Medya kamuoyunu etkilemede önemli bir rol oynamaktadır. Ancak buna karşın bu rol, hakim yönetimlerin siyasi pozisyonunu tamamlamaktan ibaret bir roldür.
Hepimiz, İsrail hükümetinin geçtiğimiz 7 Ekim’deki ‘Aksa Tufanı’ operasyonu esnasında meydana gelen olaylarla ilgili nasıl yanıltıcı bir fotoğraf ortaya koyduğunu hatırlıyoruz.
Onlar, Hamaslı direnişçilerin çocukları öldürdüğünü, kadınlara tecavüz ettiğini ve bazı uzuvlarını kestiklerini iddia etmişlerdi. Hatta Amerikan Başkanı Joe Biden bu yalanı bizzat kendisi tekrar etmek suretiyle İsrail’in Gazze halkına karşı işlediği ve işlemekte devam ettiği ‘soykırımı’ meşrulaştırmış oldu.
Bunun yanında Batılı devletlerin o tarihten beri İsrail’i destekleyen askeri kampanyalarını da meşrulaştırdı.
İsrail, 7 Ekim’de direniş tarafından sivillere yönelik işlenmiş herhangi bir suça dair tek bir delil sunamamıştır.
Tam tersine bazı İsrailli sivillerin kazaen öldüğü ve bir kısmının Filistinli esirlerin serbest bırakılması karşılığında rehin alındıkları kesin olarak anlaşıldı. İsrail’in ve Batı'nın yalanları, Filistin halkına ve direnişe düşmanlıkları bilinen bir şeydir. Ancak Türkiye medyasının özellikle de Adalet ve Kalkınma Partisi’ni destekleyen medyanın tutumu iki kat daha kınanmayı hak ediyor.
Türkiye’nin resmi tutumu Gazze saldırılarının ilk gününden itibaren eleştireldi ve Siyonist yalanlardan etkilenmişti. Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin İsrail, Batı ve NATO ile ilişkileri yüzünden iç siyasete dönük hesapları olabilir. Ancak medyanın bu konuda bir mazereti olamaz ve ondan doğrunun yanında tutum alması beklenir.
Resmi tutum Gazze saldırısının ilk 20 gününde İsrail’e ve Hamas’a karşı ‘tarafsızlık’ tutumu idi.
Türk yetkililer konuşmalarında İsrail’i ve Hamas'ı bir tutuyorlardı. Ancak katil ile kurban karşısındaki tarafsızlık sadece İsrail lehine taraf olmak anlamına gelir. Bunun yanında Adalet ve Kalkınma Partisi’ni destekleyen medyanın büyük çoğunluğu, kasıtlı olsun veya olmasın, Hamas hareketine sorumluluk yükleyen dalganın peşinden sürüklenmiştir. ‘Sivillerin öldürülmesi’ meselesinde olduğu gibi.
Bu durum Filistin direnişinin ‘ahlâkî meşruiyet’i hakkında soru işaretleri oluşmasına ve İsrail işgaline karşı direnişinde ‘haktan ve adaletten’ uzaklaştığı düşüncesine yol açtı.
20 gün sonra Adalet ve Kalkınma Partisi’nin söyleminde ‘değişiklik’ oldu. İsrail’i kınamaya başladı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan İsrail’i savaş suçlusu ilan etti, Netenyahu’yu da yeni Hitler, hatta ondan da kötü biri olarak niteledi. Onu ‘Gazze kasabı’ olarak niteledi.
Erdoğan bütün uluslararası toplantılarda İsrail'i kötülemeye özen gösterdi. Ancak Gazze'ye savaşın üzerinden 100 gün geçmesine rağmen fotoğraf aşağıdaki gibidir:
1- Türkiye söylem düzeyinde kınamakla yetindi. İsrail aleyhine siyasi, diplomatik ve de ekonomik düzeyde baskı oluşturacak pratik adımlar atmaktan kaçındı.
2- İsrail ile Türkiye arasında ticaret kesintisiz devam etti. Gıda, çimento, demir, çelik vb. taşıyan gemiler, asgari günlük ortalama 8 gemi ile İsrail limanlarına taşınmaya devam etti.
3- Yeni yılın 11 Ocak sabahı dünya, Güney Afrika'nın, Lahey’deki Uluslararası Adalet Mahkemesinde, İsrail aleyhine toplu soykırım suçlamasıyla dava açtığı haberiyle uyandı.
Bu sürpriz çıkışı çoğu Türk yazarı kendi diliyle şöyle ifade etti: Neden Güney Afrika da Türkiye değil? Uluslararası toplantılarda Erdoğan İsrail’i kötülemiyor mu? Peki bunu Türkiye neden yapmadı?
