ABD ve Fransa’nın Lübnan eski başbakanlarından Refik Hariri’nin öldürülmesinden sonra yarattıkları Suriye karşıtı uluslar arası hava, Lübnan’da “14 Martçılar” olarak adlandırılan Suriye karşıtı grubun güçlenmesine sebep olmuştu.
128 sandalyeli Lübnan parlamentosunun 64 sandalyesinin Hıristiyanlara, 64’ünün de Müslümanlara ayrılmasını zorunlu kılan taifeciliğe dayalı siyasi sistem, Müslümanlara ait 64 sandalyenin 28’nin Sünnilere, 28’inin Şiilere, 7’sinin Dürzilere ve 1’inin de Alevilere verilmesini; Hıristiyanlara ayrılan 64 sandalyenin ise 35’inin Marunilere, geri kalan 29 sandalyenin de Ortodoks, Katolik, Süryanî ve Ermeni Hıristiyanlara ayrılmasını öngörüyor.
Siyasi partilerin ittifak ilişkilerinde, toplumsal kesimlerin dini veya mezhebi mensubiyetlerinin değil, bu grupların iç, bölgesel veya bölge dışı konulara ilişkin siyasi tavırlarının belirleyici olduğu Lübnan’da, Müslüman-Hıristiyan yahut Şii-Sünni olgularına göre izah edilmesi mümkün olmayan siyasi denklemler geçerli oluyor.
Lübnan siyasi hayatı açısından son derece önemli bir dönüm noktası oluşturan Refik Hariri cinayetinden sonra siyasi ittifak ilişkileri şu parametrelere göre şekillendi:
1-Refik Hariri cinayetinin soruşturulması ve bu konudaki yargı süreci
2-Suriye’nin Lübnan’daki askeri ve siyasi nüfuzu
3-Cumhurbaşkanı Emil Lahud’un cumhurbaşkanlığı süresinin uzatılması
4-1559 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararına ilişkin tutum ve Hizbullah’ın silahı
5-İsrail işgali altında bulunan Şeba Çiftlikleri meselesi
6-Siyasi grupların toplumsal temsilinin, parlamentoya yansıtılmasına engel olan anti demokratik seçim yasası.
Dinleri veya mezhepleri her ne olursa olsun Lübnan içindeki siyasi gruplar, siyasi tavırlarını ve ittifak ilişkilerini dini, etnik veya mezhebi mensubiyetlerine göre değil, yukarıdaki parametrelere göre belirlediler.
Binaenaleyh, Suriye askerlerinin Lübnan’dan çıkarılmasına sebep olan Refik Hariri cinayetinden başlamak üzere, mevcut hükümetin kurulmasıyla sonuçlanan seçim süreci boyunca Lübnanlı siyasi gruplar Suriye yanlılığı ile Suriye karşıtlığına dayalı iki blok oluşturdular.
Refik Hariri’nin oğlu ve el-Mustakbel Partisi lideri Sadeddin Hariri (Sünni), İlerici Sosyalist Partisi Lideri Velid Canbolat (Dürzi), Lübnan Güçleri Lideri Semir Caca (Hıristiyan) ve Emin Cemayel (Hıristiyan) gibi liderlerin oluşturduğu 14 Mart grubu, Suriye karşıtı blok olarak öne çıktı.
Buna karşı Hizbullah, Emel (Şii), Ulusal Özgürlük Hareketi Lideri Mişel Aun (Maruni Hıristiyan) ve eski başbakanlardan Selim el-Hıs ile Ömer Kerami (Sünni) gibi parti ve liderler ise Suriye yanlısı ve ulusalcı bir siyasi tavır sergiledi.
Lübnan siyasi partileri ve siyasi tavırları
14 Martçılar, Refik Hariri cinayetini konusunda uluslar arası bir mahkeme kurulmasını, Suriye’nin Lübnan’daki askeri ve siyasi varlığına son verilmesini, Suriye yanlısı Cumhurbaşkanı Emil Lahud’un cumhurbaşkanlığından alınmasını, 1559 sayılı karar doğrultusunda Suriye ordusunun Lübnan’dan çıkarılmasını ve Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını destekleyen görüşleriyle ABD ve Fransa yanlısı bir siyasi tutum benimsediler.
