İsrail, Arafat’la değil Sinvar’la savaştığını öğreniyor

İsrail, Arafat’la değil Sinvar’la savaştığını öğreniyor

Sınırsız uluslararası desteğine rağmen Gazze’de hiçbir askeri hedefine ulaşamaması ve ağır kayıplar vermesi İsrail’in iç çelişkilerini derinleştiriyor. 

Gazze’deki tutuklu İsraillilerin aileleri ve kara harekatına katılan birliklerin verdiği ağır kayıplar, rejim üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyor. 

Savaşın başında açıkladığı hiçbir hedefe ulaşamayan İsrail hükümeti, kamuoyundan sabır ve anlayış bekliyor ve zaman istiyor; ancak zaman içinde hedeflere daha yaklaşıldığına dair somut ve ikna edici kazanımlar gösteremiyor. Bu ise İsrail kamuoyunda kandırılmışlık duygusu uyandırıyor ve umutsuzluğa sebep oluyor.

Gazze’ye yapılan iki buçuk aylık sınırsız hava bombardımanı ve kara saldırıları ile ikna edici bir zafer hikayesi anlatamayan İsrailli liderler, savaşta üçüncü aşamaya geçtiklerini açıkladı. 

İlk aşama yoğun hava bombardımanı, ikici aşama ise kara harekatıydı. Üçüncü aşamada operasyonların şiddetinin azalmakla birlikte daha net ve noktasal olacağını belirten İsrailli askeri yetkililer, hala öngördükleri hedeflerden çok uzak olduklarını itiraf ediyorlar.

İsrail ordusu defalarca Beyt Hanun’u, Gazze kentini, Şucaiye bölgesini ve Cibaliya kampını kontrol altına aldığını açıkladı. Ancak Filistin direnişi tarafından yayımlanan operasyon görüntüleri ve sansüre rağmen gizlenemeyen ağır kayıplar, İsrail kamuoyunun kendi liderlerine olan güvenini sarstı.

İsrail ordusunun eski komutanlarından General Yitzhak Brik, Haaretz gazetesinde yayımlanan “İsrail ordusuna ve analistlerine inanmayın Hamas’ın Tünellerinin çözümü yok”[1] başlıklı yazısında kamuoyunun aldatıldığını ifade etti.

İsrail’in ana akım medyasını oluşturan Haaretz, Yediot Ahronot ve Maariv gazetelerinin analistlerinde de General Brik’in yazısında ifade ettiği umutsuzluk hakim.[2]  

Gazze iki buçuk ay boyunca halı bombardımanı ile yerle bir edildi ve çoğu kadın ve çocuk 20 binden fazla kişi öldürüldü. Ancak İsrailliler bile bu sonucu zafer olarak kutlayamıyor. 

Daha da kötüsü üç aya yaklaşan bu soykırım, uluslararası kamuoyunda İsrail’e karşı öfke ve nefret yaratıyor. 

İsrail rejimi, Gazze savaşına başladığında üç açık hedef ortaya koymuştu:

1- Başta Hamas olmak üzere Gazze’deki direniş gruplarını yok etmek,

2- Direnişçilerin tutukladığı İsraillileri kurtarmak,

3- Gazze’de yeni bir siyasi ve toplumsal düzen inşa etmek.

Sınırsız uluslararası desteğe sahip olmasına, savaşta hiçbir ahlaki ve hukuki kural tanımamasına rağmen İsrail rejimi açıkladığı hedeflerinden çok uzakta ve bunu kendi askeri liderleri de itiraf ediyor. 

İsrail ateşkes dileniyor

Halbuki soykırımı durdurması yönünde hiçbir uluslararası baskı yok; hatta Batılı rejimlerin açık, bazı bölge ülkelerinin ise örtülü teşviki var.[3]

Bu şartlara rağmen İsrail rejimi Mısır ve Katar aracılığıyla ateşkes dilenirken; Direniş ise ateşkes ve esir takası konusunda kendi şartlarını dayatmaya devam ediyor.

Gazze’deki direnişin lideri Yahya Sinvar’ın Hamas siyasi büro yetkililerine yazdığı mektup, görünenin aksine askeri sahaya kimin hakim olduğunu ortaya koydu. 

Yahya Sinvar’ın mektubu yayımlandığında Hamas siyasi bürosunun yetkilileri İsrail rejiminin Mısır ve Katar aracılığıyla ilettiği ateşkes teklifini görüşmek için Kahire’ye gidiyordu. 

