Türkiye İsrail ilişkilerinde ikinci bahara doğru

27 Ocak 2013 / Alptekin DURSUNOĞLU

Şimdiye kadar krizi kendinden faydalı görüldüğü için tamiri ertelenen Türkiye-İsrail ilişkilerinin yaşayacağı ikinci baharın, “Bahara” uyanan Araplara model oluşturacağından kuşku yok.

 

Aynı uluslar arası kampta yer almaktan kaynaklanan güçlü karşılıklı bağımlılık ilişkisi, Türkiye ile İsrail arasında yaşanan sorunlarda sigorta işlevi görüyor.

12 Eylül sonrasında maslahatgüzarlık düzeyine düşürülen ilişkilerin 1990’ların ortalarından itibaren “stratejik ittifak” düzeyine yükseltilmesi, 2009’daki Davos, 2010’daki Mavi Marmara krizlerine ve büyükelçilerin karşılıklı olarak çekilmesine rağmen, Türkiye-İsrail ilişkilerinde niteliksel bir değişme olmaması bu sigorta ile açıklanabilir.

Ekonomik düzeyde bakıldığında ikili ilişkilerdeki krizin en şiddetli olduğu 2011 yılında İsrail'in Türkiye’ye ihracatı yüzde 42 artarak 1,85 milyar dolara tırmandı. Aynı şekilde Türkiye’den ithalatı da yüzde 20 artış göstererek 2,1 milyar dolar olarak gerçekleşti. İhracat Enstitüsü'nün 2012 yılının ocak ayında yayımladığı istatistiklere göre İsrail'in son 5 yılda ihracatını en fazla geliştirdiği ülkeler sırasıyla Çin, Hindistan, İngiltere ve Türkiye. Bu dönemde İsrail'in Türkiye'ye ihracatı yüzde 58 oranında arttı.[1]

Tel Aviv Ticaret Müşavirliği’nin verilerine göre ise 2012 yılının ilk üç çeyreğinde yaşanan gerileme, İsrail ekonomisindeki genel gerilemeden kaynaklanıyor olmakla birlikte “Türkiye 2010 ve 2011 yıllarında olduğu gibi 2012 yılının ilk üç çeyreğinde de İsrail’in en çok ihracat yaptığı 8 inci ülke konumunda”[2] bulunuyor.

 İsrail’in Gazze’ye yönelik 8 günlük saldırılarının sürdüğü ve Başbakan Erdoğan’ın Gazze için “öleceksek adam gibi ölelim”[3] dediği günlerde Türkiye, Suriye politikası sebebiyle ticari olarak açılamadığı bölgeye İsrail üzerinden açılmakta sakınca görmedi ve İsrail’le ticari gemi seferleri başlattı.[4]

Askeri alana gelince;

Hatırlanacağı üzere Amerika, 2012 yılının mayıs ayında "NATO'da İsrail ile ortaklık faaliyetlerin Türkiye'nin itirazları nedeniyle ilerleyememesinden duyduğu rahatsızlığı bildirmiş ve ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Philip  Gordon, Türkiye-İsrail ilişkilerinin mevcut durumundan endişe duyduklarını belirtikten sonra “Bu iki ülke arasındaki derin işbirliği, Ortadoğu'nun en olumlu unsurlarından birisiydi. Bu problemi aşmak için diplomatik anlamda çok çaba gösterdik ve NATO'da İsrail ile ortaklık faaliyetlerinin Türkiye'nin itirazları nedeniyle ilerlememesinden dolayı üzüntülüyüz. Hiçbir ülke ikili anlaşmazlıklarını ittifaka taşımamalı, bu hususta çok netiz''[5] demişti.

Washington’un bu “net” uyarısı, aralık ayında Ankara’nın İsrail’in NATO programlarına katılmasına dönük vetosunu yumuşatmasını[6] sağladı.

Ankara Brüksel’deki toplantıda Rasmussen’in sunduğu formülü, şu 4 şartın onaylanmasının ardından kabul ettiğini belirtiyor:

1- İsrail ile ortaklık alanları haricinde hiçbir faaliyette bulunulmayacak.

2- İsrail ile askeri tatbikat olmayacak.

3- Türkiye-İsrail askeri yan yana olmayacak.