Refik Hariri cinayeti sonrası uluslar arası siyasi baskılar, bu süreçte oluşan Suriye karşıtı hava ve anti demokratik seçim yasası, 14 Martçıları toplumsal temsiliyetleriyle ters orantılı bir şekilde parlamentoda ve hükümette çoğunluğa ulaştırdı.
14 Martçıları iktidara taşıyan anti demokratik seçim yasası sebebiyle nüfusun yüzde 40’ını oluşturan Şiileri temsil eden Hizbullah ve Emel’in yanı sıra ülkedeki Marunilerin en güçlü ismi olan Mişel Aun’un Ulusal Özgürlük hareketi, toplamda Lübnan nüfusunun yüzde 70’ine yakın bir çoğunluğu temsil etmesine rağmen parlamentoda azınlığa düştü. 33 bakanlı Lübnan hükümetinde Hizbullah ve Emel yalnızca 5 bakanla temsil edilebilirken Mişel Aun, kabine dışında bırakıldı.
Hizbullah, Emel ve Hizbullah’la 12 maddelik bir ittifak anlaşması yapan Mişel Aun, Lübnan’ın siyasi bağımsızlığını ve egemenliğini öne çıkaran bir siyasi tavırla, özellikle İsrail işgali altında bulunan Şeba Çiftlikleri meselesine vurgu yapıyor, ülkeye yönelik İsrail tehditlerine dikkat çekerek Hizbullah’ın silahlarının korunması ve bu meselenin ABD ve Fransa tarafından dayatılan kararlarla değil Lübnan içindeki siyasi grupların diyalogu ve uzlaşmasıyla çözümlenmesini istiyorlar.
Refik Hariri cinayeti ile ilgili mahkeme konusunda da aynı ulusalcı ve bağımsızlıkçı çizgiyi savunan bu gruplar, Hariri cinayetinin aydınlatılmasını istediklerini; ama bu meselenin uluslar arası müdahalelere açık hale getirilerek Lübnan’ın bağımsızlığını ve ulusal egemenliğini tehdit eder bir niteliğe sokulmasına karşı çıkıyorlar.
Toplumsal çoğunluğa sahip olmamalarına rağmen anti demokratik seçim sistemi sebebiyle iktidara gelen 14 Martçıları, iktidarlarını korumak için ABD ve Fransa gibi bölge dışı güçlerin desteğine sığınmakla suçlayan Hizbullah, Emel ve Mişel Aun, 14 Martçıların Hariri cinayetini bir siyasi malzeme olarak kullandığını belirtiyorlar.
Hizbullah, Emel ve Mişel Aun, 14 Martçıların aksine Hariri cinayeti konusunda kurulacak mahkemenin ulusal bir mahkeme olması gerektiğini ve bu mahkemenin Beyrut’ta kurulmasının zorunlu olduğunu ifade ediyorlar. Bu gruplar, dışarıda ABD ve Fransa’nın içeride de 14 Martçıların istediği gibi, yabancı yargıçların bulunduğu, İtalya veya Kıbrıs’ta kurulması istenen bir uluslar arası mahkemeyle, dış güçlerin Hariri cinayetini Lübnan iç politikasına müdahale etmek için bir araç olarak kullanacağını belirtiyorlar.
Hariri cinayeti konusunda kurulacak mahkeme ve Hizbullah’ın silahı meselesi, savaş öncesinde Hizbullah ve Emel’in inisiyatifiyle başlatılan bir ulusal diyalog süreciyle, uluslar arası dayatma alanından çıkarılarak Lübnan’a ait bir iç mesele haline getirilmişti. Hizbullah ve Emel’in ulusal diyalog süreci sırasında izlediği başarılı siyasi manevralar 14 Martçıların iddialarını ciddi bir şekilde geriletmiş, hatta 14 Martçıları belirleyici olmaktan neredeyse büsbütün uzaklaştırmıştı.
İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarıyla başlayan 33 günlük savaş, Lübnan’daki ulusal diyalog sürecinin de kesilmesine sebep oldu.
Ulusal diyalog süreci içerisinde parçalanmanın eşiğine gelen ve inisiyatiflerini büsbütün kaybetmek üzere olan 14 Martçıların savaşla ilgili tutumlarına bakıldığında, bu grupların İsrail’in Hizbullah’a yönelik savaşını Lübnan’daki iktidarları konusunda altın bir fırsat olarak değerlendirdiği söylenebilir.