Geçici ateşkes ve esir takası teklifi direniş liderleri tarafından reddedilen İsrail rejimi, bu kez kalıcı ateşkes teklif ediyor ve bunu da şu şartlara bağlıyordu:

- Hamas Gazze yönetimini bırakacak,

- Direniş grupları yargılanmama garantisi ile Gazze’yi terk edecek,

- Gazze’deki yeni yönetim seçimle belirlenecek.[4]

Boyun eğen direnişten, direnen direnişe 

İsrail rejiminin Mısır, aracılığıyla ilettiği ve Hamas siyasi bürosunun da müzakereye değer bulduğu bu teklif, 1982’deki Lübnan işgali sırasında FKÖ’ye yapılan teklifin benzeriydi.

İsrail rejimi 1982’de Filistin direnişinin askeri altyapısını yok etmek hedefiyle Lübnan’ı işgal etmiş, FKÖ liderliği de direnişi bırakarak Tunus’a sürgün edilmeyi kabul etmişti. 

Gazze, Lübnan ile kıyaslanmayacak kadar küçük ve Lübnan’la kıyaslanmayacak kadar ağır bir yıkıma maruz kaldı. Ancak 1982’de Lübnan’da saatler içerisinde çöken Filistin direnişine karşı, şu an Gazze’de 3 aydır savaşan ve karşı tarafa ateşkes şartları dayatan bir direniş var. 

1982’deki Filistin direnişi, sürgün olarak bulunduğu Lübnan’da; 2023’teki Filistin direnişi ise kendi vatanında savaşıyor. Fakat iki sonuç arasındaki farklılık, sadece kendi yurdunda savaşma avantajıyla açıklanmayacak kadar karmaşık. 

Hatta daha da ötesi 1982’de Filistin direnişi birçok bakımdan, 2023’tekinden çok daha avantajlı şartlara sahipti. 

Örneğin 1982’de Mısır’dan başka İsrail’le ilişkilerini normalleştirmiş Arap ülkesi yoktu. Filistin ulusal liderliği bölünmemişti ve resmi Filistin liderliği (FKÖ), direnişi kınamıyordu.

Silahlı mücadele veren bir örgüt olmasına rağmen el-Fetih, terör örgütü olarak kabul edilmiyordu. 

Yaser Arafat, silahlı mücadele veren bir örgütün lideri olsa da BM dahil uluslararası platformlarda itibar görüyor ve birçok ülke tarafından açıkça destekleniyordu.

2023’te ise 1982’dekinin aksine bölgede İsrail değil, Filistin direnişi yalnızlaştıİran ve Suriye dışında silahlı direnişi destekleyen bölge ülkesi kalmadı. 

Bölge ülkeleri İsrail’le ilişkilerini normalleştirmek ve geliştirmek için birbiriyle yarışa girdi. Direniş örgütleri terör listesine alındı. Filistin ulusal liderliği parçalandı. 

Halkın desteklediği liderler ‘terör’ listesine alınırken halkıyla yabancılaşmış liderler ‘yasal temsilci’ olarak tanındı. Filistin’in yasal temsilcisi olarak tanınan Filistin Özerk Yönetimi, İsrail’e güvenlik hizmeti veren bir aparata dönüştü. 

Direniş örgütleri düşünce, yöntem ve mücadele araçlarıyla terörle eşitlenirken direnişi destekleyen ülkeler de İran ve Suriye örneklerinde olduğu gibi ekonomik yaptırımlar, askeri tehditler, dış müdahaleler veya iç savaşlarla tahrip edildi.  

Dolayısıyla hem direniş örgütleri hem de direnişi destekleyen ülkeler açsısından 2023’de 1982’dekinden çok daha ağır şartlar söz konusu. 

Ancak bugünkü direniş gruplarını 1970’li ve 80’li yıllardakinden avantajlı kılan şartlar da var. 1970’li ve 80’li yıllarda Filistin direnişini destekleyen ülke ve lider sayısı fazlaydı; ancak bunların çoğu direnişi kendi çıkarlarına hizmet için kullanmaya çalışıyordu. 

Filistin direnişi Arap liderlerin çıkarlarına hizmet ettiği zaman Filistin davası zarar görüyor; onlara hizmeti reddettiği zaman da ya destek kesiliyor veya direnişten intikam alınıyordu. 

Saddam Hüseyin’in, el-Fetih’in ikinci adamı Ebu İyad’ı, terörist Ebu Nidal grubuna öldürtmesi bunun tipik örneğidir. 

Direniş Ekseni’nin yarattığı fark

Şimdiki direniş grupları ise kendilerini sadece direnişçi oldukları için destekleyen ‘Direniş Ekseni’ adlı bir ittifaka sahip. 

Direniş Ekseni, öncekilerin aksine direniş gruplarıyla patronluk ilişkisi kurmuyor. Onları vekil güç olarak kullanmıyor. Onlarla ortak hedefler için ittifak ilişkisi kuruyor. Danışmanlık yapıyor; ama emir vermiyor, onların kararlarını destekliyor.

