Barış ve adalet için çaba göstermenin hala önemli bir uluslararası sorun olduğu bir dünyada yaşıyoruz. İsrail’in 70 yıldan fazla bir süredir ırkçı ve vahşi politikaları sonucu ortaya çıkan Ortadoğu’daki büyük bunalımlar Filistin halkını da tüm bölgeyi de şiddetle etkiliyor.
Şunu kabul etmek gerekir ki böylesine köklü ve karmaşık meselelerin çözümü, İsrail’in Gazze’ye saldırılarını ve insan hakları ihlallerini durdurma yönünde stratejik adımların atılmasıyla mümkün.
Tarihsel analizlerden çıkarılan karma yöntemler ve çağdaş stratejiler İsrail’in Filistin halkına yönelik saldırılarını durdurmada Arap ve İslam aleminin kolektif bir şekilde ekonomik ve siyasi abluka uygulamasının etkili olduğunu gösteriyor.
Süveyş krizi ve 1973’teki petrol ambargosu gibi tarihi olaylar İsrail ve müttefiklerinin ekonomik ve stratejik baskılar karşısında ne kadar kırılgan olduğunu göstermişti.
Aynı şekilde İsrail rejiminin yalnızlaştırılması için koordineli uluslararası çabaların, bu çerçevede yasal adımların ve diplomatik çabaların İsrail rejimini şiddete dayalı politikalarını gözden geçirmeye zorlayacağı açıktır.
Abluka uygulamadan, uluslararası düzeyde hukuki seferberlik ve diplomatik desteğe kadar bu çok yönlü yaklaşımları ele alarak biz Arap ve İslam ülkelerine Filistin davasını destekleme ve insan hakları ihlallerine dair hesap sorma konusunda ikna edici bir liderlik rolü sunabiliriz.
Tarihsel geçmiş bu tür adımların etkisi konusunda değerli bir perspektif sunuyor. Örneğin 1956’daki Süveyş krizi, İsrail ve Batılı ülkelerinin güvenliğinin ne kadar kırılgan olduğunu ve Arap ve İslam ülkelerinin kontrolü altındaki deniz hatlarına bağımlı olduğunu gösterdi.
Dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır, 26 Temmuz 1956’da Süveyş Kanalı’nı millileştirdi. Onun bu adımı İngiltere, Fransa ve İsrail’i bu stratejik güzergahın kontrolünü ele almak için askeri saldırıya sevk etti.
6 Ekim 1973 savaşından sonra bazı Arap ülkelerinin petrol ambargosu uygulaması, Arap ve İslam ülkelerinin kapasitesinin büyüklüğünü, Ortadoğu’daki çatışmalarda ne kadar etkili olabileceğini ve olayların seyrini nasıl değiştirebileceğini gösterdi.
O dönemde İngiltere’nin BM daimi temsilcisi olan Anthony Parsons, şunları söylüyor: Amerikan Dışişleri Bakanı William Rogers, Arapların petrolü bir silah olarak kullanıp İsrail’i 1967’de işgal ettiği yerlerden çekilmeye zorlamak için Batı’ya baskı yapabileceklerini küçümsedi. Rogers, Arapların petrolü siyasi bir silah olarak kullanmasının Amerika’ya göre içi boş bir tehdit olarak gördü.
Ancak petrol ambargosu uygulanınca bu siyasi silahın Amerika ve İsrail ekonomilerini felç edici etkisi oldukça açık bir şekilde ortaya çıktı.
Bu tarihi gerçekleri ile Arap ve İslam ülkelerinin Amerika ve İsrail’i Gazze’deki Filistin halkına yaptıkları ortak saldırıları durdurabilecek kapasitelerini dikkate alarak İran İslam Devrimi Lideri şunu vurguluyor:
“İsrail’in hayat damarlarını keserek İsrail rejimini savaşı durdurmaya zorlayacak uygulanabilir ve pratik bir strateji mevcuttur. Bu stratejinin esaslarından biri, İsrail ve müttefiklerine yönelik çok katmanlı bir abluka uygulanmasıdır.”
Bu stratejinin uygulanması yönündeki ilk adım, Güney Afrika hükümetinin Gazze’de Filistin halkına soykırım uygulandığı suçlamasıyla Uluslararası Adalet Divanı’na dava açması oldu.
Bu çaba, tarihi bir zaferle de taçlandı. Zira Uluslararası Adalet Divanı, İsrail’den soykırımı derhal durdurmasını ve insani yardımların abluka altındaki Gazze halkına ulaştırılmasını istedi. Bu adım, İsrail’e karşı küresel bir yargı desteğinin sağlanmasına uyardım etti.
Buna ilaveten İsrail’in müttefiklerine özellikle de Amerika’ya Irak ve Suriye’de abluka uygulanması, İsrail’i şiddet eylemlerine son vermeye zorlayabilir.
Direniş Ekseni, doğrudan ve kapsamlı bir savaşa hazır olduğunu göstererek şu açık mesajı veriyor: İsrail saldırganlığına desteğe devam etmek bedelsiz olmayacak.