İsrail’in Hizbullah’ı kısa bir süre içerisinde askeri açıdan yok edeceğini bekleyen 14 Martçılar, İsrail’in açtığı askeri yol üzerinden ABD tarafından dayatılacak siyasi taleplerin Hizbullah’la birlikte ülkedeki diğer ulusalcı ve bağımsızlıkçı grupları etkisiz kılacağını ve kendi iktidarlarını pekiştireceğini umuyorlardı.
Nitekim Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrullah, 14 Martçıların savaştan önce de Lübnan’a çok uluslu güç gönderilmesi çağrısı yaptığını belirterek “14 Martçılar, tüm Lübnan’a, ABD veya Fransa komutasında bir çok uluslu güç yerleştirmek ve bu askeri gücün yardımıyla tüm Lübnan’a hakim olmak için çalıştı” diyor ve 14 Martçı bir partinin İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarının başladığı ilk günlerde Hizbullah’la temas kurarak “bu savaş uzun ve yok edici bir savaş olacak, İsrail’in bu savaşla hedefi Hizbullah’ı yok etmektir; ama bu arada tüm ülkeyi de viran edecek. Hizbullah, üç şartı kabul etmedikçe bu savaşın durması mümkün değildir” dediğini naklediyordu.
14 Martçıların şartları ise şunlardı: “Öncelikle BM’nin 7. maddesi çerçevesinde sadece güneye değil tüm Lübnan’a çok uluslu güçlerin yerleştirilmesinin kabul edilmesi, ikinci olarak Direniş’in tüm Lübnan’daki silahlarının teslim edilmesi, üçüncü olarak da iki İsrail askerinin teslim edilmesi veya kayıtsız şartsız serbest bırakılması.”[1]
Hizbullah’ın askeri kabiliyeti, savaşın ABD’nin, İsrail’in ve 14 Martçıların beklentilerine uygun bir şekilde sonuçlanmasına izin vermedi. 1559’u kabul etmeyen Hizbullah’ın 1701’i kabul etmiş olması dolayısıyla siyasi sonuçları bakımından aslında savaşı kaybetmiş olduğuna dair yapılan yorumların gerçeği yansıtmadığı, tersine Hizbullah’ın 1701’i tadil ettiği maddeleriyle bir tehdit olmaktan çıkarıp Lübnan iç politikasında kendine manevra alanı kazandıran stratejik bir fırsata dönüştürdüğü söylenebilir.
Zira beklentilerin aksine;
1- 1701 sayılı kararla Lübnan’a gönderilen uluslar arası UNIFIL gücüne, Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah’ın ifadesiyle bir “çok uluslu güç” niteliği kazandırılamadı.
2- UNIFIL sadece güneye, yani Lübnan İsrail sınırına yerleştirilebildi. Suriye’den Hizbullah’a sevk edilen silahların önlenebilmesi için UNIFIL güçlerinin Suriye Lübnan sınırına yerleştirilmesi mümkün olamadı.
3-UNIFIL’e, Lübnan ordusuna yardımcı bir güç olarak görev verildi. (Lübnan ordusunun yüzde 60’ını Şiilerin oluşturduğunu ve Hizbullah’ın müttefiki olan Cumhurbaşkanı Emil Lahud’a bağlı olduğunu hatırlamakta yarar var.)
4- Hizbullah’ın silahı meselesi, UNIFIL’i ve 1701’i değil, Lübnan iç politikasını ilgilendiren bir mesele olarak ortaya konulup teyit edildi.
1701 siyasi fırsata dönüştü
Hizbullah’ın, 1701’in yürürlüğe girmesinden ve UNIFIL güçlerinin, İsrail tehditlerine karşı Lübnan ordusuna yardımcı görev niteliğiyle güneye yerleştirilmesinden sonra iç politikaya yönelik şartlarını dayatmaya başlaması, 1701’i kendisi açısından stratejik bir fırsata dönüştürdüğünün göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Zira yaşanan 33 günlük savaşa rağmen askeri kapasitesini koruyan ve şimdilik sadece silahlarını gizleyeceğini taahhüt eden Hizbullah, UNIFIL’in güneye yerleştirilmesi sayesinde Lübnan iç politikasındaki gerginliklerden, hatta belki de muhtemel bir iç savaştan İsrail’in istifade etmesini önlemiş ve Lübnan iç politikası konusundaki taleplerini daha güçlü ve kaygısız bir şekilde dile getirme imkanı bulmuş oluyor.
