Balfour deklarasyonu öncesinde Yahudi ulus-devleti bir ideali, Akdeniz’den Ürdün Nehrine kadar olan toprakların Filistin halkına aidiyeti ise bir gerçekliği ifade ediyordu.
Yahudi ulus-devleti ideali (Siyonizm) Balfour deklarasyonu, İngiliz mandası, Yahudi göçü ve BM kararı sayesinde 1948’de gerçeklik kazanırken; Filistin halkı ve ülkesi işgal ve tehcir yüzünden bir ‘gerçeklik’ olmaktan çıktı.
İki ‘gerçekliğin’ aynı anda bir arada var olamayacağının açık bir kanıtı olan bu durum, İsrail’in fiili ‘gerçekliğinin’ tanınmaması ve Filistin gerçekliğinin yeniden inşası şeklinde bir idealizm doğurdu.
Pazarlık kozu olarak Filistin ideali
Mısır, Camp David anlaşmasıyla Filistin idealizmini kendi ulusal çıkarları için pazarlık konusu yapan ilk taraf oldu.
Mısır’ın açtığı bu çığır, Oslo anlaşmasıyla Filistin’in yasal temsilcisi olan FKÖ tarafından sürdürüldü. Elbette tıpkı Mısır gibi, FKÖ de İsrail’in varlığını tanımayı ‘Filistin idealinden’ vazgeçmek olarak açıklamadı.
Onlara göre İsrail varlığının reddi ve Filistin gerçekliğinin yeniden inşası ilkesine dayanan Filistin ideali, ‘gerçekçi’ değildi. İsrail ve Filistin gerçekliğinin bir arada var olabilmesi mümkündü. O halde İsrail gerçekliği kabul edilmeli ve Filistin gerçekliğinin inşası, uzlaşmayla sağlanmalıydı.
Pazarlıktan kim ne kazandı?
Mısır, Camp David sayesinde Sina’yı geri almayı, FKÖ de Oslo anlaşmasıyla ‘Özerk Yönetime’ kavuşmayı birer kazanım olarak ortaya koyup Filistin idealine getirdikleri yeni tanımın ve izledikleri yöntemin doğruluğunu ispatlamaya çalıştı.
Camp David ve Oslo anlaşmaları sayesinde en büyük Arap düşmanı olan Mısır’a ve tek fiili muhatabı olan FKÖ’ye kendini kabul ettiren İsrail’in kazanımı son derece açıktı.
Halbuki Mısır’ın kazanım diye bahsettiği şey, zaten kendine ait bir toprağı geri almaktan, FKÖ’nün kazanım diye sunduğu şey ise kendi topraklarının İsrail’in izin verdiği kadarında pay sahibi olmak ve İsrail işgaline yasallık kazandırmaktan ibaretti.
Mısır, Camp David sayesinde Filistinli direniş gruplarına karşı İsrail’in en önemli ortağı haline gelmiş olsa da kendisine yönelik terörist gruplarla mücadele için Sina’daki askeri varlığını arttırma konusunda bile İsrail’den izin almak durumunda.
Özerk Yönetim ise Oslo anlaşmasıyla birlikte Filistin toprakları diye kabul ettiği ve “egemenlik kazandığı” yerlerde bile İsrail’in yeni yerleşke inşaatlarıyla sürdürdüğü işgali sadece seyrediyor.
Gerçekçilik, slogancılık ve direniş seçeneği
İsrail’i bir gerçeklik olarak kabul eden, Filistin idealini ‘iki gerçekliğin’ bir arada var olabileceği teziyle İsrail’le görüşüp anlaşarak inşa edebileceğini düşünenlerin kazanımları bunlar.
İsrail’in fiili gerçekliğini tanımayıp Akdeniz’den Ürdün nehrine kadar olan toprakların özgürlüğü için tek yolun silahlı direniş olduğunu savunanlar gerçekçi olmamakla ve slogancılıkla suçlanıyor.
Halbuki 2000 yılında Güney Lübnan’ı İsrail işgalinden kurtaran Hizbullah ve 2005’te İsrail’in Gazze’den tek taraflı olarak çekilmesini sağlayan Filistin direnişi, bu kazanımlarını silahlı direnişle izah ediyor.
