Velayet-i Fakih; şahsın değil, fakihin velayetidir

30 Ocak 2012

YDH- İran parlamentosunda İlkeci cenahta yer alan milletvekillerinden Ali Mutahhari, ülkesinde son iki yıldır yaşanan siyasi tartışmalarla ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu.

 

YDH- İran parlamentosunda İlkeci cenahta yer alan milletvekillerinden Ali Mutahhari, ülkesinde son iki yıldır yaşanan siyasi tartışmalarla ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Tahran Milletvekili Dr. Ali Mutahhari’nin, İran’da yayımlanan millet gazetesine verdiği mülakatın çevrisini sunuyoruz.

- Bugünlerde herkes “Sapık Cereyandan” söz ediyor. İsfendiyar Rahim Meşşai’yi bu cereyanın lideri olarak tanıtıyor. Meşşai’nin durumu ve hangi hedefler peşinde olduğu bir yana bu meselenin bugünlerde gündeme getirilmesinin ayrı bir önemi olduğu gözüküyor. Bu sapkın cereyanın söz konusu edilmesi bizatihi kamuoyunu saptırmaya ve elitleri ve siyasileri yanıltmaya yönelik bir girişim olarak gelmiyor mu size de?

-  İhtimaller ve zanlar üzerine görüş bildirilemez ve bildirilmemeli. Görüşler kesin ve nesnel bilgilerden hareketle ortaya konmalıdır. “Sapkın” diye adlandırılan cereyanla ilgili kesin olan bir şey varsa o da şudur. Sayın Meşşai ve Ahmedinejad, kültürel meselelerle ilgili olarak İslami esaslarla ve devrimin ilkeleriyle bağdaşmayan düşüncelere ve inançlara sahiptirler.

- Antik İrancılık gibi mi?

-  Evet, onların antik döneme yönelmeleri, İslam öncesi İran’ı diriltmeye çalışmaları, “İslam öğretisi yerine İran öğretisi”ni söz konusu etmeleri, Kuroş’u ve Kuroş Bildirgesini fazlaca gündeme getirmeleri ve nevruz törenlerinin abartılı bir şekilde yapılması, bu inancın sonucuydu. Bu da tıpkı Şah rejiminin İran’dan İslam’ı silmek için uygulamaya çalıştığı politikalar gibiydi. Elbette İran’ın İslam öncesi medeniyetinin bütün olumlu ve olumsuz yönlerinin tarihi bir gerçeklik olarak ortaya konmasının hiçbir sakıncası yoktur. Ama Onların bu işlerinin siyasi bir hedefi bulunmaktadır. Devrim Lideri’nin ifadesiyle niçin İran’ın İslam’dan sonraki büyük medeniyet iftiharlarını söz konusu etmiyorlar?

- Bu beylerin inançlarının sapkınlığına dair iddialara ilişkin başka meseleler de var mı?

 - Evet, Cumhurbaşkanı’nın kendisinin televizyonda söylediği gibi, İslam devletinin toplumda İslami hicaba nezaret etmek gibi iyiliği emredip kötülükten sakındırma görevinin olmadığına inanması da Sayın Meşşai ile Ahmedinejad’ın sapkın inançlarına ait örneklerdir. Halbuki fakihlerin icması bulunmaktadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırma ile ilgili yasaları uygulamak İslami hükümetin görevidir. Toplumumuzdaki kültürel yozlaşmaların önemli bir kısmı, maalesef şu an ülkedeki yürütme gücünü elinde bulunduran bu iki kişinin bu inancından kaynaklanmaktadır. Onların bu düşüncesi seküler hükümetlerin düşüncesine benzemektedir. Onlar da bizim halkın inancı, davranışları ve ahlakı karşısında sorumluluğumuz yoktur diyorlar.

