına inanıyorum.
Öte yandan Türkiye’nin de çok fazla bir şansının olduğunu sanmıyorum. Arap ülkeleri arasında İran’a kıyasla daha iyi bir konumda olmasına rağmen, Türkiye’nin Arap ülkeleri arasında oynayacağı rolün ve yapacağı liderliğin çok fazla gerçekçi bir temele oturduğunu düşünmüyorum. Bence Türkiye için önemli olan, kendi şartlarını Arap ve İslam ülkelerini kendisine çekecek şekilde geliştirmek ve örneğin ABD ve Batı ile ilişkilerini bunun üzerinden geliştirmeye çalışmaktır. Bu, Türkiye için önemli bir imtiyaz olabilir.
Araplarda petrol, Türkiye’de teknoloji var ve bu teknoloji aracılığıyla Batı ile özellikle de Amerika ile ilişki kurabilmektedir. Arapların teknolojiye ihtiyacı var. Onlar, Türkiye yoluyla ürünlerini Avrupa’ya satmayı düşünebilirler. Türkiye ile Avrupa arasındaki son derece derin olan ilişkiler, onun Arap ülkeleriyle ilişkilerini de büyük ölçüde etkileyebilir.
Bana göre Türkiye, şu an bu politikayı izliyor. Örneğin Türkiye’nin Suriye’yle, Mısır’la, Lübnan’la ve hatta Ürdün’le ilişkilerine baktığınızda bu temelde olduğunu görürsünüz. Dolayısıyla ben Türk diplomasisinin bu sebeple İran’a kıyasla Arap ülkeleri arasında daha fazla yer edinebileceğini düşünüyorum.
Eğer Türkiye, Arap ülkelerine diplomasi alanında liderlik etme düşüncesine kapılırsa İran’a kıyasla bunu daha kolay yapabilir. Çünkü daha önce de söylediğim gibi bu açıdan örneğin Suriye, Mısır, Lübnan vb gibi ülkeler, Türkiye ile daha iyi ilişkiler kurabilir. Bu şans İran açısında daha azdır. Bu yüzden ben Türkiye ve İran’ın bölgeye liderlik etme konusunda birbiriyle rekabet ettiği düşüncesinin çok fazla gerçekçi olmadığını düşünüyorum.
- Sizce Türkiye’nin bölgesel meseleler üzerindeki belirleyiciliği, örneğin İran’ın nükleer programı, Irak politikaları, Arap İsrail müzakereleri, Suriye İsrail müzakereleri ve Filistin İsrail müzakereleri üzerindeki etkisi nedir?
- Ben, Türkiye’nin bu alanlarda esaslı bir rol oynayabileceğini düşünüyorum. Bununla birlikte rolü de oldukça sınırlıdır. Örneğin Irak konusunda şunu söylemeliyim ki, Türkiye bu meselede daha çok İran’ın rol oynamasından yana. Çünkü Türkler Irak konusunda daima büyük bir sorunla karşı karşıyaydı. Bu sorun sınırlarla da ilgilidir. PKK gibi örgütler, Türkiye için ciddi ve zorlu sorunlar yaratmışlardır. Bu yüzden de hassasiyetleri daha az tahrik etmek için bu meseleyi İran’a havale etmeyi tercih ediyorlar. İran’ın Irak’taki nüfuzu, Türkiye’ninkinden çok daha fazladır ve bu, Türkiye için daha faydalı olabilir. Örneğin kendi sınırlarında Kürtlerin şerrinden kurtulmak için İran’ın Irak’taki nüfuzundan istifade edebilir.
- Ancak, Irak’la Suriye ilişkilerinin gerginleşmesiyle sonuçlanan Bağdat’taki bombalama olayında Türkiye’nin çok etkin davrandığına tanık olduk.
- Evet, size katılıyorum. Ama öncelik sıralaması yaptığımızda Irak’la Suriye’nin ilişkilerinin gerginleşmesi durumunda Türk politikasının kendini koruma esasına dayalı olduğunu görüyoruz. Yani politikasını, temel politikasın sarsılmayacak şekilde değiştiriyor. Ama bu davranışı, Türkiye’nin Arap ülkeleriyle ilişkilerinde de görüyoruz. Hatta şunu söyleyebilirim ki Türkiye’nin Almanya ve Fransa gibi Batılı ülkeler konusundaki politikası da böyledir. Çünkü bu politika, Türkiye’ye diplomasi alanında çıkarlarına ulaşabileceği yeni kapılar açıyor. Örneğin Suriye konusunda… İran’la çok derin ilişkileri olan, aynı zamanda Filistinli bazı gruplarla da çok yakın ilişkilere sahip olan Suriye konusunda Türkiye, onlarla ilişkilerini sınırlı tutarak bu ilişkiyle kendi çıkarlarını temin etmeye çalışıyor. Türkiye, dış politikasında kendisinin temel belirleyici olmadığı, örneğin İran gibi diğer ülkelerin dış politikasını tamamlayıcı yollardan istifade ediyor.
Çeviren: Alptekin Dursunoğlu