SAAF- ABD’nin Irak’ı işgal etmesinin üzerinden üç yıl geçti, Irak’ta yaşanan gerek toplumsal gerekse siyasal gelişmeler, savaş ve karmaşa ortamının tozu dumanı arasından izlenmeye çalışıldı. İşgalin uluslar arası hukuk açısından taşıdığı gayri meşruluk, Irak’la ilgili gelişmelerin nesnel değerlendirmelerden uzak, duygusal tepkilerle yorumlanmasına sebep oldu.
Birçok kesim, çeşitli ideolojik veya siyasi gerekçelerle Irak’ta yaşanan gelişmeleri, kendi gerçekliğine ilişkin bağlamından kopararak yönlendirici, hatta kışkırtıcı yorumlarla sundular. Bu yorumlardan hareketle Irak’taki etnik ve mezhebi kesimler üzerinden kendi ideolojik veya siyasi tezlerini güçlendirici sınıflandırmalara gittiler.
Yaşanan bir gelişmeye ilişkin nesnel verilere dayalı sağlıklı analizler yapılması, gelişmelere taraf olan her kesimin kendi tutumuna yönelik izahlarını dikkate almayı gerektirdiği halde yazık ki Irak konusundaki değerlendirmelerde buna çok fazla dikkat edilmedi.
Arkadaşımız Furkan Torlak’ın, Irak’taki en etkin siyasi hareket olan Irak İslam Devrimi Yüksek Meclisi’nin Türkiye Temsilcisi Sayın Abdullah TÜTÜNCÜ ile yaptığı röportajın, Irak konusunda sağlıklı analizlere katkı sağlayacak veriler sunacağını düşünüyoruz.
-Türkiye gibi halkı Müslüman ülkelerde ABD’nin Irak saldırısı sırasında Irak’taki tüm kesimlerin işgalci güçlere karşı askeri direniş gösterecekleri yönünde bir beklenti vardı. İslamcı Şiilerin ne işgalcilerden ne de Saddam rejiminden yana yer almamaları, Şiilerin ABD işbirlikçisi şeklinde nitelenmesine sebep oldu. İslamcı Şiilerin (Irak İslam Devrimi Yüksek Meclisi, Dava Partisi) Savaş sırasındaki stratejilerini ve izledikleri siyasetin hedeflerini açıklar mısınız?
Biz, Irak İslam Devrimi Yüksek Meclisi olarak Irak’taki işgalin sorumlusu olan cani Saddam’ın diktatör rejiminin değişmesini istememize rağmen Irak’a karşı başlatılan savaşı desteklemiyorduk. Bu noktada Sayın Abdullah GÜL’ün Türkiye Başbakanı iken Saddam’ı Amerikan askeri güçleri girmeden Irak’ı terk etmeye ikna etmek üzere kişisel elçi göndermesini göz önünde bulundurabilirsiniz. GÜL bunu başaramadığı zaman Saddam’ı “diktatör” olarak nitelendirmiş, O’nun Irak halkına sefaleti yaşatacağını söylemişti. Irak’taki içler acısı durumun, Irak işgalinin bir sorumlusu varsa o da Saddam’dır.
Direnişe gelince; biz de direniyoruz. Ancak direnişimizi siyasî alanda gösteriyoruz. Siyasî sürece katılan güçler barışçıl yollarla direnişi seçmişlerdir. Irak’taki dinî ve siyasî önderlikler ölüm, yıkım ve viranla sonuçlanacak; eşit olmayan dengeler arası savaşa girmek yerine anlayışa dayalı bir sürece girmeye karar verdi. Başlangıçta bazı guruplar bu yönelişi doğru bulmadılar. Ancak bir süre sonra bu gruplar da silahlı direnişi, siyasî direnişe kaydırma yoluna gittiler. Bugün Irak’ta işgal karşısında silahlı direniş gösteren bir grup yoktur. Bilakis ortada Irak halkının evlatlarını öldüren farklı isimlerde teröristler vardır. Onlar da kendilerini direnişçi olarak isimlendirmiyorlar. Bu gurupların başında terörist El-Kaide örgütü bulunmaktadır.
Sonuç olarak Irak İslam Devrimi Yüksek Meclisi’nin önünde siyasî direniş dışında bir yol gözükmüyordu. Irak İslam Devrimi Yüksek Meclisi, Saddam tağutu döneminde olduğu gibi Irak halkını yıllar süren iç ve dış savaşların pençesine bırakmayı reva görmedi.
