YDH- İran Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü Başkanı Dr. Keyhan Berzger, “Irdiplomacy” adlı internet sitesinde yayımlanan yazısında Suriye bunalımının çözümü konusunda İran ve Türkiye’nin oynayabileceği rolü değerlendirdi.
Batı ve ABD’nin Suriye’deki Beşşar Esed rejimini değiştirme politikası ve Türkiye’nin bu politikaya verdiği destek, Türkiye ve İran’ın bölgesel barış ve güvenlik çerçevesindeki işbirliğinin zayıflamasına ve yeni kutuplaşmalara sebep oluyor. Böylesi bir politikanın sürdürülmesi de bölgesel ve uluslar arası güvenliğe ve barışa zarar veriyor.
Batı’nın ve Türkiye’nin yanlışı, Suriye’deki gelişmeleri, İran’ın jeopolitik çıkarlarına ve bölgesel güç dengelerine karşı ilerletmeye çalışmalarıdır. Bu politika, Suriye’de rejim değişikliği meselesini İran açısından bir “siyah-beyaz” konusuna dönüştürmekte ve Suudi Arabistan ve İsrail gibi İran’a rakip ve düşman aktörleri, sahneye taşımakta ve nihayet Suriye’de rejim değişikliğini İran’ın bölgesel politikalarını, hatta nükleer politikasını değiştirmek için bir baskı aracı haline getirmektedir.
Rakip aktörler, bu politika ile İran’ı Suriye’deki reformların baş muhalifi olarak göstermekte ve bunalımın yönünü, muhafazakar Arap rejimleriyle İsrail’in geleneksel tavrı olan “İran’ın bölgedeki nüfuzunun” yayılmasını önleme tutumuyla birleştirmektedir.
İran da zorunlu olarak Esed rejimini korumak veya Suriye’de Batı ve muhafazakar Arap rejimleri yanlısı bir yönetimle karşılaşmak şeklindeki iki seçenekten birini tercih durumunda kalmakta, doğal olarak da güç dengelerinin bozulmasını kendi zararına görmektedir.
Türkiye ile İran’ın Suriye bunalımı konusundaki çelişkisi, İran’ın jeopolitik çıkarlarının korunmasına dayalıdır. İran’ın bölgeyle ilgili politikası, bölgedeki dost gruplar ve devletlerle ittifaklara dayanmaktadır.
Türkiye, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin “arabuluculuk rolü” ve “komşularla sıfır sorun” politikalarından ayrılarak ve Suriye bunalımı konusunda yanlı bir tutum takınarak, tam anlamıyla bölgedeki mevcut güç dengesinin korunmasını esas alan İran’ın bölgesel politikasının tam karşısında yer almıştır.
Gerçekçi bir şekilde bakıldığında Suriye’deki siyasi yapının gelecekte alacağı şekil, rakip aktörler açısından olduğu kadar, İran’ın bölgesel rolü bakımından da, güçler dengesinin ve Direniş akımlarının güçlendirilmesi bakımından da son derece önemlidir.
Hatta bu açıdan Rusya’nın tutumu da İran’ın politikasına yakındır. Ruslar açısından Suriye bunalımında etkin bir rol oynamak, bölgesel rolünü güçlendirmek ve Türkiye’ye füze kalkanı yerleştiren hasımlarıyla rekabet için fırsat yaratmaktadır.
Suriye bunalımında Türkiye İran ilişkilerindeki jeopolitik çelişkinin sınırı Türkiye ya da Batı tarafından yapılacak bir askeri müdahaledir.
Elbette Türkiye sembollere ve sloganlara dayalı politikalarına rağmen, henüz Suriye’ye askeri bir müdahale için kamuoyunu ikna edebilecek gerekli güce sahip değildir. Türkiye’nin katkısı olmadan da NATO’nun Suriye’ye askeri müdahale ihtimali zayıftır. Gerekli meşruiyet olmaksızın ve bölgesel çapta kamuoyu ikna edilmeksizin Ortadoğu’da yeni bir savaşın başlaması, Batı için musibet olacaktır.
