Irak’taki siyasal kesimler ve üç verili tanımlama Şiiler Kürtler ve Sünniler

21 Aralık 2004 / Alptekin DURSUNOĞLU

Şiîler, Sünnîler ve Kürtler, Irak’ta siyasal eğilimleri tanımlamaya dönük terimler olarak kullanılıyor. Halbuki Irak’taki siyasal aktörlerin pozisyonunu belirlemeye ve Irak’ın geleceğini tayin etmeye dönük olarak kullanılan bu verili tanımlamaların, Irak’ın nesnel siyasî durumunu ortaya koyup koymadığı pek tartışılmıyor.

Şiîler, Sünnîler ve Kürtler, Irak’ta siyasal eğilimleri tanımlamaya dönük terimler olarak kullanılıyor. Halbuki Irak’taki siyasal aktörlerin pozisyonunu belirlemeye ve Irak’ın geleceğini tayin etmeye dönük olarak kullanılan bu verili tanımlamaların, Irak’ın nesnel siyasî durumunu ortaya koyup koymadığı pek tartışılmıyor.

 

Dinî, mezhebî ve etnik çeşitlilik açısından genel anlamda minyatür bir Ortadoğu manzarasının sergilendiği Irak’ta acaba gerçekten siyasal yapılar Şiî, Sünnî ve Kürt kavramlarının anlam dünyası temelinde mi şekilleniyor?

 

Irak’ta Şiîler, Sünnîler ve Kürtler, kendi içlerinde homojen bir siyasal blok olarak değerlendirilebilir mi? Irak içindeki bazı sosyolojik gruplara tekabül ediyor oluşları, acaba gerçekten bunların kavramsal bağlamları temelinde siyasî aktör rolü oynadığı anlamına gelir mi?

 

Yoksa bu ayrım, ABD’nin Irak’ın geleceğine dönük stratejik projeksiyonu doğrultusunda ortaya konmuş verili bir gruplama mıdır?

 

Bu ve benzeri sorulara aklî ve bilimsel cevaplar verilmeden Irak’taki siyasal duruma ve Irak’ın geleceğine ilişkin yapılacak değerlendirmeler, bizleri işgalcilerin Irak’ın geleceği ile ilgili projeksiyonlarına denk düşen sonuçlara götürebilir.

 

Binaenaleyh, bu çerçevede öncelikle Irak’taki siyasal eğilimlerle ilgili yapılan yukarıdaki üçlü ayırımın, gerçekte çerçevesi belli olan bir siyasal ve sosyolojik bütüne tekabül edip etmediğinin ortaya konması gerekmektedir.

 

Şiiler ve siyasî homojenlik

Tarihsel temellerinden ve dinî ilmiye havzalarının varlığından ötürü Şiîliğin, Irak’ta ciddî bir dinî-mezhebî gerçeklik olduğu biliniyor. Irak’ın nüfusunun yüzde altmış beşini oluşturan Şiîler, aynı zamanda Irak’ın en önemli sosyolojik gerçekliğini oluşturuyor. Peki ama dinî ve sosyolojik anlamda Irak’ta ağırlıklı bir bütün oluşturan Şiiliğin acaba halihazırdaki Irak’ta bu sosyolojik bünyesiyle doğru orantılı bir siyasal bütünlüğü var mı?

 

Bir teolojik zaruret olarak ortaya koyduğu müçtehit-mukallit ilişkisinden dolayı, içtihadı canlı bir kurum olarak yaşatan Şiiliğin, toplumsal ve siyasal anlamda da dinî bir kurumsal çatı altında ortak hareket etmeye en yatkın kesim olduğu söylenebilir.

 

Nitekim Şiîlerin 1. Dünya savaşı sonrasında İngilizlere karşı Osmanlı Devleti yanında yer alma politikası, Şiî din alimlerince ortaya konan bir politikaydı. 1. Dünya savaşının başlarında işgalci İngilizler, Fav yarımadasından Irak’a hücum ettiklerinde Şiî aşiretler Ayetullah Yezdî’nin fetvasıyla İngilizlere karşı koymuş, Osmanlı ordusunun da yardımıyla orada 13 binden fazla İngiliz askerini esir etmişti.