Bir başka deyişle, Lübnan içinde gerginlik ve çatışmalara sebep olabilecek siyasi taleplerini, İsrail’in içerideki kargaşadan istifade edebileceği kaygısıyla erteleyen Hizbullah, mevcut yetki ve sorumluluklarıyla bölgede bulunan UNIFIL sayesinde İsrail tehdidinden kaygısız bir şekilde kendi siyasi şartlarını cesaretle ve buyurgan bir şekilde dayatma fırsatı yakalamış oluyor.
Hizbullah, Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah’ın ağzından yaptığı açıklamalarla iç siyasette şiddete ve silaha başvurmayacağını açık ve kesin bir dille ifade ediyor. Bununla birlikte yüzde 30’luk bir toplumsal azınlıkla parlamentoda ve hükümette çoğunluğu ele geçiren 14 Martçılara karşı Lübnan halkının yüzde 70’ini seferber edeceğini ve sokaklara dökeceğini somut bir tehdit olarak ortaya koyuyor.
Hizbullah ayrıca yüzde 30’luk bir toplumsal tabana sahip olan mevcut hükümetin dış güçlere dayanarak iktidarını koruma yönündeki iki tezini de geçersiz kılıyor. Refik Hariri cinayeti ile ilgili uluslar arası mahkeme talep eden 14 Martçılar, Hizbullah’ın ulusal mahkeme tezi karşısında doğal olarak dış güçlerin oyuncağı konumuna düşmüş oluyor. Öte yandan 14 Martçılar, silahlı varlığını sonsuza dek sürdürme niyetinde olmadığını belirten, bununla birlikte Şeba Çiftlikleri meselesi ve ülke güvenliği konularında çözüm önerisi soran Hizbullah’a cevap veremiyor.
Hizbullah, müttefikleri ile birlikte savaş sonrasında inceden inceye örüp geliştirdiği siyasi stratejisinde, son noktayı Meclis başkanı Nebih Berri’nin davetiyle gerçekleştirilen istişare toplantılarında koydu.
Hizbullah ve müttefikleri olan Emel ile Mişel Aun, 14 Martçıların iktidarını yok edecek iki şart konusunda ısrar ediyor:
1-Ulusal birlik hükümetinin kurulması
2-Seçim yasasında değişiklik yapılması
Bu şartların yerine getirilmesi konusunda 14 Martçılara 2 hafta süre veren Hizbullah, meseleyi sokaklara taşıyacağını ifade ediyor. 14 Martçılar, kendi iktidarlarına son verecek bu şartlara karşı Refik Hariri mahkemesini ve Cumhurbaşkanı Emil Lahud’un değiştirilmesini karşı şartlar olarak ortaya koyuyor.
14 Martçılardan Mişel Aun’a “siyasi rüşvet”
Hizbullah ve müttefiklerinin şartları karşısında ciddi bir çaresizlik içerisinde olan 14 Martçılar, Mişel Aun’u yanlarına çekerek Hizbullah’ı zayıflatmayı denediler.
14 Martçılar, görüşmelerin çıkmaza girdiği ve Hizbullah ve Emel bakanlarının istifasını verdiği 11 Kasım öncesindeki toplantıda Hizbullah’ın müttefiki olan Ulusal Özgürlük Hareketi Lideri Mişel Aun’a kendisini kabineye alma önerisini getirdiler.
Gerek grubun lideri Sadeddin Hariri ve gerekse 14 Martçıların etkili isimlerinden Semir Caca, Mişel Aun’un kabineye girmesine karşı olmadıklarını, hatta Aun’un kabinede yer almasından büyük bir memnuniyet duyacaklarını belirttiler.
Halbuki 14 Martçılar, daha önce kabinede dört bakanlık isteyen Mişel Aun’un istediği bakanlık sayısını fazla buluyor ve Mişel Aun’a karşı çıkıyordu.
14 Martçıların Mişel Aun’a verdikleri bu taviz, onu Hizbullah’la olan ittifak ilişkisinden koparmaya, Emel ve Hizbullah’ı zayıflatmaya dönüktü.
Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri’nin çağrısı üzerine siyasi partiler arasında yapılan istişare toplantılarının 11 Kasım’daki oturumunun başarısızlıkla sonuçlanması üzerine Lübnan’daki siyasi hava daha da gerginleşmişti.
Lübnan’daki siyasi gruplar, 11 Kasım’daki toplantıda herhangi bir uzlaşmaya varamadılar ve taraflar yeni bir toplantı tarihi belirlemeden toplantı salonunu terk ettiler.
Düzenlenen istişare toplantılarının mimarı olan Meclis Başkanı Nebih Berri, oturumun tamamlanmasından sonra daha önce yapılan toplantıların aksine, herhangi bir açıklama yapmadan Asya Ülkeleri Meclis Başkanları toplantısına katılmak üzere alelacele Tahran’a gitti.
Ulusal Özgürlük Hareketi Lideri Mişel Aun, 11 Kasım’daki toplantıda 14 Martçıların teklif ettiği “siyasi rüşveti” reddetmiş ve ancak Hizbullah’la birlikte, kabinenin üçte birinde yer almaları durumunda hükümete katılabileceğini belirtmişti.
14 Martçıların ABD’nin nüfuzuyla oynamaya çalıştığı rol, toplantının kilitlenmesine ve Hizbullah’ın baskılarını daha da arttırmasına neden olmuştu.
ABD’nin Lübnan Büyükelçisi’nin toplantıdan iki gün önce bazı 14 Martçı liderlerle yaptığı görüşmelere dikkat çeken Lübnanlı kaynaklar, ABD Büyükelçisinin Refik Hariri cinayeti konusunda bir ulusalar arası mahkeme kurulması için BM öneri taslağının bütün boyutlarıyla teyit edilmesini istediğini ifade ediyorlardı.
Lübnanlı ve yabancı yargıçların mahkeme sürecine nezaret etmesini ve Kıbrıs, İtalya veya Lübnan’ın da mahkemeye ev sahipliği yapmasını öngören taslak, Lübnan hükümetine teslim edilmeden önce Sadeddin Hariri’ye iletilmişti.
Refik Hariri’nin oğlu Sadeddin Hariri’nin taslak metnini aldıktan sonra babasının kabrine giderek cinayetle ilgili uluslar arası mahkeme açılmasını öngören söz konusu metni kabrin üstüne koymasını değerlendiren Lübnanlı uzmanlar, Sadeddin Hariri’nin bu tavrıyla 14 Martçı müttefikleriyle birlikte muhalefetteki siyasi grupların tepkilerini göz ardı ederek Cumhurbaşkanı’nın, Ulusal Özgürlük Hareketi’nin, Hizbullah’ın ve Emel’in görüşünü almadan taslağın hükümette kabul edilmesi için bir mekanizma oluşturmaya çalıştığını belirtiyorlardı.
Hizbullah ve müttefikleri, daha önce yaptıkları açıklamalarda Refik Hariri cinayeti konusunda bir mahkeme açılmasına karşı olmadıklarını belirtmiş; ancak bu mahkemenin tüm kurallarının Lübnan’da belirlenmesi, mahkemenin Beyrut’ta düzenlenmesi ve mahkeme konusunda Lübnan ulusal bağımsızlığına ve egemenliğine kesin olarak riayet edilmesi durumunda bunu kabul edebileceklerini açıklamışlardı.
Lübnan’da dolaşan ve güvenilirliği teyit edilmeyen haberlere göre ise Lübnan hükümeti 20 Kasım’da söz konusu taslağı gündemine alacaktı. 14 Martçıların Hizbullah’ın ve müttefiklerinin onayını almaksızın mahkeme konusunu oldubittiye getirmek istemesi, toplantının ana konusu olan ulusal birlik hükümeti ve seçim yasaları konusunda hiçbir ilerleme sağlanamaması üzerine Hizbullah ve Emel partilerine mensup beş bakan istifasını verdi.
Hizbullah Genel Sekreter Yardımcısı Şeyh Naim Kasım’ın ifadesiyle istifalar ilk adımdı, Hizbullah 14 Martçıların blöfünü görüyor ve rest çekerek kartlarını birer birer açmaya başlıyordu. Hizbullah’ın ikinci adımı kitlesel gösteriler başlatmak olarak açıklanıyor ve Şeyh Naim Kasım Hizbullah’ın sokaklara çıkacağını söylüyordu.