4- Türkiye’de yapılacak herhangi bir NATO faaliyetinin katılımcılarını Türkiye seçecek.[7]

Türkiye İsrail ilişkileri her mevsim taptaze

Bu dört şarttan dolayı İsrail’e yönelik tutumunda herhangi bir değişiklik olmadığını öne süren Ankara, aslında 2013 yılında İsrail’le taze bir başlangıç yapmanın sinyallerini veriyor.

Örneğin 2012’de İsrail’e 18 bin arabayı ihraç eden Türkiye’nin, 2013-2014 döneminde İsrail araba piyasasındaki payını, yüzde 15’e çıkartacağı bildiriliyor.[8]

Türkiye-İsrail ilişkilerinin 9 Türk vatandaşının öldürülmesiyle sonuçlanan Mavi Marmara baskınından sonra siyasi düzeyde beklenen seviyeye çıkarılamamasının Ankara’nın “özür/ apologize”, İsrail’in ise “üzgünüz/sorry” kavramlarındaki ısrarına takıldığı biliniyor.

Türkiye, İsrail ilişkilerinin mevcut durumunun, sadece Amerika’da değil, her iki tarafın diğer ortak müttefikleri arasında da rahatsızlığa neden olduğu, “hem İsrail’in hem de Türkiye’nin stratejik müttefiki olan ve Türkiye ile İsrail ilişkilerindeki krizden etkilenen Azerbaycan’ın”[9] bile arabuluculuk girişiminde bulunmasından anlaşılıyor. 

Önceki kabinede Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’ın engeline takılan “özür dilememe” tutumunun yeni İsrail kabinesi tarafından sürdürülüp sürdürülmeyeceği şimdilik bilinmiyor. Ancak Türkiye’nin NATO’da sergilediği yumuşamanın İsrail’de de bir karşılık bulduğu, İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon’un ABD’nin 2011’de 24 Pakistan askerinin hata sonucu öldürülmesi üzerine Pakistan’a yolladığı özür mektubunu formül olarak önerip[10] bu mektuptaki ifadelerle özür dilemeye hazır olduklarını söylemesinden anlaşılıyor.

Ayalon’un bu önerisinden birkaç gün sonra İsrail Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Amira Oron’un konuyla ilgili açıklaması ise İsrail’in kendince “onurlu” bir formülle Türkiye ile yeni bir başlangıç yapmaya hevesli olduğunu gösteriyor.

Anadolu Ajansı’na demeç veren Oron “'Biz Türkiye'ye olumlu mesajlar göndermeye devam ediyoruz; ancak Türkiye'nin istediği özrün ayrıntılarını tam olarak bilmiyoruz”[11] diyerek Ankara’dan alınacak sinyale göre yeni İsrail kabinesinin gerekli esnekliği gösterebileceğinin mesajını veriyor.

İsrail seçimlerinden önce yapılan bu açıklamaların ardından Knesset üyesi Nissim Ze’ev’in başkanlığındaki bir heyetin 20 Ocak’ta İstanbul’a gelerek Başbakan Erdoğan’ın “özel temsilcisi” olan eski bir Dışişleri Bakanı ile buluşması ve İsrail Başbakanlık Bürosu'nun bilgisi dahilinde ve Türk Başbakanı Erdoğan’ın onayı ile yapılan bu görüşmenin “birçok ticari ve diğer çıkarları paylaşan iki ülke arasındaki bağların onarılması için sahne arkasında devam eden çabaların bir parçası idi”[12] diye sunulması ilişkileri tamir talebinin tek taraflı olmadığını ortaya koyuyor.

Şimdilik krizi kendinden faydalı

Gerek Türkiye’nin gerekse İsrail’in Davos’taki “one minute” çıkışıyla gerilen ve Mavi Marmara’daki 9 Türk vatandaşının öldürülmesiyle ağır bir yara alan ilişkileri aradan geçen dört seneye rağmen tamir etmekte acele etmemelerinin şu sebeplere dayandığı söylenebilir.