Irak’ta Şia çoğunluğu oluşturmaktadır. Demokrasi de çoğunluktan yanadır ki bu da seçimlerle birlikte gayet doğal bir durumdur. Şiilerin inisiyatif alarak öne geçmesi de mevcut çoğunluğun en doğal kazanımıdır.
-Irak halkının birliğini bozmaya dönük eylemler olarak Şii camilerine ve merasimlerine yönelik saldırılara şahit olduk ve olmaya da devam ediyoruz. Bunlar basında yer aldığı gibi gerçekten sadece Zerkavi grubuyla mı sınırlı yoksa bu tür terör eylemleri başka odaklar tarafından da destekleniyor mu?
Âl-i Muhammed (s.a.a.) Şiasına ve Müslüman Türklere yönelik düşmanlık münharif “Vehhabî Hareketi” ile belirginleşmiştir. Bugün de mücrim Saddam kalıntıları ve Zerkavî’ye bağlı Vehhabi zihniyetli tekfirci gruplar Irak’taki durumu, “Küffar” olarak nitelendirdikten sonra Şiileri öldürme, evlerini yıkma, bulunduğu bölgelerden göçe zorlama yolunda değiştirmeye çalışıyorlar (!) Bu mesele sadece Irak’a has bir durum da değildir. –Allah izin vermesin- Irak’ın bir bölümünün kontrolünü ellerine geçirseler tüm bölgeye; Vehhabi zihniyetini benimsemeyen Türkiye’ye yönelik de bir tehdit oluşturacaklar.
-Türkiye’de Sünni Araplara yönelik silahlı saldırılarla ilgili olarak hep Bedir Ordusu’nun adı telaffuz ediliyor. Bedir Ordusunun/Örgütünün bu tür olaylarla ilgisi nedir? M. Bakır el-Hekim’in Irak’a gelmesinden sonra Bedir Ordusu’nun silahlarını bıraktığı yönünde haberler söz konusu idi. Bedir Ordusu’nun hâlihazırdaki durumu nedir? (Milis Gücü müdür, yoksa siyasi bir örgüt müdür?) Bu Örgüt neden bu tür suçlamaların hedefi kılınmaktadır? Tutuklanan bazı Sünnileri, Şiilere tabi olan İçişleri bakanlığından ABD güçleri tarafından kurtarılmasına yönelik haberlerin aslı nedir?
Bedir güçleri, diktatör Saddam rejimiyle savaşmış mücahit İslamî güçlerdir. Eğer Saddam, Doğu ve Batı’dan yardım almasaydı Bedir güçleri 1991 yılında Saddam diktatörünü Irak halkının gücüyle devirmiş olacaktı. Ancak 9 Nisan 2003’de Saddam rejiminin yıkılması ve siyasî baskılar sonucu bu askeri örgütlenme, siyasî örgütlenmeye katılarak Irak sahasında faaliyet gösteren diğer güçler gibi sosyal yapılanmaya dönüşmüştür. Dolayısıyla 9 Nisan 2003 sonrası Bedir hareketi, Irak parlamentosunda temsilcileri bulunan yalnızca sosyal aktivitelere ilgilenen siyasî bir oluşumdur.
Türkiye’deki bazı medya kuruluşlarında yayınlanan şayiaların kaynakları ise ya Saddam rejiminden, Irak halkının zenginliğinden çıkarları olan yahut Vehhabî zihniyeti yaymaya çalışan Arap yayın kuruluşlarıdır. Türkiye’de gerçekle örtüşmeyen yorumlar yazan, bazı köşe yazarları vardır ki biz buradan isim vermek istemiyoruz.
-Sünni-Şii çatışmasını hedefleyen tahrik amaçlı saldırılara karşı iki kesimin din âlimleri veya kanaat önderleri arasında kardeşlik ortamını güçlendirmeye dönük adımlar atıldı mı? Bu tür bir kardeş savaşı çıkmasını önlemeye dönük olarak ne tür girişimler yapılmasını öneriyorsunuz?
Dışarıdan ve içeriden entrikalar çeviren kimselerin varlığına rağmen Irak’ta mezhebi çatışma çıkmamıştır. Saddam rejiminin kalıntıları böylesi bir çatışma yaratmanın peşindeler. Ancak Ayetullah Seyyid Ali Sistanî ve Irak İslam Devrimi Yüksek Meclisi başkanı Seyyid Abdulaziz El-Hekim’in çabalarıyla Zerkavi taraftarı tekfircilerin ve Baasçıların eliyle her gün Şiiler öldürülmesine rağmen böylesi bir çatışmanın çıkması önlenmiştir. Bu kimseler yaptıkları eylemleri de kendilerine yönelik düzenlenen operasyonları da Sünnî kardeşlerimize mal etmeye çalışmaktadırlar.
