İsrail savaş kabinesi, İran’ın 14 Nisan’da yaptığı operasyona karşılık verme kararı almış olsa da[1] bu karar pratik gerçekçiliği bakımından değil, ‘Demir Duvar’ı tamir etme çabası bakımından önem taşıyor.
‘Demir Duvar’, Vladimir (Zeev) Jabotinsky’nin Filistin’in nasıl güvenli bir sömürge haline getirilmesi gerektiğini anlattığı meşhur makalesinin adı.
Açık bir Mussolini hayranı olan Jabotinsky, 1940’ta öldüğü için İsrail’in kuruluşunu göremedi; ancak onun faşizm sempatisini gizlemeyen sağcı ‘revizyonist’ çizgisi Likud Partisi tarafından sürdürüldü. ‘Demir Duvar’ makalesi de İsrail rejiminin resmi güvenlik doktrini haline geldi.
Türkiye’nin 1 yıl, Mısır’ın 30 yıl, Arafat’ın ise 40 yıl sonra ‘Demir Duvar’ın yıkılamaz olduğuna inanıp vatanlarını çalan ve 50 yıl içinde yoktan İsrail’i var eden Siyonistlere teslim olmaları ‘Demir Duvar’ın sonucuydu.
Jabotinsky, kendi dönemindeki bazı solcu veya liberal Siyonistlerin aksine oldukça açık sözlüydü. Siyonist yüzünü insan maskesiyle gizlemeye çalışmıyordu. Filistin topraklarında bir sömürgeci olarak bulunmalarından övünçle bahsediyor, hiçbir sömürgecinin sömürge halkıyla anlaşma yapamayacağını belirtiyor ve ‘Demir Duvar’ doktrinini şöyle açıklıyordu:
“Biz Filistin’e karşılık ne Filistinlilere ne de öteki Araplara hiçbir şey veremeyiz. Öyleyse gönül rızasıyla anlaşamayız. Bugün sömürgeleştirme faaliyeti en sınırlandırılmış haliyle bile yerli halkın iradesine rağmen sürdürülmek zorundadır. Dolayısıyla bu faaliyet ancak ve ancak yöre halkının hiçbir şekilde kıramayacağı, adına ‘Demir Duvar’ diyebileceğimiz bir güç kalkanının ardında sürdürülüp geliştirilebilir. İşte bizim Arap politikamız budur. Bunu herhangi başka bir biçimde formüle etmeye kalkışmak da olsa olsa ikiyüzlülüktür.”[2]
Jabotinsky, liberal Haim Weizmann, solcu Ben Gurion veya Moşe Şertok gibi Siyonist liderlerle birçok bakımdan zıttı; ancak onun ‘Demir Duvar’ doktrini zaman içerisinde solcular tarafından da benimsendi ve Arapları acımasız bir şiddetle mücadeleden yıldırmayı öngören ‘Demir Duvar’, rejimin resmi doktrini haline geldi.
Basel Konferansı’ının yapıldığı 1896’da Siyonizm Yahudi çoğunluk tarafından bir hayal, Filistin’de devlet kurmak ise maceracılık olarak gözüküyordu. Ancak yaklaşık 50 yıl sonra 1948’de Siyonistler sıfırdan devlet kurdu ve hayal gerçek oldu.
Arap ve İslam dünyasında ise süreç tersine işledi. Yüzlerce yıldır Filistin’in sahibi olan Araplar ve Müslümanlar, kendilerine ait bu yurttan kısa sürede vazgeçti.
Türkiye, 1949’da İsrail’i tanıyarak bir senede Filistin’den vazgeçti. Halbuki 30 yıl kadar önce Filistin vatan, Filistinli de vatandaştı.
1978’de Camp David anlaşmasını imzalayan Mısır, 30 yıl sonra; 1993’te Oslo Anlaşmasını imzalayan Yaser Arafat da yaklaşık 40 yıl sonra Filistin’den yani vatandan vazgeçti.
