Lübnan'da tanık olduğumuz trajik olaylar, küresel teknoloji ve mal alışverişinin doğasında var olan karmaşıklıkları ve tehlikeleri hatırlatıyor.
Birçok masum insanın şehit olmasına ve yaralanmasına yol açan telekomünikasyon ekipmanlarının patlaması sonucu oluşan yıkımın kökleri daha geniş jeopolitik çatışmalardan kaynaklanmaktadır.
Bu olayın temelinde Batılı ürünlere duyulan derin güvensizlik ve bunların Siyonist rejim ve onun Batılı ortakları tarafından manipülasyonu yatıyor.
Bir kez daha Lübnan halkı, Batılı istihbarat teşkilatlarının ve şirketlerinin masum insanları terörize etmek ve öldürmek için teknolojik araçlardan yararlanmasına karıştığına dair uzun süredir devam eden şüpheleri güçlendiren bir terör eyleminin asıl yükünü çekti.
Bu son trajedi, daha önce yaşanmamış bir olay değil. 1980'lerde, Lübnan ile işgalci rejim arasındaki çatışmalar zirvedeyken, bölgede iletişim ekipmanlarının terör saldırılarında kullanıldığına dair çok sayıda haber yayımlanmıştı.
Bu örneklerden biri Lübnan direnişinin önde gelen lideri Şeyh Subhi el-Salih'in öldürülmesiydi.
O zamanlar İsrail istihbarat örgütleri, defalarca direniş liderlerini izlemek, hedef almak ve öldürmek için sivil iletişim amacıyla tasarlanmış yüksek teknolojili cihazları kullanmakla suçlanmıştı.
Bugün Lübnan’da benzer suçlamalar yeniden söz konusu ediliyor. İletişim ekipmanlarını içeren son patlamalar, dışarıdan müdahalelere ve gizli operasyonlara ilişkin uzun süredir devam eden endişeleri yeniden alevlendirdi.
Doktor, mühendis ve güvenlik personeli gibi sıradan vatandaşların yaygın olarak kullandığı bu iletişim cihazlarının patlayıcılarla donatılmış olması son derece rahatsız edicidir.
Bu cihazlar Lübnan piyasasında serbestçe alınıp satıldı ve herhangi bir dışarıdan müdahale belirtisi görülmedi.
Ancak patlamaların feci sonucu, masum insanları hedef alarak Lübnan'da kaos ve yıkım yaratmaya yönelik kasıtlı ve örgütlü bir girişime işaret ediyor.
Bu felaketin önemli yönlerinden biri Batılı hükümetlerin ve şirketlerin çatışma bölgelerine teknoloji sağlamadaki rolüdür.
Patlatılan iletişim cihazları Tayvan menşeli olmasına rağmen Batı'nın suç ortaklığının gölgesi oldukça yaygın.
Küresel operasyonlara sahip bir Amerikan şirketi olan Motorola, daha önce de ürünlerinin çatışma bölgelerinde kötüye kullanılması nedeniyle inceleme altına alınmıştı.
Ayrıca Motorola'nın Fransız yan kuruluşları da tedarik zincirindeki cihazların manipülasyonuna karıştıkları gerekçesiyle soruşturuldu.
Asıl soru hâlâ ortada: Bu şirketler, ürünlerinin kötüye kullanılmasından ne ölçüde sorumlu?
Batılı şirketlerin, özellikle de Fransız şirketlerinin, ürünlerini İsrail istihbarat servislerinin Lübnan ve ötesindeki terör hedeflerine ulaşmak için kullanmasına izin verdiği artık açık.
Bunların cevabını vermek ahlaki ve hukuki olarak zorunludur. Bu gibi durumlarda harekete geçilmemesi, bu şirketlerin ve hükümetlerin savunduklarını iddia ettikleri değerlere büyük bir ihanettir.
Bilgisizmiş gibi davranmak veya uluslararası ticaretin karmaşıklığının arkasına saklanmak yeterli değildir; hesap verebilirlik gereklidir.
Mevcut olayın temelinde Batı mallarına ve dolayısıyla Batılı hükümetlere olan yanlış güven yatıyor.
