YDH- Haaretz gazetesi, dış tehdit vurgusu veya milliyetçi söylemlerin İsrail toplumunu bir arada tutmaktaki yetersizliğine dikkat çekiyor.
Ne kadar propaganda yapılırsa yapılsın, yapılan toplumsal protestoların, İsrail’in tüm vatandaşları için nezih bir toplum olması talebi aracılığıyla, toplumda milliyetçi söylem ve yasamadan daha fazla birlik yarattığının üzeri örtülemez.
Geçen haftaki terör saldırıları, İsrail toplumunda çoktandır devam eden bir dinamiği örnekledi: Güvenlik durumu kötüye gittiğinde, politik sistemin esaslarını değiştirmeye yönelik her çabanın fişi çekilir. Hükümetler, özellikle sağ eğilimli olanlar, birlik çağrısında bulunmak için dış tehditleri kullanırlar.
Fakat bu, İsrail’in bölünmüşlüğünün ve birleştirici vizyon yoksunluğunun üzerini sadece geçici olarak kapatır. Bu, İsrail’in en derin sorunlarından biridir ve iki cevap verilmiştir: Biri, İsrail’i milliyetçi yasama aracılığıyla birleştirmek için umutsuz çabalama, ötekisi ise protestocuların işleyen bir sosyal demokrasi talebi. Benim iddiam, İsrail’i ortak bir vizyon üzerinde birleştirmede ikincisinin, kanun koyucularımızın azgın milliyetçiliğinden çok daha başarılı, tutarlı ve ümit verici bir yol olduğu yolunda.
Milliyetçi çizgi, Lieberman’ın sadakat yemini yasa tasarısı ve Avi Dichter’in İsrail’i Yahudi halkının devleti olarak tanımlama teklifi tarafından temsi edilmekte. Bu kanunlar görünürde, İsrail’in iki milletli bir devlete dönüşme ihtimalini engellemek için yapılmıştı.
İsrail’e yönelik tehdidin ya içerideki Arap azınlıktan, ya da bölgelerdeki ve dünyadaki Filistinlilerden geldiğini varsayıyorlar. İsrail’i algılanan bir ortak düşman aracılığıyla birleştirmeye yönelik bu girişim (tüm dünyada standart bir sağ kanat taktiğidir) başarısızlığa mahkûmdur; çünkü İsrail’in Yahudi vatandaşları arasındaki ihtilafın kökenini çözmez.
Lieberman’ın ve Yishai ya da Litzman’ın “Yahudi”den kast ettiği arasında hiçbir ortaklık filan yoktur. Litzman için Halakha’ya [Yahudilik şeriatı-çn] ve geleneksel bir yaşam biçimine katı bir bağlılık demektir.
Lieberman için ne kast ettiği son derece belirsizdir; kesinlikle bir geleneksel hegemonya istememektedir, böylece “Yahudi”nin, genellikle liberal bir görünüm sergileyen ve milliyetçi ideallere karşı olan dünya Yahudilerinin çoğu tarafından paylaşılmayan milliyetçi bir tanımına döner. Gerçek şu ki, Yahudi’nin kabul edilmiş bir tanımı yoktur, bu terimi haykırıp durmak da onu daha açık kılmaz.
Ne de Siyonizm’in kabul edilmiş bir tanımı vardır. Yerleşimcilerin çoğunluğu için, büyük İsrail toprakları üzerinde Yahudilerin baki hükümranlık hakkında ısrar etmek anlamına gelir; bazıları içinse İsrail’in bir Yahudi teokrasisi olması gerektiği manasındadır.
Fakat İsraillilerin oldukça büyük bir kısmı için, Siyonizm, Herzl’in, dinin siyasetten katı bir şekilde ayrıldığı liberal demokrasi ideallerine katı bir şekilde bağlı olan bir devlet hayali demektir.
Milliyetçi kanunlar, artık gerçekliği bulunmayan bir şeyi fermanla yaratmaya çalışıyor: Birleştirici bir vizyonu. İsrail, “Yahudi” ve “Siyonist” gibi terimlerin yitirilmiş birliği sağlaması için etnik ve dini mahiyet açısından fazla çeşitlilik içeriyor.
Yapılan toplumsal protestolar, İsrail’i birleştirmede milliyetçilerinkilerden çok daha başarılı oldu; bazı anketlerde, taleplerine yüzde 87’lik bir destek aldılar. İsrail’in, İsrail Ödülü almış filozof Avishai Margalit’in tanımladığı gibi, nezih bir toplum olmasını istiyorlar: Nezih bir toplumun kurumları üyelerini küçük düşürmez; fakat İsrail, bütün üyelerini küçük düşürücü bir toplum halini aldı.
Daha zayıf katmanlar en temel ihtiyaçlarından bile yoksun durumda. Orta sınıflar da nezih bir toplumun en temel talebinden yoksun: Eğitime ve sıkı çalışmaya yapılan uzun yatırımın karşılığında saygıdeğer bir hayata erişmek.
Protestolar, ezilmişleri darboğazdan kurtaracak ve yeteneklilere –İsrail kodamanlarının yaptığı gibi finansal entrikalarla milyarlar kazanarak (ve kaybederek) değil, gerçek değer üreterek- başarılı olma şansını sunacak bir toplum çağrısında bulunuyor.
Nezahet talebi, bugünün buhranlarının yarının toplumu için enerji ve kaynak bırakmadığını iddia edip duran çoğu İsrailli politikacı tarafından bir kenara itiliyor.
Dış tehditler, kısa vadeli siyasi avantajı uzun vadeli yatırımın önüne geçiren mevcut sistemi korumak için bahane olarak kullanılıyor.
Eğer birisi İsrail’in şeffaf ve sorumlu hükümet ve yasamaya ihtiyaç duyduğunu söylemeye cüret ederse, politikacılarımızın çoğu hor görerek şöyle diyor: “Ne sanıyorsunuz siz, burası Avrupa mı?”
Elbette değil. İsrail, dünyanın en zor çevrelerinden birinde bulunuyor; her tarafta rejimler çatırdıyor; terör saldırıları daima Netanyahu ve yandaşlarına “oyunlarınızı bir kenara bırakın çocuklar, şimdi ölüm kalımla uğraşıyoruz!” deme seçeneği yaratıyor.
Bu milliyetçi taktiğe direnme zamanı geldi artık. Zor bir muhitte de olsa İsrail Avrupa’nın 2. Dünya Savaşı’ndan beri tatbik etmeye çalıştığı ideale doğru çabalayabilir: Kapitalist üretkenliği bir sosyal güvenlik ağıyla birleştirmek. Ve İsrail güvenliği için Avrupa’nın ihtiyaç duyduğundan çok daha fazla kaynağa ihtiyaç duyuyorsa bile, bu, yozlaşmış hükümet biçimi ve emekleriyle değer yaratanların sömürülmesi için bir bahane olamaz artık.
Parlamenterlerin başarısız olduğu yerde protestolar başarılı oldu. Ne kadar propaganda yapılırsa yapılsın, yapılan sosyal protestoların, İsrail’in tüm vatandaşları için nezih bir toplum olması talebi aracılığıyla, toplumda milliyetçi söylem ve yasamadan daha fazla birlik yarattığının üzeri örtülemez.
Çeviren: İkbal Zeynep Dursunoğlu