Türkiye’nin 1 yıl, Mısır’ın 30 yıl, Arafat’ın ise 40 yıl sonra ‘Demir Duvar’ın yıkılamaz olduğuna inanıp vatanlarını çalan ve 50 yıl içinde yoktan İsrail’i var eden Siyonistlere teslim olmaları ‘Demir Duvar’ın sonucuydu.
1979, ‘Demir Duvar’ın bekası açısından çok ciddi bir dönüm noktası oldu. Filistin konusunda Arap dünyasına liderlik eden Mısır, Camp David’de Demir Duvar’a boyun eğerken, İsrail’in bölgedeki en büyük müttefiki olan İran’da ‘Demir Duvar’ı yıkmayı hedefleyen bir devrim oldu.
1948’den 1979’a kadar bölgedeki gerilimler, çatışmalar ve savaşlar İsrail’in kendini bölgeye dayatmasından bölgenin ise İsrail’in varlığını reddetmesinden kaynaklanıyordu.
1979’dan sonra ise bir tarafında İsrail’in bölgedeki varlığını kabul edenlerin, diğer tarafında da reddedenlerin yer aldığı yeni bir çatışma denklemi oluştu.
Peki İsrail’in bölgedeki varlığını kabul edenler, neden onun güvenlik garantörü haline geldi? Bunun sebebi karşılıklı garantiler.
ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in kurduğu Camp David düzeni, Demir Duvar’a teslim olma karşılığında Arap ülkelerindeki iktidarların bekasını garanti ediyor.
Amerikan rejiminin tezgahlayacağı hükümet darbelerinden veya yaptırımlarından korunmak isteyen krallar, şeyhler, emirler ve cumhurbaşkanları ise ‘Demir Duvar’ın garantörlüğünü üstleniyor.
İsrail’in bölgedeki varlığını dolayısıyla da Camp David düzenini reddeden ‘Direniş Ekseni’ ise denklemin karşıt tarafını oluşturuyor.
İran-Suriye stratejik işbirliğinin ürünü olan ‘Direniş Ekseni’ ittifakı, stratejik hedefini sadece ‘Demir Duvar’ı yıkmakla sınırlandırdı; ancak bu, savaşı tek cepheli hale getirmeye yetmiyor.
Çünkü garantörlük rolü üstlenen bölge devletleri de tıpkı Demir Duvar’ın sahibi İsrail gibi bunu kendi bekalarına yönelik bir tehdit olarak algılıyor. Bu yüzden de açık veya örtülü bir şekilde İsrail’in güvenliğini sağlamak için seferber oluyor.
Suriye’de savaşı destekleyen bölge ülkeleri 2017’de İsrail’le normalleşecek bir Suriye kurmaktan umudu kesince kendileri İsrail’le normalleşme anlaşmaları imzalamaya başladı.
Direniş Ekseni’ni çok cephede çatışmaya girmek zorunda bırakan bu denklem sayesinde de İsrail artık bölgede kabul görmenin değil, bölgeye liderlik etmenin avantajını kazanıyor.
1979 sonrasında oluşmaya başlayan bu denklem çerçevesinde Saddam’ın İran’a dayattığı 8 yıllık savaş sırasında Suriye dışındaki tüm Arap ülkeleri Irak’ın yanında yer aldı.
Aynı Arap ülkeleri Amerika’nın 2003’te Irak’ı işgal etmesi için her türlü kolaylığı sağladı; Amerika da Arap ülkelerindeki üslerini kullanarak Irak’ı bombaladı.
2004’te ABD ve Fransa’nın girişimiyle çıkarılan ve Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesini öngören 1559 sayılı BM kararı Arap ülkeleri tarafından desteklendi. Halbuki iç savaş sırasında Suriye ordusunun Lübnan’a girmesi bir Arap Birliği kararıydı.
2006’da Hizbullah’ın İsrail’le savaşı sırasında Suriye dışındaki diğer Arap devletleri İsrail’in yanında durdu.
2011’de İran dışındaki tüm bölge ülkeleri CIA’nın koordinatörlüğünde Suriye’ye karşı silahlı grupları destekledi. Silahlı grupların ilk hedefi de Suriye ordusunun İsrail’i izleyen Merc el-Sultan radar üssünü oldu.
