Barışın ve savaşın müttefikleri: Savunmadan saldırıya Hizbullah ve İran

20 Kasım 2024 / Muhammed Ali Senoberi

Bu egemenlik, adalet ve kendi kaderini tayin hakkı için bir mücadeledir; Hizbullah ve müttefikleri, bu savaşı kazanmaya kararlıdır ve şüphesiz kazanacaktır.

Hizbullah ile Siyonist rejim arasındaki mevcut çatışmalar, bölgedeki güç dengesinde köklü bir değişime işaret ediyor ve işgale ve emperyalist gündemlere karşı direnişin daha geniş çaplı bir anlatısını yansıtıyor. 

Uzun süredir saldırganlığa karşı bir siper olarak görülen Hizbullah, artık mevzilerini savunmanın ötesine geçiyor ve aktif olarak çatışma kurallarını yeniden yazıyor. 

Tel Aviv'in derinliklerine doğru balistik füze saldırıları da dahil olmak üzere, son zamanlarda artan çatışmalar, savunmadan saldırıya geçildiğini gösteriyor ve bu da Siyonist rejimi ve onun destekçisi Amerika’yı sarsıyor. 

Bu değişiklik yalnızca Hizbullah'ın gelişmiş askeri yeteneklerini vurgulamakla kalmıyor, aynı zamanda İran'ın Batı ve Siyonist hegemonyasına karşı kararlı bir müttefik olarak hayati rolünü de gösteriyor.

Hizbullah'ın bu çatışmalarda sürekli ilerleme kaydetmesi, onun yıllar içindeki stratejik gelişimini göstermektedir. 

Bu örgüt geleneksel gerilla taktiklerinden ileri askeri teknoloji ve stratejilerin kullanımına geçmiştir. Bu, İran'ın savaş ve barış sırasında sürekli desteğiyle mümkün olan bir gelişmedir.

Tel Aviv’i vuran balistik füzelerin başarılı bir şekilde kullanılması ve İsrail hava savunma sisteminin bunu önleyememesi, Hizbullah'ın giderek artan kabiliyetlerini ve düşmanlarına ağır maliyetler yükleme yeteneğini gösteriyor.

Bu değişiklik Siyonist rejimi istikrarsızlaştırdı ve onu artık bölgede güç ve saldırganlık tekeline sahip olmadığı yeni bir gerçekle yüzleşmeye zorladı. 

Bu gelişmelere tanık olan ABD ve müttefikleri, ateşkesin sağlanması için hızla fırsat kolluyor. Tabi iyi niyetten değil, zorunluluktan dolayı. 

Siyonist rejimin savaş alanındaki yenilgileri, yerleşimlerine yönelik saldırılar sebebiyle uğradığı psikolojik, maddi ve insani kayıplar, onun özenle inşa ettiği yenilmezlik imajını paramparça etti.

Hizbullah'ın istikrarının merkezinde İran'ın Lübnan'a ve daha geniş direniş eksenine olan sarsılmaz bağlılığı yer alıyor. 

İran'ın desteği askeri yardımın ötesine geçiyor ve özellikle Batı'nın uyguladığı yaptırımlar ve tecrit döneminde ekonomik ve insani yardımları da içeriyor. 

Lübnan ekonomisi ABD yaptırımları altında felç olduğunda ve Arap ülkeleri sırtlarını döndüğünde, İran bedava petrol, gaz ve benzin göndererek devreye girdi ve Batı'nın Lübnan halkını aç bırakma ve diz çöktürme çabalarına meydan okudu.

İran'ın Hizbullah ve Lübnan'la ilişkileri hakimiyete değil dayanışmaya dayanıyor. 

Dini Liderden Cumhurbaşkanına kadar İran'ın liderleri her zaman Lübnan'ın egemenliğini ve bağımsızlığını vurguladılar. 

Bu ortaklık hiyerarşik denklemlere değil, karşılıklı saygıya ve ortak hedeflere dayanmaktadır. 

İran vatandaşlarının altınlarını ve birikimlerini Lübnan davasına bağışlamak da dahil olmak üzere fedakarlıkları bu bağın derinliğini gösteriyor.

Bu dayanışmanın karşısında Batı'nın bölgede istikrarsızlığı sürdürme hedefi doğrultusunda hareket eden bir gündemi var. 

Batı'nın emperyalist çıkarlarının ajanı olan Siyonist rejim, bu istikrarsızlaştırıcı gücün simgesidir. 