Cevap: Adalet ve Kalkınma Partisi liderlerinin İsrail aleyhine düzenlendiği kampanyanın pratikte hiçbir karşılığı yoktur. Bu, sadece göz boyama ve dindar Türk seçmenin yaklaşan belediye seçimlerinde oyunu Adalet ve Kalkınma Partisi adaylarından yana kullanmalarını sağlamak içindir.
Filistin davası maalesef ucuz iç siyasi hesaplara malzeme yapılmıştır. Bütün bu yaşananlar Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Filistin davasını ve Arap dünyasındaki İhvan-ı Müslimin hareketini, Osmanlıcılık lehine kullandığını göstermektedir.
7 Ekim'de hesaplaşma zamanı geldiğinde resmi tutum Filistin davasını desteklemekten vazgeçme yönünde olmuştur.
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun, saldırının üzerinden 100 gün geçtikten sonra, Türkiye’nin sessiz kalmasını eleştirmesine ve Erdoğan'a hitaben "ayıp oldu" demesine yol açan sebep buydu.
Ancak üzüntü verici olan medyanın yanıltıcı haberlerinin halen devam ediyor olmasıdır. Buna örnek olarak ‘Yeni Şafak’ gazetesi yazarı Süleyman Seyfi Öğün'ün 18 Ocak tarihli ‘Tırmanan Türkiye -İsrail Gerilimine Dair Notlar’ başlıklı yazısı gösterilebilir.
Öğün, makalesinde İran liderliğindeki Direniş Ekseni’nin "açık bir şekilde" ilk günden itibaren Aksa Tufanı eyleminin Hamas direniş hareketi ile ilgisi olmadığını ve savaşın tarafı olmak istemediğini ilan ettiğini yazdı.
Husi Hareketi ile ilgili olarak da Öğün, alaycı bir tavırla, onların İsrail’e karşı füze kullanmalarını ciddiye almadığını ve Amerika ya karşı duramayacaklarını yazdı.
Adalet ve Kalkınma Partisi’ni destekleyen birçok yazarın tekrar ettiği bu ifadeler, gerçekle alakası olmayan ve bölgede yaşananlarla ilgili ya eksik ya da kasıtlı olarak göz ardı edilen bilgiler yansıtmaktadır.
Muhtemelen bütün bunlar Türkiye’nin İsrail aleyhine pratik tedbirler almamasını meşrulaştırmak içindir.
İsrail ile ona düşman olan çatışma bölgesinin merkezinden bir gözlemci olarak bazı gerçekleri burada ifade edelim:
1- İran, Aksa Tufanı eyleminin gerçekleştiği ilk andan itibaren operasyonu desteklediğini ilan eden tek bölge devletidir. Buna karşın bütün Arap İslam ülkeri (Türkiye de dahil) İsrail, Amerika ve Batı'nın öfkesinden korkup sessiz kalmayı veya tarafsız olmayı tercih etmişlerdir.
2- İran, Filistin direniş hareketini, Hamas başta olmak üzere, silah, eğitim ve maddi anlamda destekleyen tek ülkedir. Buna karşın Türkiye dahil hiçbir ülke ‘tek bir kurşun’ dahi yardımda bulunmamıştır.
3- İran, İslam ülkeleri arasında İsrail ile diplomatik, siyasi ve ekonomik-ticari ilişkileri olmayan hatta Siyonist varlığı tanımayan tek ülkedir. Aksine Batı'nın uyguladığı ambargonun, İslam devriminin ilk gününden beri, temel sebebi İran'ın Filistin davasına olan desteğidir.
Bununla birlikte maalesef, sadece örnek olması açısından, Türkiye 1949 yılından beri bu Siyonist varlığı tanımakta ve birlikte Arap kurtuluş hareketlerine karşı birçok konuda onunla koordineli çalışmıştır.
Daha da üzücü olan Türkiye-İsrail ilişkilerinin İslami eğilimli hükümetler döneminde daha çok ilerleme kaydetmiş olmasıdır.
Adnan Menderes hükümeti, Turgut Özal hükümeti ve Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetleri ilişkilerin geliştiği dönemlerdir.
Bülent Arınç'a İsrail ile ilişkiler sorulduğunda şöyle cevap veriyordu: İsrail ile ilişkiler, Filistin meselesinin çözümünde daha fazla etkin olmak açısından, zorunludur.
Ancak bu iddia edilen etkinin, Gazze'ye karşı sürdürülen savaşta sıfıra eşit olduğu görülmektedir.
Mevcut Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ise Aksa Tufanı eyleminden sonra İsrail ile ilişkilerin kesilmesi veya en azından düşürülmesi ile ilgili olarak şunu söylemiştir: "İsrail ile ilişkiler Filistin halkına olan desteğimizi etkilememektedir."
Taraflı olmakla suçlanmamak için şunu da ekleyelim, Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel'in Hamas'ı bir terör örgütü olarak nitelemesi, Kemal Kılıçdaroğlu dönemindeki politika ile uyuşmamaktadır.