Türkiye ve Katar’ın örgütlediği Suriye muhalefetinin lideri Burhan Galyun, devrimi yapınca İran ve Hizbullah’la ilişkilerini keseceklerini[3] belirtmiş; böylece Suriye’deki savaşın hedefinin Şam’da Camp David düzenine uyumlu bir rejim kurmak olduğunu ifşa etmişti.
Suriye’de savaşı destekleyen bölge ülkeleri 2017’de İsrail’le normalleşecek bir Suriye kurmaktan umudu kesince kendileri İsrail’le normalleşme anlaşmaları imzalamaya başladı.
Bu birkaç örnek bile 1979’dan bu yana bölgedeki çatışmaların ‘Demir Duvar’ı korumak isteyenler ile yıkmak isteyenler arasında olduğunu gösteriyor.
Aksa Tufanı, 1973’ten beri Demir Duvar’a yönelik en ciddi meydan okumaydı. İran’ın İsrail’e 14 Nisan’da yaptığı operasyon ise ‘Demir Duvar’ın ilk ciddi sınavıydı.
Çünkü 1973’ten beri hiçbir devlet İsrail’in camına taş bile atamamıştı ve İran’ın İsrail’e askeri saldırı yapması ve İsrail’in de ona pişman edici bir karşılık verememesi ‘Demir Duvar’ın tamamen yıkılmasına sebep olabilecek bir darbe alması anlamına geliyordu.
Bu sebeple Birleşmiş Milletlerin İsrail’in 1 Nisan’daki konsolosluk saldırısını kınaması engellenerek İran’a ‘yapayalnızsın’ mesajı verildi.
Amerika ve ‘Kolektif Batı’ açıkça İsrail yanında durarak, bölge ülkeleri de ‘itidal’ çağrıları yaparak İran’ı saldırıdan vazgeçirmeye çalıştı.
İran ise ‘yapayalnızsın’ mesajına ve Amerika liderliğindeki ‘Kolektif Batı’nın İsrail’in yanında saf tutmasına rağmen 14 Nisan’da ‘İsrail’ diye tanınan topraklara 300 füze ve İHA ile saldırdı.
İsrail, Batılı ve Arap dostlarının desteğiyle gerçekleştirilen çok katmanlı hava savunması sayesinde İran’ın füzelerinin ve İHA’larının yüzde 99’unun düşürüldüğünü iddia etti. İsrail rejiminin bu iddiası bağımsız Batılı kaynaklar tarafından da bağımsız İsrailli uzmanlar tarafından da yalanlandı.
İran açısından asıl sürpriz operasyon sırasında ve hemen sonrasında ortaya çıktı. Çünkü operasyon öncesinde İsrail’e destek açıklayan Amerika ve Avrupa ülkelerinin operasyon sırasında da tam kapasitesiyle İsrail’in savunmasına katılması beklenen bir şeydi.
Ancak bölgesel güvenlik ve istikrar adına İran’ı saldırıdan vazgeçirmeye çalışan bölge ülkeleri operasyon sırasında çok açık bir şekilde İsrail’e askeri destek verdi. Operasyon sonrasında da ise İran’a karşı İsrail’i bile kıskandıracak bir propaganda savaşı başlattı.
Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, hava sahalarını İsrail ve Amerikan hava kuvvetlerinin kullanımına açarak İsrail’e yardımcı oldu ve her iki tarafla da hayati önem taşıyan istihbarat paylaşımında bulundu.[4]
Ürdün ise kendi vatandaşlarının ölümüne sebep olma pahasına İran füzelerinden bazılarını düşürdü.
İsrail, Batılı ve Arap dostlarının desteğiyle gerçekleştirilen çok katmanlı hava savunması sayesinde İran’ın füzelerinin ve İHA’larının yüzde 99’unun düşürüldüğünü iddia etti. İsrail rejiminin bu iddiası bağımsız Batılı kaynaklar tarafından da bağımsız İsrailli uzmanlar tarafından da yalanlandı.
