Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un Suriye’deki “devrim” başarısızlığının faturasını Ulusal Konsey adlı muhalif örgüte kesmesi, Washington’un Suriye projesine artık doğrudan liderlik yapacağının göstergesi olarak okunabilir.
Cumhuriyetçi Başkan Adayı Mitt Romney’nin seçimleri kazanması durumunda Beyaz Saray’ın Suriye politikasında radikal bir değişikliğe gidip gitmeyeceği tartışılırken, Bayan Clinton’un son açıklaması Demokrat yönetimin Suriye politikasında ciddi bir tutum değişikliğine gitmekte olduğunu gösteriyor.
Bayan Clinton çarşamba günü yaptığı açıklamada muhalifleri bir araya getirememenin suçunu Ulusal Konsey’e yükledi ve "Suriye Ulusal Konseyi'nin uzun zamandan beri muhaliflerin lider kadrosunu temsil etmediğini açıklıkla ortaya koymalıyız" dedi.[1]
Halbuki Ulusal Konsey’i “Suriye halkının temsilcisi” olarak ilan eden 1 Nisan’daki “Dostlar Toplantısı”nın baş aktörü Clinton, 6 Temmuz’daki Paris “Dostlar Toplantısı”nda ise muhaliflerin birbirlerine sandalye fırlattığı[2] 4 Temmuz tarihli Kahire toplantısı için “Kahire'de bütün muhaliflerin toplanması önemliydi, birlik oldular”[3] demişti.
Temmuzda muhalifleri “birlik” olarak gören Washingtoun’un 31 Ekim’de fikir değiştirmesi, 18 Temmuz’dan sonra yürürlüğe sokulan vekalet savaşında hiçbir sonuç elde edilememesinin ve muhaliflerin sahasına giderek el-Kaide bağlantılı “teröristlerin” hakim olmaya başlamasının etkisinin olduğu görülüyor.
Clinton’un "Suriye muhalefetini temsil eden liderler, birçok olumlu sıfatlarına rağmen 20,30 ya da 40 yıl dışarıda yaşamış kişiler arasından seçilmemeli. Cephede özgürlükleri için mücadele eden ve savaşan insanları temsil eden kişiler arasından seçilmeli" şeklindeki sözleri bunu doğruluyor.
Peki Ulusal Konsey’in Katar’da yapacağı toplantı öncesinde yapılan bu açıklama, Amerika’nın Ulusal Konsey’in fişini çektiği anlamına mı geliyor?
Eğer Ulusal Konsey’den Türkiye’nin teknik direktörlüğü ve Katar’ın menajerliğinde ana kadrosunu Suriye içerisindeki nüfuzu son derece sınırlı olan Müslüman Kardeşler’in oluşturduğu “muhalifler vitrinini” anlıyorsak evet.
Ancak Clinton’un sözlerinden Washington’un Suriye’de devrim oyunundan vazgeçtiği ve takımı sattığı değil, yeniden kurmaya ve liderliği de bizzat üstlenmeye hazırlandığı anlamı çıkıyor.
O halde takımı yeniden kurmak isteyen Washington sadece oyuncu mu değiştiriyor yoksa teknik direktöründen (Türkiye), antrenörüne (Suudi Arabistan), menajerinden (Katar), malzemecisine (Libya) kadar tüm teknik kadronun rollerini de yeniden düzenleyeceğini mi ilan ediyor?
Müttefiklerin beceriksizliğinin zorladığı liderlik rolü
Bush döneminde Ortadoğu’nun geleceği, Amerika açısından bir “proje” konusuydu ve Washington, kurguladığı bu projeye doğrudan ve tek taraflı liderlik etmeyi denemişti. Obama yönetimi ise Ortadoğu’da dış etkilerle açıklanması çok da kolay olmayan “Arap Baharı” adlı bir “prosesi” yönetmek zorunda kaldı.