Özgür Özel'in parti başkanlığına böyle kötü bir başlangıç yapmaması ve kendine Hamas'ın Aksa Tufanı eylemini neden gerçekleştirdiği sorusunu sorması gerekirdi.
Ayrıca İsrail'in 1967 sonrası işgal ettiği topraklardan neden çekilmediğini veya en azından iki devletli çözüme neden karşı olduğunu sorması gerekirdi.
Hamas'ı terör örgütü olarak nitelemek, dünyadaki ve İsrail'e karşı bütün direniş hareketlerine hakarettir. Ayrıca Filistin davasını destekleyen onurlu Türk halkına yapılabilecek en büyük kötülüktür.
Sonuç olarak Türkiye dahil bütün İslam ülkeleri, İran'ın Filistin direnişine olan desteği ve İsrail ile bağlarını koparmak noktasında yaptıklarının yüzde onunu yapsalar farklı bir denklemi konuşuyor olurduk.
Bu yüzden İran'ın İsrail ile Hamas savaşının dışında kaldığını söylemek iftiradır ve Türk kamuoyuna ulaşmasına engel olunan herkesin bildiği hakikati inkar etmektir.
4- Direniş ekseninin var olan savaşla hiçbir ilgisi olmadığını ilan ettiğini söylemek, Lübnan-İsrail cephesi ortadayken tamamen bir cehaleti yansıtmaktadır.
Aksa Tufanı eyleminin hemen sonrasında Hizbullah, Gazze direnişine destek olmak için, İsrail'e karşı kuzey cephesinde mücadeleye başlamıştır.
Hizbullah’ın savaşa dahil olması, Hizbullah örgütünün ve Güney Lübnan halkının büyük kayıplar vermesine neden olmuştur:
-Şu ana kadar, Hizbullah’ın yaklaşık 200 savaşçısı şehit oldu ve yüzlercesi de yaralandı.
-Lübnan'ın İsrail sınırına yakın bölgesinde yaşayan on binlerce insan, göç etti.
-Düşman, savaş uçaklarıyla yüzlerce evi yıktı.
-Lübnan'ın sınır bölgelerindeki kentlerinde ekonomik faaliyetler ve eğitim faaliyetleri kesintiye uğradı.
Bütün bunlar Gazze direnişine destek olmanın bedelidir. Buna karşın İsrail'in kayıpları da büyüktür:
Onlarca ölü, İsrail ordusunun üçte birinin, Gazze’de savaşmak yerine Lübnan sınırında meşgul olması, İsrail'in kuzeyinden 300 bin İsraillinin göç etmesi ve iktisadi faaliyetlerin kesintiye uğraması. Bütün bunlar, İsrailli yöneticilerin Lübnan’ı yok etmek ve onu taş devrine döndürmekle tehdit etmesine yol açmıştır.
Şayet Lübnan cephesindeki direniş bu kadar etkili olmasaydı düşman bu tehditleri savurmazdı. Bütün bu olanlardan sonra birilerinin, Güney Lübnan'daki Direniş Ekseni’nin Gazze'deki savaşla bir ilgisinin olmadığını yazması gariptir?!
5-Öğün'ün "Husilerin Yemen’den İsrail'e füze atması" ile alay etmesi de gariptir.
Yemen’in sınırlı imkanlarla savaşa dahil olması, çok açık bir şekilde, onlarca yıldır Arap- İsrail mücadelesinde olduğu gibi, Gazze'ye karşı savaşta da büyük bir stratejik dönüşüme neden olmuştur.
İlk kez uzak bir Arap ülkesi İsrail'e hücum etmekte ve buna cesaret etmektedir. Yine ilk kez Batı’nın Arap Denizi ve Kızıldeniz’deki deniz seferleri tehdit edilmektedir. Bu da İsrail'e ve onun koruyucusu ve destekçisi Batı’ya büyük bir baskı oluşturmaktadır.
Sınırlı güce sahip olmasına rağmen Yemenliler altı yıldır kendilerine karşı savaşan ülkelere ve bu saldırıların merkezinde yer alan Amerika'ya bedel ödeterek galip gelmiştir. Bu konuda alay etmek hiçbir analiste ve yazara yakışmamaktadır.
Ayrıca korkutmak da, İsrail'in yararına olması dışında bir fayda sağlamamaktadır. Muhtemelen direnişe karşı İsrail'i destekleyen bir tutuma itiraz etmeyebiliriz; ancak açık bir şekilde yanıltıcı davranış sergilemek, İsrail'e ve hedeflerine hizmet edip, Filistin davasına ve onun gerçek destekleyicilerine kötülük anlamına gelir.
Makalelerdeki düşünceler yazarına aittir ve YDH’nın politikasını yansıtmayabilir.