1- Gerginliğin siyasi düzeyde ve medyatik boyutta kalması, niteliksel olarak ilişkilere zarar vermemesi,

2- İsrail’le yaşanan medyatik-siyasi krizin “Arap Baharı” sürecinde bölgede Türkiye’ye eşsiz bir kamu diplomasisi imkanı yaratması,

3- Amerika’nın “Arap Baharı” sürecinde Türkiye’nin rol model olma hevesini desteklemesi ve İsrail’le yaşadığı medyatik-siyasi gerginliğin Ankara’nın bölgedeki imajını parlattığının farkında olması,

4- Lieberman’ın koalisyon hükümetindeki anahtar konumu ve İsrail’deki koalisyon hükümetinin kırılganlığı,

Hem Türkiye’yi, hem İsrail’i, hem de ortak müttefik ABD’yi, 2012 yılına kadar krizin çözümü yönünde ciddi bir çaba içerisine girmekten alı koyan bu etkenlerde yaşanacak değişimlerin 2013 yılından itibaren iki tarafı yeni bir başlangıç yapmaya zorlaması mümkün gözüküyor.

Körfez’deki Arap ortakları ve Batılı müttefikleriyle Suriye’yi kan gölüne çeviren vekalet savaşının en önemi tarafı haline gelen ve Türkiye’yi NATO toprağı ilan ederek Suriye’ye NATO müdahalesi için olağanüstü bir çaba sarf eden Erdoğan yönetiminin Arap Baharı’ndaki rol model rolü giderek aşınıyor.

Tunus ve Mısır devrimleri sırasında “halklardan yana, diktatörlere karşı” bir görüntü veren Ankara’nın devrimlerden sonra seçimleri kazanan belli bir grubu desteklemeye başlaması, bu aşınmayı hızlandırıyor.

Öte yandan Arap Baharı’nda rol model olarak Mısır’ın öne çıkmaya başlaması, yukarıda 2. ve 3. maddelere belirtilen etkenlerin değişebileceğini gösteriyor.

İsrail’de yeni hükümeti kurma görevi Netanyahu-Lieberman ikilisine verilse de, 120 sandalyeli Knesset’te sağcı ve solcu partilere 60’ar sandalye kazandıran son seçimlerin oluşturduğu parlamento aritmetiği, Yair Lapid’e, Lieberman’ı etkisizleştirecek bir rol verebilir.

Yukarıda sıralanan 1. sebebin aslında etkisiz elaman olduğu dikkate alınırsa diğer üç maddede belirtilen sebeplerde yaşanacak bu değişikliklerin 2013 yılı itibariyle Türkiye-İsrail ilişkilerine yeniden bahar havası getirmesi beklenebilir.

Zaten hiçbir mevsim şartından etkilenmeyen Türkiye-İsrail ilişkilerinin ikinci baharı, bölgeye de Mısır’la birlikte Hamas’ı iki devletli çözüm sürecine hazırlamak şeklinde “Ortadoğu barışı” açısından eşsiz meyveler verebilir.

Şimdiye kadar krizi kendinden faydalı görüldüğü için tamiri ertelenen Türkiye-İsrail ilişkilerinin yaşayacağı ikinci baharın, “Bahara” uyanan Araplara model oluşturacağından kuşku yok.

 


[1]http://ekonomi.haberturk.com/makro-ekonomi/haber/711412-israille-ticaretimiz-artti

[2]http://www.musavirlikler.gov.tr/haberdetay.cfm?HaberID=15039&dil=TR&ulke=IL

[3]http://www.cnnturk.com/2012/guncel/11/20/oleceksek.adam.gibi.olelim/685371.0/index.html

[4]http://haber.gazetevatan.com/hatay-israile-baglandi/494122/2/Haber

[5]http://www.sabah.com.tr/Dunya/2012/05/11/turkiye-natoda-israile-vize-koyuyor

[6]http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/12/121224_israel_turkey_analysis.shtml

[7]http://www.haberturk.com/dunya/haber/806215-israil-askerine-mehmetcik-yasagi

[8]http://ekonomi.milliyet.com.tr/turkiye-den-israil-e-araba-ihracati-tam-gaz-/ekonomi/ekonomidetay/20.01.2013/1658042/default.htm?ref=yahoo

[9]http://www.ydh.com.tr/haber.php?HID=10680

[10]http://www.samanyoluhaber.com/dunya/Israil-Turkiyeden-ozur-icin-bu-formulu-buldu/927673/

[11] http://www.samanyoluhaber.com/dunya/Israil-bu-kez-sasirtti/931578/

[12] http://dunya.milliyet.com.tr/israil-in-gizledigi-turkiye-operasyonu/dunya/dunyadetay/26.01.2013/1660616/default.htm