 

Irak’taki Şiî halk üzerinde son derece etkin olan Şiî İslam uleması, mezhebî açıdan Osmanlıya yakın olan diğer Arapların aksine emperyalistlerle işbirliği yapmamıştı. Emperyalistler askeri zaferlerinin ardından bu durumu çok iyi değerlendirdiler ve Şii ulemanın Irak siyasî hayatında belirleyici olmasına asla müsaade etmediler.

 

Şiî Havza-yı İlmiyeleri, haritası İngilizler tarafından çizilen Irak’ta, daha sonra hâkim olan rejimlere karşı hep bir mücadele merkezi rolü oynadılar. Ayetullah Muhammed Bakır es-Sadr, Ayetullah Seyit Muhammed Sadık es-Sadr ve Ayetullah el-Hekîm, Irak Baas rejimi tarafından şehit edilen onlarca din aliminin en bilinenleri oldu.

 

Fakat 30 yıllık Saddam rejiminin, özellikle İran’la yaptığı savaşta milyonlarca Şiînin katledilmesiyle sonuçlanan sindirme politikaları, Şiî İslamî hareketini Irak içerisinde büyük ölçüde parçalayıp zayıflattı.

 

Ayetullah Hekîm’in liderliğini yaptığı Irak İslam Devrimi Yüksek Meclisi, (IİDYM) ve Hizb-i Dava gibi gruplar, faaliyetlerini Irak dışına taşırken; içerideki diğer âlimler, siyaset dışı kalmaya özen göstererek özellikle Havza-yı İlmiyeleri muhafaza etmenin gayreti içerisinde oldular. Daha önceki taklit mercii Ayetullah Hoî ve şu an en güçlü taklit mercii olan Ayetullah Sistanî bu grup içerisinde mütalaa edilebilir.

 

Öte yandan İran İslam Devrimi’nden sonra, Irak’ta da yeni bir İslamî rejimden endişe duyan ABD, Irak’a yönelik planlamalarında Ahmet Çelebi ve İyad Allavî gibi, Şiî kökenli ama laik şahıslara ağırlık verdi.

 

ABD’nin, Ahmet Çelebi ve İyad Allavî gibi Şiî kökenli şahıslar üzerinden Irak’ta belirleyici olma çabası, hem Irak’taki en büyük nüfus kitlesine sahip olan Şiîler üzerinden Saddam’a yönelik bir baskı oluşturmaya, hem de Şiî siyasî inisiyatifi din alimlerinden çıkarmaya dönük bir adımdı. Söz konusu şahıslar, Şiî halk üzerinde din âlimleri kadar belirleyici olamasalar da, halihazırdaki durum itibariyle ABD desteği sayesinde Irak’ın geleceğinde ciddi rollere sahip kişiler olarak görülebilir.

 

Bu çerçevede, özellikle Irak’ın işgalinden sonra Şiî siyasal durumu ile ilgili olarak üç parçalı bir yapıdan söz edilebilir.

1-IİDYM, Hizb-i Dava ve Mukteda es-Sadr’ın Mehdi Ordusu gibi mücadeleci İslamî gruplar,

2-Ayetullah Sistanî gibi geçmişten beri siyaset dışı kalmaya özen göstermiş ve siyasî kişiliğinden dolayı değil, taklit mercii olma konumundan dolayı halk üzerinde belirleyici olan nüfuzlu din alimleri,

3-ABD tarafından güçlendirilmeye ve Irak’ın geleceğinde belirleyici kılınmaya çalışan Şiî kökenli din dışı şahıs ve gruplar.

 

Ayrıca Türkmenlerin yarıya yakın bir kısmının da Şiî olduğunu hatırlayarak Irak’taki Şiilerin sosyolojik anlamda da aslında zannedildiği gibi homojen bir yapı sergilemediğini belirtmek gerekiyor.

 

Mukteda es-Sadr grubunun farklı çıkışlarına rağmen, Irak Şiîlerinden ilk iki grubun, ABD’ye ve din dışı Şiî gruplara karşı ortak hareket etmeyi başardıkları ve merceiyet eksenli bir siyasal tavır belirledikleri söylenebilir. Bununla birlikte, Irak Şiîlerinin seçimlerde ve seçim sonrasında dinî kurumlar ekseninde bir siyasî homojenliği sürdürüp sürdüremeyeceği belirsizliğini koruyor.