Hamas’ın yeni siyaset belgesi
Hamas’ın 1 Mayıs’ta açıkladığı yeni siyaset belgesinde[1] 1967 sınırlarını tanıyan ifadelere yer vermesi, tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Çünkü bu yeni belgeyle ilk kez bir direniş hareketi, Filistin idealini revize etmeye hazır olduğun sinyalini vermiş oldu.
Elbette Hamas, yeni siyaset belgesinde İsrail’i tanımadığını, Filistin topraklarının ‘denizden nehre kadar’ olduğunu, mültecilerin dönüş hakkını ve başkenti Kudüs olan egemen bir Filistin devleti kurulmasını vurgulamaya devam ediyor.
Belgenin 20. Maddesinde geçtiği üzere 1967 topraklarını ise “ortak bir ulusal uzlaşma çerçevesi” olarak tanıdığını söylüyor.
Dolayısıyla metnin kendisinden Hamas’ın bu siyaset belgesiyle 1967 topraklarına razı olduğu, İsrail’i tanıdığı, direnişten vazgeçtiği ve İsrail’le görüşmelere hazır olduğu sonucu çıkmıyor.
Devekuşu vizyonu
Ancak Hamas’ın 1967 topraklarını, İsrail’i tanıdığı ve 1948 topraklarından vazgeçtiği için değil; İsrail’i tanıyan ve 1948 topraklarından vazgeçen Filistin Özerk Yönetimi ile “ortak bir ulusal uzlaşma çerçevesi”nde buluşmak için tanıdığını belirtmesi, Hamas’ın tavrında hiçbir değişimin olmadığı anlamına gelmiyor.
Nitekim Halid Meşal, Hamas Siyasi Büro Başkanı sıfatıyla CNN’e verdiği demecinde, yeni siyaset belgesiyle ortaya yeni bir perspektif koyduklarını belirterek Amerika’yı bu fırsattan[2] yararlanmaya çağırması bunu teyit ediyor.
Hamas'ın hem direniş safında olduğunu vurgulayan hem de 1967 sınırlarını tanıdığını ifade eden yeni siyaset belgesi, adeta muhatabına göre hem deve hem de kuş tanımı yapmaya elverişli bir devekuşu resmi çiziyor.
Dolayısıyla salt bu metinden hareketle Hamas’ın gelecekte direniş tutumunu sürdüreceğini de direniş safından ayrılacağını da kesin olarak söylemek mümkün değil.
Ancak Hamas’ın neden bir ‘devekuşu’ olma ihtiyacı hissettiği, bu ihtiyacın bağımsız bir karar olup olmadığı ve bunun zamanlaması, örgütün bundan sonraki istikametine dair ipuçları sunuyor.
Hamas’ın Suriye’yi terk etmesi, Tahran, Şam ve Hizbullah’a yönelik suçlayıcı açıklamaları, örgütün siyasi vizyonunun devekuşuna dönüşeceğinin habercisiydi.
Çünkü Direniş safında kendisini el-Fetih’e karşı anlamlı kılan rolünü, İsrail’le derin ilişkilere sahip Türkiye ve Katar’ın safında sürdürmesi gerekecekti.
Örneğin Türkiye, başından beri Hamas’a, "Artık siz seçimleri kazandınız, silahı bırakın, terörü bırakın. Ondan sonra meşru zeminde siyaset yapın" diye telkinde bulunuyor,[3] İsrail’i tanıması için baskı yapıyordu.[4]
FKÖ’nün vizyonu, Hamas’ın vizyonsuzluğu
Yarattığı sonuçlar bakımından doğruluğu tartışılabilir olsa da Oslo anlaşmasını yapan FKÖ’nün, açık bir vizyonu, karar bağımsızlığı ve halk desteği vardı. Ancak aynı şeyleri Hamas’ın siyaset belgesi için söylemek mümkün gözükmüyor.
Zira Filistin’de “1996'da Oslo anlaşmasını destekleyenlerin oranı yüzde 80, İsrail'e karşı şiddetten yana olanlar ise yüzde 20 civarındaydı. Yine 1996 yılı Filistin genel seçimleri öncesi, Ocak ayında Arafat liderliğindeki el-Fetih'i destekleyenler yüzde 55 iken, Arafat'ın şahsını destekleyenlerin oranı yüzde 65'ti. Buna karşılık diğer muhalif grupların, İslamcıların ve milliyetçilerin sahip olduğu toplam halk desteği yüzde 40'tan yüzde 20'ye gerilemişti.