-Felluce ve Telafer kentlerine yönelik ABD saldırıları sırasında hükümet güçlerinin de yer almış olması, Türkiye’deki kimi basın organlarında “İç İşleri bakanlığına sahip olan Şiilerin, Sünnileri yok etmeye çalışması” olarak yansıtıldı. “Bedir Tugayları, Sünnî avına çıktı” diyenler oldu. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Teröristler Felluce ve Tela’fer’i teröristlerin merkezi haline getirmişlerdi. Her gün Bağdat’ta ve diğer bölgelerde içerisi patlayıcı dolu arabalar patlatılıyordu. Felluce ahalisi teröristlerin elinde esir haline getirilmişti. Tela’fer’de ise halen daha kendilerini savunacak kimsesi olmayan Şiî Türkmenleri öldüren teröristler bulunmaktadır.
Felluce ve Tela’fer hakkında zikrettiğiniz surette haber yayınlayanların terör gruplarından başka gösterebilecekleri bir kaynak yoktur. Sorarım sizlere: Neden bu medya kuruluşları teröristler tarafından Türkmen Şiilerin Kerbela ve Necef’e; başka bölgelere göçe zorlanmasından bir satır bile bahsetmiyorlar?! Günler önce Musul üniversitesinde ve merkezde öldürülen Tela’ferli Üniversite öğrencilerinden bahsetmiyorlar?! Ne esef vericidir ki Tela’fer’deki aşiret liderleri, hükümetten teröristlere müdahale etmesini isteyince bir de bakıyoruz oradan buradan “Sünnileri ve Tela’fer’deki Türkmenleri savunun” diye sesler yükselmeye başlıyor. Bu medya kuruluşları belki de gaflet içerisindeler; Şii ve Sünnî Türkmenleri kendileriyle işbirliği yapmadıkları için öldüren Irak asıllı olmayan Arap teröristlerin iç yüzünden habersizler! Acaba kiralık kalemler, teröristler tarafından öldürülen Şii ve Sünnileri Türkmen saymıyor mu?!
-15 Aralık seçimlerinden sonra kurulacak olan kalıcı hükümetin işgalin sona ermesi yönünde bir takvim belirlenmesine dönük bir talebi olacak mıdır? İşgalin sona ermesi için içeride hangi şartların oluşması gerekmektedir? Bu konuda Irak’taki etnik ve dini kesimlere nasıl bir sorumluluk düşmektedir?
Şerefine düşkün hiçbir insan, yurdunun işgal altında kalmasını kabul etmez! Irak’ta hala işgal varsa bunun sebebi teröristlerdir. Milli bütünlük üzere kurulacak hükümet sonrası Irak halkı tarafından seçilmiş parlamento aracılığıyla bu mesele halledilecektir.
-Irak’ta, kuzeydeki Kürt federasyonunun dışında başka federatif yapıların kurulması mümkün müdür? Böylesi bir adım atılması, Irak’taki sosyal ve siyasal durumu nasıl etkiler?
Irak İslam Devrimi Yüksek Meclisi yönetimi ve çoğunluk Irak’ta federasyondan yana! Kuzey’de bir federasyon, güneyde de merkezî bir yapılanma mümkün değildir. Federasyon, bölge yönetimine dayalı yönetiminin benzeridir. Yönetimi, güvenliği ve olanakları kendi içerisinde ana yasaya göre düzenlenir. Bize göre bu Irak’ın millî birliğini güçlendirir nitelikte sonuçlar verecektir.
-Irak halkının, yeni kurulacak hükümetten beklentilerini öncelik sırasına göre sayacak olursak neler söyleyebilirsiniz?
Irak halkının en önemli talebi, emniyet ve istikrara kavuşmaktır.
-Türkiye halkına ne mesaj vermek istersiniz? Türkiye’deki Müslümanlardan Irak’la ilgili beklentileriniz nelerdir?
Türk halkı, Müslüman bir halktır. İster Arap ister Türk ister Kürt olsun birçok aşiret arasında akrabalık bağı olacak şekilde halklar arası tarihi bir ilişki söz konusudur. Alevî, Şiî, Sünnî vb. çevrelerin hepsinin iki bölgede derin uzantıları vardır. Türkiye hem hükümetiyle hem de halkıyla zor günlerinde Irak halkının yanında durmuştur. Türkiye’nin bu duruşunu sürdürmesini temenni ediyoruz.