 

Kürtler ve çıkara dayalı uzlaşma

Kürtler, Molla Mustafa Barzanî liderliğindeki KDP ile 1945’ten beri Irak’ta yakın vadede özerklik, uzun vadede ise bağımsızlık yanlısı bir siyasal söylem geliştirdiler.

 

KDP’nin Celal Talabanî liderliğinde KYB ile bölünmesi, Kürtlerin sahip olunan geleneksel aşiret yapısı yüzünden bütüncül bir liderlikten yoksun oluşu ve komşu ülkelerin Kürt siyasî gruplara yönelik engelleyici politikaları vb. gibi daha birçok sebep, Kürtlerin Irak’ta özerklik hedefini gerçekleştirmesini önlemişti.

 

Öteden beri aşirete dayalı geleneksel toplumsal dokuları ve onlarca farklı ideolojik ve siyasî grup temelinde şekillenen siyasi yapıları sebebiyle Kürtlerin, Irak içerisindeki belki de en heterojen unsur olduğu söylenebilir.

 

Bununla birlikte dahilî ve bölgesel açmazları bölge dışı güçlere dayanarak aşmaya çalışan Kürt siyasî aktörler, özellikle ABD müdahalesi sonrasında özerklik ideali konusunda ilk kez tarihî bir fırsat elde etmiş gözüküyorlar.

 

Barzanî ve Talabanî, ABD Dışişleri Bakanı Allbright’ın girişimiyle 17 Eylül 1998’de Washington anlaşmasını imzalayarak Kuzey Irak’ta iki parçalı bir siyasi egemenlik kurduktan sonra, eski çatışmalara son verdiler.

 

ABD, Irak’ı işgal edinceye kadar, bu iki büyük Kürt siyasî grubu, hem komşu ülkelere hem de birbirlerine ezdirmeyerek yanında tutabildi. Fakat Irak’ın geleceğinin, bu grupların herhangi birinin lehine veya aleyhine belirlenecek olması, 1998’den beri devam eden barış ve uzlaşı ortamını bozabilir.

 

Binaenaleyh, halihazırda Kürtler arasında ortak çıkara dayalı bir bütünlük manzarası varsa da bunun, son derece itibarî ve değişken bir siyasal ve sosyolojik zemine dayalı olduğu söylenebilir.

 

Sünnîler, hangi Sünnîler

Irak’ta belli bir kesimi ifade etmeye dönük olarak kullanılan kelimeler arasında en yadırgatıcı ve belirsiz olanı “Sünnîler” kelimesidir. Zira tıpkı Şiîlik gibi, dinî ve mezhebî bir gerçekliğe tekabül eden Sünnîlik, aslında Şiîliğin Şiîler üzerindeki dinî ve sosyolojik kapsamını ifade etmeyen bir kapsam ve bağlamda kullanılıyor.

 

Yani Irak’ta “Sünnîler” olarak ifade edilen kesim, dinî, sosyolojik ve siyasal bütünlük açısından kendi ontolojik bağlamından kopuk, belirsiz ve her yöne çekilebilen siyasal bir kavram olarak ortaya konuyor. Bu çerçevede akla şu soru geliyor: Ontolojik bağlamı itibariyle bir dinî mezhep olan Sünnilik, Irak söz konusu olunca neden Kürtleri ve Türkmenlerin yarıdan fazlasını kapsamıyor?

 

Irak’ın işgaline yönelik ABD senaryoları oluşturulur ve Irak içinde rejime muhalif ve rejime müttefik kesimler belirlenirken, Irak’ta Baas yönetimiyle sorunu olmayan kesim “Sünnîler” olarak nitelendi. ABD’nin işgal projeksiyonu içerisinde belli bir stratejik amaç için kullanılan bu tanımlama, ilginç bir biçimde İslam dünyasında da kullanılır oldu.

 

ABD, açık bir biçimde Saddam diktatörlüğüne karşı Irak içindeki etnik ve dinî çelişkilere dayalı bir tanımlama yaptı. Bu tanımlama doğrultusunda Saddam rejiminin nispî anlamda sosyolojik tabanını oluşturan Tıkrit, Ramadî ve Felluce’deki Sünnî Arap aşiretler, “Sünnîler” genellemesiyle ifadelendirildi.