Muhalif grupların seçimleri boykot çağrısına rağmen seçime katılım yüzde 75 olmuştu. Yapılan seçimde kullanılan oyların yüzde 22'sinin geçersiz, yüzde 8'inin de rakibi Semih Halil'e verildiği düşünüldüğünde Arafat, oyların yüzde 70'ini almış, böylece el- Fetih hareketi Filistin parlamentosundaki sandalyelerin yüzde 77'sini kazanmıştı.
Filistinlilerin Oslo sürecinden beklentileri o kadar yüksekti ki, 1993'ten 2001'e kadar Filistinlilerin Oslo anlaşmasına olan desteği asla yüzde 60'tan aşağı düşmemişti.”[5]
Yani Filistin idealini revize etmek anlamına gelse bile Oslo anlaşması güçlü bir halk desteğiyle el-Fetih’in bağımsız bir kararıydı.
Ancak Suriye’de bulunduğu dönemde ‘ulusal uzlaşma çerçevesi’ oluşturmak adına 1967 sınırlarını tanıma ihtiyacı duymayan Hamas’ın Türkiye ve Katar’la müttefik olduktan sonra aldığı bu kararın ne ölçüde bağımsız bir karar olduğu, ne ölçüde toplumsal desteğe sahip olduğu ve Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımayı vaat eden Trump hükümetine sunduğu fırsatın ne olduğu belirsiz.
Hamas, gelecekte deveye mi kuşa mı dönüşecek
Hamas’ın şimdi arasına mesafe koymak zorunda kaldığı Müslüman Kardeşler’in Mısır’da iktidar olduğu kısa dönemde ilk yaptığı iş Camp David’e bağlılığını bildirmek oldu.[6]
Mısır’la Gazze arasında Suriye’nin Hizbullah ve Filistin direnişi ile kurduğu türden bir ilişki kurmayı denemediği gibi, Hamas’ı “Kudüs’e giden yolun Suriye’den geçtiğine” inandırdı. Hamas ise Gazze’ye giden yolun neden Mısır’dan geçmediğini sormadı.
Şimdi realizm adına 1967 sınırlarını tanıyan ve bunu Amerika’ya bir ‘fırsat’ olarak sunan Hamas, kendisini hem askeri hem de siyasi olarak destekleyen Suriye konusunda ‘realist’ davranmak yerine pek ‘idealist’ davranıp Suriye sorununu bir rejim sorunu olarak tanımladı ve Şam’a cephe aldı. Tahran’a ve Hizbullah’a “insan hakları” ve vicdan öğütleri verdi.
Eski müttefiklerinin yüzüne kapıyı çarptıktan sonra, yeni müttefiklerinin açtığı kapının kendisini direnişten başka bir yere götürdüğünü fark etti.
Hamas, kendini ‘devekuşu’ haline getiren bu kararlarını bağımsız olarak mı aldı bilinmez; ancak bu evrim sürecinin örgütü gelecekte deveye mi yoksa kuşa mı dönüştüreceğini Hamas’ın kendisinin bile bildiği şüpheli.
[1] YDH. 3 Mayıs 2017. Hamas'ın siyaset belgesi (Tam metin) http://ydh.com.tr/HD15207_hamas-in-siyaset-belgesi-tam-metin.html
[2] YDH. 3 Mayıs 2017. Meşal: Yeni siyaset belgesi ABD için bir fırsat http://ydh.com.tr/HD15208_mesal--yeni-siyaset-belgesi-abd-icin-bir-firsat.html
[3] TBMM. 25 Şubat 2016. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun, Türkiye'nin Dış Politikasında Son Dönemdeki Gelişmeler Hakkında Sunumu https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/komisyon_tutanaklari.mv_goruntule?pTutanakId=6989
[4] YDH. 23 Mart 2017 Çavuşoğlu: Hamas’a İsrail’i tanıması için baskı yaptık http://www.ydh.com.tr/HD15136_cavusoglu--hamasa-israili-tanimasi-icin-baski-yaptik.html
[5] YDH. 4 Nisan 2017. Filistin ulusal hareketindeki iki başlılık ve eksen kayması http://ydh.com.tr/HD15210_filistin-ulusal-hareketindeki-iki-baslilik-ve-eksen-kaymasi.html
[6] YDH, 10 Mayıs 2012. Muhammed Mursi: Camp David korunmalıdır http://www.ydh.com.tr/HD10171_muhammed-mursi--camp-david-korunmalidir.html