- Sayın Mutahahri, “Cephe-yi Paidari” gibi üyeleri sizin meclisteki çalışma arkadaşlarınızdan oluşan yeni kurulmuş bir siyasi hareket, “Sapık cereyan” ile Ahmedinejad’ın ayrı tutulması gerektiğini iddia ediyorlar ve Meşşai olmaksızın Ahmedinejad’ı desteklediklerini söylüyorlar. Sizce bu iddia ne ölçüde kabul edilebilir bir iddiadır?

- Bu iki kişi, birbirinden ayrılmaz bir bütündür. İkisinin de inancı aynıdır. Cephe-yi Paidari gibi siyasi grupların; ‘sapkınlık Meşşai’den kaynaklanıyor, biz Ahmedinejad’ı kabul ediyoruz; ama Meşşai’yi kabul etmiyoruz’ demeleri mizahtan öte bir anlam taşımamaktadır.

- Reformcular tarafından son dönemde büyütülen meselelerden biri de Encümen-i Hüccetiye’nin faaliyetlerinin yeniden başlaması meselesiydi. Sizce mevcut hükümetteki ulemadan uzak durma anlayışı bazılarının iddia ettiği gibi Encümen-i Hüccetiye’nin hükümet içerisindeki nüfuzundan mı kaynaklanıyor?

- Onların sorunu, İslam uzmanlığı konusunda kendilerini yeterli görmeleri ve sonuçta da bir din uzmanı olarak ulemaya ve İslami otoritelere ihtiyaç duymamalarıdır. Bu sebeple de dini mercilerin ve genel olarak da ulemanın önemine inanmıyorlar. Günün şartlarına ve belirledikleri maslahatlara göre kendileri karar veriyorlar. Bu yüzden de devrimden önceki sapkın gruplara benziyorlar.

- Sayın Mutahhari, son yıllarda İran’ın siyasi atmosferinde şiddetlenen şöyle bir mesele var. Ülkedeki bir akım, yapabildiği ölçüde ülkedeki mevcut durumu eleştiren unsurları sınır dışına göndermeye çalışıyor. Bu çerçevede de kendi yönetimlerindeki medyayı da bu yönde kullanıyor. Örneğin, reformcuları “eleştirel”den “muhalif”e, muhalifleri de “rejim karşıtı”na dönüştürüyorlar. Sonuçta da reformcular münafıktır, diyerek onların en şiddetli şekilde cezalandırılmalarını istiyorlar. Bu baskılar sebebiyle devrimci güçler içerisindeki aşınma artmakta ve ülkenin siyasi ortamına tanınmayan günübirlik yöntemler girmeye başlamaktadır. Bu davranışlar, ülkedeki siyasi nizam açısından ne ölçüde tehlikelidir?

-  Rejim karşıtı yaratmak bir nizam için en büyük afettir ve maalesef bu, şu an bazı fırsatçılar tarafından gerçekleştirilmektedir. Bizim şu anki durumumuz, meşrutiyet devrimi sırasındaki durumuza benziyor. Bazıları, gerçek devrimcilerden daha devrimci kesildi, daha ateşli bir şekilde devrim sloganları attı. Gerçek devrimciler yavaş yavaş kenara itildi ve sonuçta da meşrutiyet sert bir diktatörlüğe dönüştü. Şimdi de devrime hiçbir emek vermeyenler, devrimin kıymetini bilmeyenler, yaşları bu devrimin tarihini doğru anlamaya imkan vermeyenler kendilerinin gerçek devrimci olduğunu, geri kalanların ise, ya “sınıfta kalanlar”, ya “basiretsiz havas” ya da “fitneci” olduğunu iddia ediyorlar. Sonuç itibariyle gerçek devrimcilerin birçoğunu kenara ittiler. Şu anda da kafalarını duvara çarpacak şekilde işlerine devam ediyorlar. Yaptıkları işleri izah etmek için de kendilerince İslam tarihinden de benzerlikler kuruyorlar.

- Bu cereyanın hedefi nedir?