 

Halbuki Irak’ta Sünnî teolojiye dayalı bir dinî hareketten bahsedilecekse, bunun tek muhatabı, bugünlerde adı hiç ortada olmayan ve geçmişten beri Saddam yönetimine karşı olan Irak İhvan’ı olabilirdi.

 

ABD’nin Irak içindeki etnik ve mezhebî çelişkileri derinleştirmeye dönük bu tanımlaması, ABD’nin işine yaradığı kadar, Saddam kalıntılarının ve bölgede Irak halkının farklı etnik ve mezhebî kesimlerine yönelik cinayetler işleyen Zerkavî grubu gibi terör örgütlerinin de işine yaradı.

 

Saddam yanlılarının, Sünnîlik adının dinî ve toplumsal meşruiyetini kullanarak, en azından Sünnî Arap halkın desteğini alıp, Irak’ın siyasal zemininde kaybettikleri konumu kazanmayı hedeflediği söylenebilir. Bu çerçevede liderliğini Saddam döneminde Şeriat Fakültesi dekanlığı yapan Muhammed el-Kubeysî’nin yaptığı Irak Ulema Heyeti’nin, “Sünnî Merceiyet” iddiası ile ortaya çıkışı oldukça çarpıcıdır.

 

Aslında sahip oldukları Selefî-Vahhabî ideolojiden dolayı Sünnî teolojiyle de ciddî bir çatışma içerisinde bulunan el-Kaide bağlantılı terör gruplarının da yine “Sünnî” isminin meşruiyeti altında ABD ile hesaplaşırken Sünnî halktan destek bulma hedefi güttüğü görülüyor.

 

Bu durumda Irak’taki siyasal gelişmeler değerlendirilirken Sünnî, Şiî ve Kürt ayrımının  yapay, gerçekçilikten uzak ve verili bir tanımlama olduğu görülmektedir.   

 

Sonuç

Esasen Irak’la ilgili siyasal yönelimleri daha gerçekçi bir bölümlemeyle ifade edecek olursak, kendi içlerinde homojen olmayan şu iki kesimle karşılaşmaktayız:

 

1- Saddam rejimine muhalif olup, onun devrilmesi sonrasında Irak’ın geleceğinde söz sahibi olmak ve süreci olabildiğince az kayıpla tamamlamak isteyenler.

2- Saddam rejiminin devrilmesiyle iktidar nimetlerini kaybettikleri için, her türlü şiddeti kullanarak yeni süreçte olabildiğince mevzi elde etmek isteyenler.

 

Seçim olgusunun bu iki kesim arasındaki çatışmayı olabildiğince şiddetlendireceği, beklenen bir şeydi. Nitekim Kerbela ve Necef’te onlarca kişinin ölmesine ve yüzlerce kişinin de yaralanmasına sebep olan son terör saldırıları, belki de bunun ilk adımı oldu.

 

Irak’taki siyasal süreci, ABD tanımlamalarına dayalı olarak Irak’ta Şiîler, Kürtler ve Sünnîler ayrımıyla yapılan değerlendirmelerden, en çok da mezhep çatışmalarına dayalı kaosu işgaline gerekçe kılacak olan ABD ile Sünnilik üzerinden siyasal çıkarlarını temin etmeye çalışan Saddamcılar yararlanmaktadır.

 

Mezhep ayrımına dayalı bir Irak değerlendirmesi, bilimsellikten ve gerçekçilikten uzak olduğu kadar, İslam dünyasını içeriden tehdit edecek kadar tehlikeli bir adım olarak da gözükmektedir.

 

Şiî dünyanın daha önce Aşura merasimlerine ve bugünlerde de Necef ve Kerbela’daki sivil halka yönelik terörist saldırılardan, doğrudan işgalcileri ve herhangi bir Sünnî nitelemesi yapmadan teröristleri sorumlu tutan ifadeleri, olumlu bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir.

 

Fakat yazık ki Türkiye’deki kimi yayın organları, Arap dünyasındaki belli başlı odakların ürettiği doğruluğu kuşkulu haberlere dayanarak Felluce katliamını açıkça Şiî-Sünnî çatışması ekseninde ortaya koymuştur.