Amerikalı emekli istihbaratçı Albay Scott Ritter, İran’ın Nevatim ve Ramon hava üsleri ile Golan’daki askeri istihbarat üssünün İran tarafından vurulduğuna dikkat çekerek “Dünyanın en iyi füze savunma sistemi, korumakla görevli olduğu sahaları İran füzelerinin saldırılarından koruyamadı” dedi.[5]
İsrailli araştırmacı Or Vialkov ise Maariv gazetesine yaptığı açıklamada İsrail’in füzelerin yüzde 99’unu değil, yüzde 84’ünü engelleyebildiğini belirterek Nakab’daki Nevatim ve Ramon üssünün, Golan’daki Hermon üssünün ve hatta Dimona nükleer santralindeki bazı binaların füzelerle vurulduğunu açıkladı.[6]
İsrail rejiminin İran füzelerinin yüzde 99’unun düşürüldüğüne dolayısıyla da İran saldırısının başarısız olduğuna dair anlatısının çok mantıklı iki sebebi var.
1- İran’ın Şam konsolosluğuna yapılan saldırıda doğrudan rolü olan Nevatim, Ramon ve Hermon üslerini füzelerle vurduğunu kabul etmek, İsrail rejimi üzerine buna mutlaka karşılık verilmesi yönünde bir kamuoyu baskısı yaratacaktır. Saldırının başarısız olduğuna dair anlatı ise İsrail’in karşılık vermemesini veya bunu ertelemesini İsrail kamuoyunda kabul edilebilir hale getirecektir.
2- İran saldırısının başarısız olduğuna dair bir anlatı, hem iç kamuoyuna hem de bölge ülkelerine İsrail caydırıcılığının yerli yerinde olduğu mesajını verecektir.
İsrail medyası, bu iki mantıklı sebeple rejimin bu resmi anlatısını naklediyor olsa da caydırıcılık denkleminin değiştiğini; yani ‘Demir Duvar’da büyük bir gedik açıldığını itiraf ediyor.[7]
Bölgedeki sarayların medyası ise İsrail rejimini dahi kıskandıracak şekilde İran aleyhtarı bir propaganda yaptı.
Türkiye’de iktidar yanlısı medya ile İsrail hava savunmasına askeri destek veren Arap ülkelerinin medyası 14 Nisan’dan önce İran’ın asla İsrail’e saldıramayacağını, hatta saldırmayacağını; çünkü İran’la İsrail’in aslında gizli ortak olduğunu iddia ediyordu.
14 Nisan’dan sonra bu propaganda şu şekilde çeşitlilik kazandı:
- İran bir tiyatro oynadı. İsrail’in hiçbir yerini vurmadı. Bu bir danışıklı dövüştü.
- İran, bu göstermelik saldırıyla Batılıların yeniden İsrail’i desteklemesini sağladı; böylece İsrail’e hizmet etti.
- İran’ın aslında hiçbir askeri gücü yok. İsrail’e karşı sadece animasyonlarla savaş yapabilir.
İsrail medyasının ve askeri liderlerinin aksine sarayların medyası, İran’ın saldırısı sonrasında İsrail’in caydırıcılığını kaybettiğini, dolayısıyla da Demir Duvar’ın yıkıcı bir darbe aldığını söylemiyordu.
İsrail’le Gazze soykırımında dahi siyasi ve ticari ilişkilerini sürdüren sarayların medyası, İsrail rejimiyle paralel bir şekilde füze saldırısının başarısız olduğu propagandasını yaptı ve İran’ın İsrail’e saldırısından iki sonuç çıkardı:
1- İran, İsrail’in müttefikidir.
2- İran, kağıttan bir kaplandır.
Yani İsrail medyasının ve askeri liderlerinin aksine sarayların medyası, İran’ın saldırısı sonrasında İsrail’in caydırıcılığını kaybettiğini, dolayısıyla da Demir Duvar’ın yıkıcı bir darbe aldığını söylemiyordu.
Elbette sarayların medyasının bu propagandasının da bir mantığı var. Sarayların ihtiyacı düşünüldüğünde bu propagandanın tek kusuru ilkel bir aklın ürünü olması.