Örneğin Hamas siyasi bürosu, 2012’de Suriye konusunda Direniş Ekseni’nin düşmanlarıyla aynı safa geçmiş olsa bile Direniş Ekseni, İzzeddin el-Kassam Tugayları ile ilişkiyi hiçbir zaman kesmedi. 

Elbette Hamas’ın Gazze liderliği ve İzzeddin el-Kassam Tugayları da her zaman Direniş Ekseni’nden yana oldu ve siyasi büroya karşı çıktı. 

Nitekim Kassam Tugayları’nın Muhammed Dayf’tan önceki komutanı Ahmed Cabiri, Hamas’ı Şam’dan Katar’a taşıyan dönemin siyasi büro başkanı Halid Meşal’e sert tepki gösterdi. “Körfez, Amerika ve İsrail tarafından satın alınan gruplar Suriye’yi yıkmak istiyor”[5] dedi. 

Kassam Tugayları, Suriye’yi terk eden Hamas siyasi bürosuna “Filistin, Katar’ın parasıyla değil, İran ve Suriye’nin Hizbullah aracılığıyla verdiği silahlarla kurtulur”[6] diye itiraz etti. 

Ahmed Cabiri, İsrail rejiminin 14 Kasım 2012’de düzenlediği suikastla öldürüldü. Halid Meşal ve Musa Ebu Merzuk yönetimindeki Hamas siyasi bürosunun tercihinin Filistin davasına nasıl ağır bir darbe vurduğu ve askeri kanadın ne kadar haklı olduğu 2013’ten sonra açıkça görüldü. 

Bu yüzden de Hamas siyasi bürosunu değiştirdi. Gazze lideri Yahya Sinvar ve yeni komutan Muhammed Dayf, dostu ve komutanı olan Ahmed Cabiri’nin çizgisini sürdürdü.

Hamas siyasi bürosu hatasından döndü, Suriye liderliği de onu affetti ve iki taraf arasında yeni bir sayfa açıldı.[7]

Direniş Ekseni’nin diğer bileşenleri İran ve Hizbullah, zaten hiçbir zaman Hamas’ın askeri kanadıyla ilişkisini kesmemişti.

Hamas’ın askeri kanadı 7 Ekim’deki Aksa Tufanı operasyonunu siyasi bürodan da Direniş Ekseni’nden de gizli planladı.

Bu operasyonda görev alacak Hamas savaşçıları Suriye ve Lübnan’da eğitim aldı.[8] Ancak Aksa Tufanı operasyonu, Direniş Ekseni ile koordineli değildi. Zira Hamas savaşçılarının Suriye ve Lübnan’da askeri eğitim alması rutin bir durumdu. 

Dolayısıyla operasyona katılan savaşçılar Suriye ve Lübnan’da Direniş Ekseni güçlerinden askeri eğitim almış olsa da Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrullah operasyondan sadece yarım saat önce Salih Aruri tarafından haberdar edildi. 

Aksa Tufanı operasyonunun Direniş Ekseni ile koordinasyonsuz yapılmış olması eksenin birkaç yıldır altyapısını kurmaya çalıştığı ‘Alanların Birliği’ stratejisine zarar verdi mi? Bunu savaştan sonra zaman içerisinde anlayabileceğiz. 

Ancak henüz altyapısı kurulmamış olsa da ‘Alanların Birliği’ stratejisi 7 Ekim’den sonra mecburen ve koordinasyon kurulmadığı için de doğaçlama olarak uygulamaya kondu.

Lübnan, Irak, Suriye ve Yemen’deki Direniş Ekseni güçleri yerel şartları ve kapasiteleri ölçüsünde savaşa dahil oldu. Böylece ‘Alanların Birliği’ stratejisi, Gazze direnişinin yükünü hafifletmeyi öngören bir hedefle uygulamaya kondu.

Hizbullah’ın Lübnan Meclisindeki milletvekillerinden Navaf el-Musevi, el-Menar televizyonunda yaptığı açıklamada Direniş Ekseni bileşenlerinin savaşa doğaçlama katılımının arka planını şöyle anlatıyor:

“Operasyonun olacağından haberimiz yoktu. Savaş başladığında Filistinli kardeşlerimize sorduk: Eğer bunu yaparsak (kapsamlı savaş başlatırsak) Gazze’ye saldırı durur mu? Dediler ki Hayır, İsrailli savaşçılar Gazze’de yenilmedikçe Gazze’ye saldırılar durmayacak.”[9]

Direniş Ekseni’nin savaş stratejisi

Hizbullah ile Hamas’ın bu istişaresi Direniş Ekseni’nin savaşa katılımının çerçevesini bir şekilde belirlemişti. Direniş Ekseni bileşenlerinin kapsamlı bir savaş başlatması, İsrail’in uluslararası müttefiklerinin müdahalesi için zemin yaratacak; ancak Gazze’ye saldırıları durdurmayacaktı. 