Bu yüzden de Bush döneminde “proje”sine tek taraflı ve doğrudan liderlik eden bir Amerika yerine Omaba döneminde “kendiliğinden gelişen” Arap Baharı “proses”ini müttefikleriyle birlikte çok taraflı ve dolaylı bir liderlikle yönetmeye çalışan bir Amerika’ya tanık olduk.
Tunus ve Mısır’da devrim sonrası süreçleri, bu ülkelerdeki müttefik bürokratik elitlerle birlikte yöneten Washington, Libya, Yemen ve Bahreyn’deki süreçleri ise uluslar arası ve bölgesel müttefikleriyle birlikte yönetmeyi tercih etti.
Amerika, Suriye’deki devrim projesini de şimdiye kadar uluslar arası ve bölgesel müttefikleriyle yönetti. ABD Başkanı Barack Obama, 19 Ağustos’ta (2011) Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’e çekilme çağrısı yapmak için Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 9 Ağustos tarihli Şam ziyaretinin sonuçlarını bekledi. Daha sonraki süreçte de Suriye ile ilgili kararları tek taraflı olarak değil “Dostlar Gurubu” ile birlikte aldı.
Ancak ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un çarşamba günkü açıklaması, Dostlar Grubu ile de Türkiye ile de koordine edilmiş bir kararı yansıtmıyor. Hatta Ulusal Konsey’in yeniden yapılandırılmasına ilişkin ifadeler, sadece Konsey’deki İhvan ağırlıklı yapıya son verileceği anlamına gelmiyor, Konsey’i bu ağırlıkta oluşturan Türkiye’nin kadro belirleyici rolünün sona ereceği anlamına da geliyor.
Nitekim Ulusal Konsey’in, Katar toplantısı öncesinde merkezini Türkiye’den Suriye içine taşımayı tartışmaya başlaması[4] Washington’un Suriye devriminin ikinci aracını da Türkiye’nin elinden alacağının işareti olarak gözüküyor.
Özgür Suriye Ordusu’nun Apaydın kampındaki merkezini 23 Eylül’de Suriye’ye taşımasının[5] Hatay’daki CIA görevlilerinin koordinasyonuyla gerçekleştiğini söyleyebilecek bir veriye sahip değiliz; ancak Özgür Suriye Ordusu’ndan sonra Ulusal Konsey’in de Suriye’ye taşınması durumunda Türkiye’nin Suriye’deki vekalet savaşındaki “teknik direktörlük” rolünün fiilen sona ereceğini söylemek mümkün.
Elbette Clinton’un müdahalesi ile Katar’daki toplantı sonrası oluşacak yeni Konsey yapısı, dilinden düşürmediği “oyun kuruculuk” rolünden dolayı olmasa da Suriye ile 800 kilometrelik sınırı sebebiyle Türkiye’nin kadrodan tamamen çıkarılmasına imkan vermiyor.
Ancak Suriye’deki vekalet savaşında şimdiye kadar Türkiye’nin üstlendiği “liderlik” rolünün bundan sonraki süreçte bizzat Amerika tarafından üstlenilecek olmasından dolayı Ankara’nın rolünün oldukça sınırlanacağını söylemek mümkün.
Amerika’nın Suriye devrimi oyununda liderliği bizzat üstlenmesinin hangi amaca yönelik olduğuna ve başarı şansına ilişkin tahminde bulunmak için ise Suriye Ulusal Konseyi’nin Katar’da yapacağı toplantının sonuçlarını beklemek gerekiyor.
[1] http://www.ntvmsnbc.com/id/25394157/
[2] http://www.ydh.com.tr/HD10370_suriyeli-muhaliflerin-kurt-halki-kavgasi.html
[3] http://www.amerikaninsesi.com/content/paristan-bmye-acil-karar-cagrisi/1364279.html
[4] http://www.ydh.com.tr/HD10948_ulusal-konseyden-clintona-uygun-adim.html