- Bunlar, gerçekte güç peşinde olan fırsatçılardır. Geçmişleri de onların takvadan nasipsiz olduklarını göstermektedir. Sadece nefislerinin arzularının peşinde koşuyorlar. Bunlarla mücadele edilmeli ve bunları gerçek çehresi halka açıklanmalıdır. Maalesef bunlar yüzlerini velayet-i fakihi savunma maskesiyle gizliyorlar. Avam ise bunların hilelerine aldanıyor. Velayet-i fakih konusunda toplum aydınlatılmalıdır. Şehit Ayetullah Mutahhari’nin ifadesiyle devrim kendi evlatlarını yemez. Bu, toplumun liderlerinin ve beyin kesiminin gafleti sebebiyle fırsatçıların sızması ve devrimin evlatlarını kenara itmesidir. Bu çerçevede öyle gözüküyor ki bu cereyan Ayetullah Haşimi Rafsancani’yi İran siyasi sahnesinden silmeye çalışıyor ve bu hedeflerine ulaşmak için de ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar.

- Sizce onların Ayetullah Haşimi’yi siyasi sahneden silebilecek gücü var mı? Ve Ayetullah Haşimi Rafsancani, niçin bu cereyan açısından bu kadar önemlidir ki ona karşı tüm psikolojik savaş yöntemlerini kullanıyorlar. Halbuki Sayın Haşimi’nin 20 yıl önceki gibi olmadığı da görülüyor.

 - Onlar, Sayın Haşimi’yi devrimden silebilecek güçte değildirler? O, güçlü bir halk desteğine sahiptir ve halk da onun yaptığı hizmetleri takdir etmektedir. Ona yönelik psikolojik savaşın ve propagandanın sebebi ondan korkmalarıdır. Belki de Ahmedinejad’ı ilk tanıyan ve onun yöneticilik tarzının ülkeye yönelik tehlikesini ilk hissedip açıklayan Sayın Haşimi’ydi. Elbette o 9. Ve 10. Hükümetlerin olumlu yanlarını da söylese daha başarılı olurdu. Bugün de o siyasi sahneye geri dönmedikçe ve mesela Cuma namazı kıldırmaya başlamadıkça yaşanan son siyasi bunalım bitmeyecektir. Çünkü onun bakış açısı adil ve gerçekçidir.

- Peki bu cereyan ulemayı siyaset ve yönetim ortamından silebilecek mi?

- Elbette velayet-i fakih ilkesinin bereketiyle ulemanın kolayca siyaset ve hükümet ortamından silinmesi çok da mümkün değildir. Ulema, kendi içinde reforma gitmeli ve eksiklerini gidermelidir. Bazı taklit mercilerinin ve büyük alimlerin sapmalar ve kötü davranışlar karşısında sükut etmesi ulemanın zararınadır.

Şehit Ayetullah Mutahhari’nin ifadesiyle garpzede aydınlar toplumsal reformların bayrağını ele geçirmemesi için reform bayrağı ulemanın elinde olmalıdır. Sorunuza cevaben eğer faraza ulema siyasi sahneden silinirse devrim kısa bir süre sonra çizgisini değiştirecek ve Batı’nın eteğine düşecektir.

- Sayın Mutahhari, ülkenin yararını düşünen birçok kişinin son yıllarda vurguladığı bir diğer mesele de askerlerin, özellikle de Devrim Muhafızlarının siyasete karışmaması meselesidir. Siz, Sayın Ahmedinejad,  General Rüstem Kasımi’yi, petrol bakanlığı için aday gösterdiğinde bir konuşma da yapmıştınız. Devrim muhafızlarının siyaset ve ekonomiye girmesinin sakıncası nedir? Devrim Muhafızları kendileri için tanımlanan görevin dışına çıkarak Allah korusun bir askeri-siyasi parti olursa bunun ne gibi olumsuz sonuçları olur?