İletişim cihazları gibi sivil kullanım için tasarlanan ürünlerin doğası gereği güvenli olduğu varsayımı artık ortadan kalktı.
Bu olay, daha önceki olaylar gibi bu güvenin kırılganlığını ortaya koyuyor. Fransız ve Amerikan şirketlerinin bu olaylara müdahil olması, Lübnan halkına ve bölgedeki diğer kişilere yönelik ihanet duygusunu daha da derinleştirmekten başka işe yaramıyor.
Trajedi aynı zamanda Batılı medya platformlarının, özellikle de WhatsApp ve Facebook gibilerinin, sivilleri riske atmak için nasıl silah haline getirildiğine dair daha geniş bir sorunun altını çiziyor.
Bu platformlar görünüşte iletişimi ve katılımı teşvik etmek için tasarlanmış olsa da, insanları takip etmek ve hedeflemek için birer araç haline geldiler.
Siyonist rejim, özellikle bu platformları direnişçileri ve sivilleri tespit etmek için kullanmakla suçlanıyor.
İletişim platformlarının manipülasyonu yalnızca mahremiyetin ihlali değildir. Bu, insan hayatına doğrudan bir tehdittir. Günlük iletişim için bu platformlara güvenen siviller en savunmasız kesimdir.
İnsan haklarını ve teknolojik yenilikleri koruduğunu iddia eden Batı, ürünlerinin, şirketlerinin ve platformlarının Lübnan gibi yerlerde şiddet ve baskı aracı olarak kullanıldığı gerçeğiyle yüzleşmeli.
Lübnan'daki olay bu konuda acilen hesap verilmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Fransız büyükelçisini çağırmak ya da Batılı hükümetlerden cevap istemek yeterli değil.
Lübnan halkı ve bu tür trajedilerden etkilenen diğer halkların somut adımlar atması gerekiyor.
Bu tedbirlerden biri Fransız ve Batı mallarının boykot edilmesi çağrısıdır. Yaptırımlar genellikle sembolik jestler olarak görülse de bu durumda ciddi bir ağırlık taşıyorlar.
Tüketiciler, halkımıza yönelik şiddet ve terörizmle bağlantılı Batılı şirketlerin ürünlerini reddederek “artık masumların acılarına ortak olmaya tolerans göstermeyeceğiz” şeklinde açık bir mesaj verebilirler.
Ayrıca bu yaptırımlar ekonomik ilişkilerin ötesine geçmeli ve Batı'nın Siyonist rejimin Ortadoğu halkına karşı yürüttüğü soykırım savaşlarına karşı çıkan daha geniş bir kültürel ve siyasi hareket haline gelmeli.
Lübnan ve etkilenen diğer ülkeler, özellikle devam eden çatışmalar bağlamında Batı teknolojisine ve mallarına olan bağımlılıklarını yeniden gözden geçirmelidir.
Bu güvenin sonuçlarını eleştirel bir şekilde incelemeden Batı'ya güvenmek zaten çok fazla kan dökülmesine yol açmıştır.
Bu olay, özellikle siyasi ve askeri açıdan gergin bölgelerde yabancı ürün ve teknolojilerin topluma nasıl sunulacağının yeniden değerlendirilmesi için bir alarm zilidir.
Sonuçta Lübnan'daki olaylar, Batı mallarına ve oyundaki geniş çaplı jeopolitik güçlere duyulan yanlış güvenin maliyetinin üzücü bir hatırlatıcısıdır.
Lübnan halkı da diğer birçokları gibi, çoğu zaman kârı ve gücü insan hayatından önde tutan bir teknolojik manipülasyon, istihbarat operasyonları ve uluslararası ticaret ağına yakalanmış durumda.
Ayrıntıları incelenen bu olaydan şu açık dersin çıkarılması gerekiyor: Batılı ürünlere karşı körü körüne güven duyulmamalı ve her düzeyde hesap verilmelidir.
Lübnan halkı ve benzer trajedilerden etkilenen herkes, kendilerine karşı kullanılan mal ve teknolojileri reddederek kendi kaderlerini kontrol altına almalıdır.
Şiddet döngüsü ancak ortak ve kolektif eylemle kırılabilir ve gerçek failler hesap verebilir kılınabilir.