O halde yapılması gereken, savaşın kapsamını genişleterek Batılıların savaşa müdahalesine zemin yaratmak değil, İsrail’in Gazze’de yenilmesini sağlamaktı. 

İsrail’i yenmesi gereken Gazze direnişiydi; dolayısıyla Direniş Ekseni’nin diğer bileşenlerinin yapması gereken şey, Gazze direnişi üzerindeki yükü hafifletecek saldırılarla bunu İsrail için bir yıpratma savaşına dönüştürmek ve yenilmesini sağlamaktı. 

Direniş Ekseni, Gazze direnişinin varlığını kapsamlı bir savaşa girmesini gerektirecek kırmızıçizgi olarak belirledi ve yıpratma savaşına başladı. 

1948’den beri tüm savaşlarındaki kazanımlarını yıldırım harekatı ile birkaç günde kazandığı zaferlere borçlu olan İsrail rejimi için yıpratma savaşı çok yeni bir durum. 

Bu yüzden de bazı emekli generaller müstesna rejim liderleri sürecin sonunda kendilerini bekleyen felaketin farkında değil.    

Gazze direnişinin lideri Yahya Sinvar, ateşkes teklifini müzakere için Kahire’ye giden Hamas siyasi büro yetkililerine yazdığı mektupta bu stratejinin şu ana kadar başarılı olduğunu gösteren açıklamalar yaptı.

Yahya Sinvar, askeri sahayla ilgili somut rakamlar içeren bir rapor verdi ve “direnişin asla İsrail rejiminin şartlarını kabul etmeyeceğini vurguladı.”[10]      

 Savaşın başında Hamas’ı yok edip esirleri hiçbir taviz vermeden kurtarmayı ve direnişin olmadığı bir Gazze kurmayı hedef olarak açıklayan İsrail rejimi, önce geçici şimdi ise kalıcı ateşkes talep ediyor. 

İsrail rejimi 1982’de Lübnan’daki Filistin direnişine dayattığı şartlarını şimdi yeniden tekrar ederek savaşın kontrolünün kendinde olduğunu göstermeye çalışıyor. 

Ancak tüm dünyanın desteğiyle 365 kilometrekare büyüklüğündeki Gazze’yi üç aydır ele geçiremeyen İsrail, sadece gerçeklikten ne kadar koptuğunu göstermiş oluyor.

Çünkü Gazze’nin, saatler içerisinde kontrol altına aldığı 1982’inin Lübnan’ı olmadığını göremiyor. 

İsrail rejimi, 1982’de Tunus’a sürgün edilmeye boyun eğen Yaser Arafat’ın el-Fetih’i ile değil, Yahya Sinvar’ın ve Muhammed Dayf’ın Hamas’ı ve Direniş Ekseni’nin diğer bileşenleri ile savaşmakta olduğunu direnişin ateşkes şartlarına boyun eğdiğinde anlayacak. 

 


[1] Haaretz, 25 Aralık 2023, Don't Believe the IDF and Israeli Analysts. There's No Solution to Hamas' Tunnels

[2] YDH, 26 Aralık 2023, İsrail medyasında umutsuzluk hakim

[3] YDH, 27 Aralık 2023, İslami Cihat: Bazı Arap ülkeleri, Filistin direnişinin zaferini istemiyor

[4] YDH, 25 Aralık 2023, Hamas ve İslami Cihat’tan İsrail şartlarına ret

[5] Vatan, 8 Nisan 2013, الشهيد الجعبري: مجموعات من المرتزقة الممولة خليجيًا وأمريكيًا وإسرائيليًا تريد تدمير سوريا

[6] El-Kuds el-Arabi, 4 Haziran 2013كتائب القسام” تنحاز لاستمرار التحالف مع حزب الله وايران وتبرق لمشعل: تحرير فلسطين يأتي بحمل السلاح وليس بالمال

[7] Euronews, 19 Ekim 2022, Hamas 'yeni bir sayfa açmak' için Suriye lideri Beşşar Esad'la görüştü

[8] YDH, 28 Aralık 2023, Hamas 7 Ekim’i nasıl organize etti? Le Figaro, 26 Aralık 2023 Comment le Hamas a organisé dans le plus grand secret son attaque contre Israël

[9] RT, 23 Aralık 2023, حزب الله: عقب إطلاق "طوفان الأقصى" سألنا الفلسطينيين ما إذا كانت الحرب الشاملة ستوقف الهجوم على غزة

[10] YDH, 25 Aralık 2023 Sinvar’dan siyasi büroya mesaj: Şartları biz koyarız