- Açıktır ki Devrim Muhafızları sahip olduğu askeri mahiyet çerçevesinde işlerini yapmalıdır. Elbette Devrim Muhafızlarının İslam Devrimini ve onun kazanımlarını korumak görevi de vardır; ama bu ekonomik ve siyasi makamlara sahip olması, askeri bir gücün siyasi ve ekonomik bir güce dönüşmesi ve mesela her seçimde falan adayı destekliyoruz, filan adayı desteklemiyoruz diye açıklama yapması anlamına gelmez.

Bunlar Devrim Muhafızları ordusu içerisinde sapmaya, fesada ve ayrılıklara sebep olur ve Devrim Muhafızlarının felsefesine aykırıdır. İslam Devriminin ideallerini korumanın ve savunmanın anlamı şudur: Eğer halkın Mücahitleri, Furkan ya da Halkın Fedaileri gibi silahlı mücadele ilan eden gruplar bulunursa Devrim Muhafızları bunlara karşı koymakla görevlidir.

- Sayın Mutahhari, 8. Meclisin son günlerinde değerlendirilmesi gereken bir diğer mesele de bu meclisin faaliyetleridir. Siz benden çok daha iyi biliyorsunuz ki milletvekillerinin ve yakınlarının bazı yolsuzluklarla ve yolsuzluk ve servet çevreleriyle irtibatından söz edildi. Bu haberlerin doğruluğu ve yanlışlığı bir yana kamuoyunda 8. Meclisin Hasan Müderris’i unvanı verilen ve bağımsızlığı ile tanınan bir milletvekili olarak ve mecliste uzun yıllar bulunmuş biri olarak size şunu sormak istiyorum: Bugün İran meclisinin hastalığı nedir?

- Milletvekillerinin büyük bir çoğunluğu temiz ve sağlamdır. Bugün İran meclisinin hastalığı bağımsızlığının olmamasıdır. Bunun bir kısmı velayet-i fakih ilkesine ilişkin yanlış yorumdan kaynaklanmaktadır. İkincisi ise milletvekillerinin ortaya koyacakları görüşlerden dolayı adaylıklarının reddedilmesinden korkmalarından kaynaklanmaktadır. Milletvekili açıklama yapmaktan ve görüş bildirmekten korkmamalıdır. Anayasa çerçevesinde ülkedeki her meseleyle ilgili görüş beyan etmelidir. Bizim meclisimizin ruha ihtiyacı var. Bu ruh da özgür ve bağımsız milletvekilleriyle yaratılabilir.

- Sayın Mutahhari, cumhurbaşkanına soru önergesi vermekle çok daha büyük sorunlar yüklendiniz. Bu mesele, bu önergeyi imzalayan milletvekillerinin açıklamalarında kendini gösteriyordu. Ahmedinejad’a soru önergesinden dolayı milletvekilleri üzerinde ciddi bir baskı oluştu. Siz de bu meseleye bir röportajınızda değinmiştiniz. Bu baskılar daha çok hükümetten mi yoksa hükümet yanlılarından mı geliyordu?

- Önergeyi imzalayanlar üzerinde iki taraftan baskı vardı. Hem hükümet tarafından, yani cumhurbaşkanının parlamentodan sorumlu yardımcılarından ve meclise gidip gelen bakan yardımcılarından hem de imzaların geri alınması için müthiş baskı yapan vali ve kaymakamlardan geliyordu. Bu birkaç ay içerisinde milletvekillerinin imzalarını geri almaları için yapılan tuhaf işler bana nakledildi. Örneğin bir milletvekili, seçim bölgesindeki bir imar projesinin durdurulmasıyla tehdit edildi.

Elbette son dönemde bu önerge komisyonlara havale edilince baskılar biraz azaldı. Öte yandan meclis başkanlık kurulu üyelerinden de imzaların geri çekilmesi için baskılar yapıldı. Ben imza toplamak için milletvekillerinin yüzde 90 ile görüştüm. Onlarla konuştuğumda çoğunun benim gibi düşündüğünü ve benimle aynı şeyleri söylediğini gördüm.