Batı’daki bazı analistler, bugünlerde Arap dünyasındaki gelişmelerle ilgili olarak Türkiye’yi kazanan, İran’ı ise kaybeden taraf olarak gösteriyorlar. Onların temel iddiası şu: Türkiye’nin seküler ya da ılımlı İslam modeli, Arap dünyasında daha fazla kabul görmektedir. Buna karşılık İran’ın ideolojik modeli, temelde bir orta sınıf hareketi olan Arap Baharı’nın mahiyeti ile daha az uyumludur.
Ancak bu yorumların aksine Türkiye ve İran’ın Arap dünyasında yaşanan gelişmelerdeki rolünün ve öneminin ölçüsü henüz tam olarak belli değildir. Bu, daha çok bu iki ülkenin bölgede, özellikle de Suriye’de ve Arap dünyasında gelecekte izleyecekleri politikalara bağlıdır.
Tecrübeler göstermiştir ki Arap dünyası, “ağabeyi” modelini kabul etmeye, tıpkı İslamcılık veya sekülerlik modelini kabul etmeye direndiği gibi direnecektir.
Türkiye’nin muhtelif siyasi çevreleri, özellikle de sekülerler, temelde Türkiye’nin Arap dünyasındaki gelişmelere müdahil olmasına karşıdırlar. Bunu, Türkiye’nin siyasi-ideolojik ve ekonomik kapasitesinin gerçekliğine aykırı görmektedirler. Türkiye modeli, Arap toplumlarındaki bazı kesimler tarafından kabul edilebilir; ancak bu, bölgedeki bazı akımların da ciddi reaksiyonu ile karşı karşıya kalacaktır.
Buna karşın İran, halkların diktatör rejimlere karşı kıyamları yönünü vurgulayarak “Arap Baharı” kavramının yanında yer alıp “İslami uyanış” kavramıyla halkların bilinçlenme yönüne yoğunlaşarak Arap dünyasındaki önemli bir kesim nezdinde siyasi ve ideolojik nüfuzunu arttırmaktadır. Bu çerçevede, Tahran’da son dönemde Arap dünyasındaki önemli akımların liderlerinin ve aydınlarının da katıldığı birçok konferanslar düzenlendi.
Ancak Türkiye ile İran’ın asli rekabeti, kendi siyasi modellerini yerleştirmek üzerinde değil güç dengelerinin korunması meselesi üzerindedir.
Bu siyasi şartlar altında iki ülke arasında yeni bir kutuplaşma yaratmayı öngören Batı politikası, bölgedeki barış ve güvenliğin lehine olmayacaktır. Çünkü bu kutuplaşma Afganistan ve Irak gibi başka bölgeleri de etkileyecektir. İran’ın İstanbul’daki Afganistan toplantısına yönelik çok da sıcak olmayan tutumu, bunun bir örneğidir.
Batı politikalarının aksine Suriye’deki bunalımın acil ve somut bir çözümü için İran ve Türkiye’nin yakın işbirliğinin vurgulanması, bölgesel barış ve güvenliğin sağlanması konusunda daha emin bir perspektif yaratmaktadır.
Bu noktada Türkiye, bölgedeki mevcut güç dengesinin zararına olacağı için Batı’nın Suriye’ye yönelik herhangi bir askeri müdahalesine katkı sunmayacağı konusunda güvence vererek olumlu bir adım atabilir.
İran da Esed’i serbest seçimlere gitme yönünde köklü reformlar yapmaya zorlayacak etkisini kullanabilir. Nitekim İranlı yetkililer, defalarca Esed rejimiyle müzakerelerde bulunarak reformların yapılmasını vurguladılar.
Bu politikalarla, Suriye’de gelecekte kurulacak yeni siyasi yapının halkın talepleri doğrultusunda şekillenmesinin zemini yaratılabilir.
Çeviren: Alptekin Dursunoğlu