Bu propagandayı anlaşılabilir kılan kaygı şu: Demir Duvar’ın ağır hasar görmesi, sadece İsrail rejiminin değil, iktidarlarını Camp David düzenine borçlu olan sarayların temellerini de sarsıyor.
İran’ın hedefi, İsrail’i ve arkasındaki Kolektif Batı’yı yerle yeksan etmek değil, Şam konsolosluğu saldırısında doğrudan rolü olan 3 üssü vurarak İsrail rejimini cezalandırmaktı.
Nevatim, Ramon ve Hermon üslerini vurarak bu hedefini gerçekleştirdi. Bu hedefler için 62 milyon dolarlık 300 füze kullandı; İsrail ile Batılı ve Arap müttefikleri ise bunu önleyebilmek için bir gecede 1 milyar 300 milyonluk savunma harcaması yaptı.
Sadece bu veri bile İsrail rejiminin tek başına İran’la kapsamlı bir savaşa giremeyeceğini ispat ediyor.
62 milyon dolarlık saldırıya 1.3 milyar dolarlık tam kapasiteli savunma harcaması İsrail’in Batılı müttefiklerini de savaştan caydırmaya yetiyor. İşte bu sebeple ABD ve Kolektif Batı İran karşısında İsrail’e askeri destek vaat edemiyor.
“ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Savaş Kabinesi Bakanı Benny Gantz'ı durumu daha da tırmandırmamaya çağırdı. Ancak İsrail'in siyasi kademesi eyleme geçmek için baskı yapıyor ve bunun niteliği henüz belli değil.”[8]
İsrail rejiminin Batılı müttefikleri tarafından yalnız bırakıldığı için İran’a karşılık verememesi ise Demir Duvar’ın yıkıcı bir darbe aldığı anlamına geliyor.
Şimdi İsrail rejiminin ve sarayların medyasının propagandalarının tamamen doğru olduğunu, İran’ın füzelerinin yüzde 99’unun düşürüldüğünü dolayısıyla da İsrail’e hiçbir zarar veremediğini varsayalım.
Peki bu, İran’ın İsrail’e saldırdığı, Batılıların İsrail’e savaş desteği veremediği ve İsrail’in de tek başına İran’la savaşamadığı gerçeğini değiştiriyor mu?
İran füzelerinin yüzde 99’unun düşürülmüş olması, Demir Duvar’ın ağır hasar gördüğü ve bu hasar İran’ı pişman edecek karşı bir saldırıyla tamir edilmedikçe de yıkılmasının kaçınılmaz olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
İsrail rejimini de bölgedeki sarayları da işte bu gerçeklik rahatsız ediyor. Zira ‘Demir Duvar’ yıkılırsa altında sadece İsrail rejiminin değil, bölgedeki sarayların enkaz altında kalacağını iyi biliyorlar.
Makalelerdeki düşünceler yazarına aittir ve YDH’nın politikasını yansıtmayabilir.
[1] Euronews, 15 Nisan 2024, İsrail medyası: Savaş kabinesi, İran saldırısına karşılık verme kararı aldı
[2] Alptekin Dursunoğlu, Direniş’in Kayıp anlatısı, Kayıp Direniş, İstanbul: YDY Yayınları, 2023, s. 349.
[3] Haber7, 4 Aralık 2017, Suriye muhalefetinden İran'a tavır
[4] YDH, 15 Nisan 2024, WSJ: Suudi Arabistan ve BAE, İran'a karşı İsrail'le istihbarat paylaştı
[5] YDH, 15 Nisan 2024 'Dünyanın en iyi gözetleme radarları İran'ın saldırısı karşısında etkisiz kaldı'
[6] YDH, 17 Nisan 2024, İsrailli araştırmacı, İsrail ordusunun yalanlarını ortaya çıkardı
[7] YDH, 14 Nisan 2024, İsrail medyası: İran'ın tepkisi İsrail'i caydırdı, bariyer yıkıldı
[8] Ynet News, 17 Nisan 2024, Amid tensions with Iran, northern front heats up