Başlangıçta baskı çok ağırdı, bazı milletvekilleri eğer biz bu önergeyi imzalarsak seçim bölgemizdeki bürolarımızı basıp darmadağın ederler, Cuma namazlarında bizi hedef alan sloganlar atarlar, bürolarımızın camlarını kırarlar diyorlardı. Yani dörtte bir milletvekili vardı. Ama yasadışı uygulamalar arttıkça cumhurbaşkanı istihbarat bakanlığı krizi sırasında evine çekilince ortam duruldu ve birçok milletvekili de benim sözüme geldi. Bazıları benim yanıma gelip sen bunları nasıl tanımışsın dediler.

- Velayet-i fakih meselesi, İran’daki siyasi sistemin temel esası olarak her zaman siyasiler ve siyasi gruplar arasında bir sorun olarak ortaya çıktı. Birçok defa da zatıaliniz velayet-i fakihin doğru ve yanlış yorumlanması konusunda konuşmalar yaptınız. Sizce velayet-i fakihin gerçek ve öz tarifi nedir? Kimler, yanlış tanımlar üzerinden velayet-i fakih abası altına gizleniyor ve bu nifak cereyanı nasıl ifşa edilebilir?

- Velayet-i fakih bir ideoloji ve öğretidir, İslam’ın ve fakihin velayetidir, şahsın değil. İdeolojik bir devletin başında öğretinin uzmanının bulunması gerekir. Bu, açık ve akli bir durumdur. Önemli olan onun doğru yürütülmesi için nasıl icra edildiğidir. Bu iş için de görevini yapsın diye Uzmanlar Meclisi öngörülmüştür.

Bazılarının örneğin özgürlük gibi birçok kavramı olduğu gibi velayet-i fakihi de kötüye kullanması ve velayet-i fakih bahanesiyle kendi hedefine ulaşmaya çalışması mümkündür. Halkın öncelikle velayet-i fakihi doğru anlaması gerekiyor. İkinci olarak da bu ilkenin ardına saklanıp kendi şahsi hedefleri peşinde olanların hilelerine kanmaması gerekiyor.

- Bir süredir bazı şahsiyetler Devrim Liderine ülkedeki mevcut durumu eleştiren mektuplar yazıyorlar. Sizce bu tür şeyler doğru mudur? Eğer doğruysa burada nasıl bir söylem kullanılmalıdır?

- İlkesel olarak mektup yazmayı doğru buluyorum. Her vatandaşın bizzat veya mektup aracılığıyla Devrim Lideri’ne soru sorma hakkı vardır. Ancak mektubun dili edepli ve saygılı olmalıdır. Liderliğin saygınlığı çiğnenmemelidir. Çünkü liderin emretmesi halkın da bunu koşarak icra etmesi imamet ve velayet-i fakihle elde edilen ve Batılıları dehşete düşüren bir şeydir.

Devrim lideri, sorulara ve eleştirilere açık yüreklilikle cevap verdiğini göstermiştir. Kendisi defalarca eleştirileri kabul ettiğini ve hesap verdiğini ortaya koymuştur. Bazen bir şahsın etrafındaki müritler işleri harap ediyorlar. Çünkü o şahıstan hesap verici olmayan bir put yaratmak istiyorlar. Dolayısıyla bizim meseleleri birbirine karıştırmamamız gerekiyor. Lidere soru soran ve onu eleştiren bir şahsın aynı zamanda ona itaat ediyor olması da mümkündür.

- İç ve dış siyasi şartları göz önünde bulundurarak İran’ın siyasi sisteminin geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

- İçeride biz birlik ve beraberlik içerisinde olursak Batılılar bize hiçbir şey yapamaz. Ama son iki yıllık süreç devam ederse ve eleştiri yapan herkesi devrim treninden indirirsek, muhaliflere şiddet uygularsak o zaman biraz kaygılanmamız gerekiyor.

Çeviren: Alptekin Dursunoğlu