Bu, 14 Martçıların Hizbullah ve müttefiklerinin görüşünü almaksızın Refik Hariri cinayetiyle ilgili mahkeme açılmasını öngören taslağı gündeme alması durumunda Lübnan iç politikasında büyük bir kaos yaşanabileceğine dair bir uyarıydı.
Nitekim Hizbullah ve Emel Bakanlarının istifalarının ardından Cumhurbaşkanı Emil Lahud, Sinyore hükümetinin yasal meşruiyetini yitirdiğini ve mevcut bakanlar kurulunun alacağı her türlü kararın yasa dışı olacağını ilan ediyordu.
Hizbullah’ın kitle gösterileri ile toplumsal ve Cumhurbaşkanı Lahud’un hükümeti yasa dışı ilan etmesiyle de siyasal alanda kendini baskı altına alınmış gören 14 Martçılar, geri adım attılar ve Meclis Başkanı Nebih Berri’nin çağrısıyla başlayan istişare toplantılarının sürdürüleceğini açıkladılar.
Sonuç
Uluslar arası güçlere dayalı politikalarla iktidarlarını korumaya çalışan 14 Martçılar, ülkedeki siyasi sorunların çözümü için elzem olan ulusal birlik hükümetine yanaşmamak için her türlü çabayı gösterdiler. Refik Hariri cinayetiyle ilgili mahkeme konusu da esasen ulusal birlik hükümeti ve seçim yasası değişikliğine yanaşmayan bu grupların topu taca atma girişiminden başka bir şey değildi.
Fakat Hizbullah, Emel ve Ulusal özgürlük Hareketi’nin ulusalcı ve bağımsızlıkçı çizgisi ile sahip oldukları toplumsal destek, 14 Martçıların geri adım atmasına sebep oldu.
Yaşanan gelişmeler, Hizbullah’ın İsrail karşısında elde ettiği askeri zaferi, doğurduğu siyasi sonuçlar bakımından Lübnan iç politikasında bir siyasi zafere dönüştürdüğüne işaret ediyor.
1559 ve 1701 sayılı BM kararları Hizbullah açısından iki önemli sınav oldu.
2004’te Refik Hariri cinayetinin ardından çıkarılan 1559 sayılı karar, Suriye ordusunun Lübnan’dan çıkarılmasını ve 14 Martçıların iktidarını beraberinde getirmiş, Hizbullah’ın askeri ve siyasal açıdan bitirilmesi hedeflenmişti. Bu süreç, Hizbullah’ın belediyelerde ve parlamentoda yer almak şeklindeki geleneksel siyasi stratejisini değiştirmesine sebep olmuş ve Hizbullah ilk kez Sinyore hükümetinde kabineye girmişti.
Geniş bir toplumsal desteğe sahip olan Hizbullah, parlamentodaki ve kabinedeki varlığı ve başarılı kriz yönetimi politikasıyla bölge dışı güçlerin 1559 sayılı kararla Lübnan iç politikasında yaratmayı umduğu değişimi kendi lehine çevirmeyi başardı. Emil Lahud’un Cumhurbaşkanlığı süresi uzatıldı ve Hizbullah’ın askeri varlığı korundu. Böylece Hizbullah 1559 sınavından başarıyla çıkmıştı.
İkinci ve daha büyük sınav olan 1701 ise gözüken o ki bölge dışı güçlerin hesaplarının ve beklentilerinin tersine bir noktaya doğru gidiyor. Hizbullah, 1701’le sağlanan UNIFIL güvenlik kalkanına dayanarak askeri zaferini siyasi zafere taşıyor.
Çünkü kurulması artık kaçınılmaz gibi gözüken ulusal birlik hükümetinin gerçekleşmesi durumunda Hizbullah ve müttefikleri Lübnan’ın asli karar vericileri haline gelmiş olacak. Ve muhtemelen ulusal birlik hükümetinin kurulmasından 6 ay sonra UNIFIL’in Lübnan’daki varlığını tartışıyor olacağız.
Kaynak: HABERAJANDA DERGİSİ
[1] http://www.saafonline.com/haber_detay.php?haber_id=1609