Hedefsiz hava saldırıları, Lübnan'ın egemenliğinin ihlalleri ve Gazze'ye yönelik acımasız saldırılar münferit eylemler değil, bölgenin istikrarını ve kalkınmasını baltalamaya yönelik daha geniş bir stratejinin parçasıdır. 

Hizbullah'ın önderlik ettiği direniş askeri bir mücadelenin ötesindedir. 

Bu, yok etme veya zincire vurmaya karşı yerel, kültürel ve ideolojik direniştir. 

Bu direniş gücünü Arap, Doğu ve İslam değerlerine dayanan kolektif kimlikten alıyor. 

Tarih, istikrarın ilerlemenin temeli olduğunu göstermiştir. İran gibi güçlü müttefikler tarafından desteklenen istikrarlı bir Lübnan, Batı hegemonyasına meydan okuyacak ve sürekli bağımlılık ve geri kalmışlık söylemini kıracaktır. 

Batı medyası, işgal ve sömürünün uzun tarihini göz ardı ederek, direnişin kurtuluş ve kalkınmanın tek yolu olduğu gerçeğini inkar ederken, direnişin gerçekliğini çarpıtıyor ve onu yıkıcı gösteriyor.

Hizbullah'ın önderlik ettiği direniş askeri bir mücadelenin ötesindedir. 

Bu, yok etme veya zincire vurmaya karşı yerel, kültürel ve ideolojik direniştir. 

Bu direniş gücünü Arap, Doğu ve İslam değerlerine dayanan kolektif kimlikten alıyor. 

Batı, amansız tahakküm arayışı içinde bu kimlikleri yok etmeye, onların yerine bölünme ve parçalanmaya dayalı anlatılarını yerleştirmeye çalışıyor. 

Ancak derin bir aidiyet, amaç ve yurduna bağlılık duygusuna dayanan direniş ruhu varlığını sürdürüyor.

Bu mücadele sadece dış güçlere karşı değil, aynı zamanda iç ihanetlere de karşıdır.

Bölgedeki bazı kişi ve kurumlar Batı'nın propaganda ve manipülasyon aracı olarak hareket ederek, kolektif özgürlük ve kendi kaderini tayin çabalarını baltalıyor. 

Bölge halkının bu iç tehditleri tespit edip reddetmesi, ortak mirasına ve ideallerine olan bağlılığını teyit etmesi gerekiyor. 

İran'ın Lübnan, Suriye ve Irak'a verdiği istikrarlı destek yalnızca jeopolitik bir strateji değil, aynı zamanda istikrarlı ve bağımsız bir bölge vizyonunun da bir tecellisidir. 

İran'ın bu ülkelerle olan kültürel, tarihi ve dini bağları bu görüşün temelini oluşturmaktadır. 

İran için komşularının istikrarı kendi güvenliği ve refahı ile doğrudan ilişkilidir. Bu ilişki biçimi, İran'ı istikrarsızlaştırıcı bir güç olarak sunan Batılı anlatıları boşa çıkarıyor.

Aslında savaşlarıyla, yaptırımlarıyla, işgalleriyle bölgede barışı ve ilerlemeyi hep bozan Batı'dır. 

Batının dayattığı kaos bölgeyi parçalıyor ve bağımlı kılıyor. 

İran, istikrar sağlayıcı bir güç olarak rolü bu planı etkisiz hale getiriyor ve bölge halkına özgüven ve onur kazandıran bir yol sağlıyor.

Pek çok cephede benzeri görülmemiş bir direnişle karşı karşıya kalan Siyonist rejim, meşruiyet kriziyle karşı karşıya. 

Basit güce dayanması ve uluslararası kuralları açıkça göz ardı etmesi, en yakın müttefiklerini bile yabancılaştırdı. 

Sivillerin hedef alınması, altyapının tahrip edilmesi ve egemenlik ihlalleri işgalin gerçek mahiyetini ortaya çıkardı.

Hizbullah'ın istikrarı ve İran'ın desteği, Siyonist rejimin yalnızca askeri hakimiyetini değil, aynı zamanda Batılı destekçileri nezdindeki ahlaki statüsünü de çıkmaza soktu.

 Siyonist rejimin uzun süredir devam eden mağduriyet anlatısı, saldırganlığının orantısız ve amaçsız doğası nedeniyle giderek daha fazla sorgulanıyor.

 Bölgenin geleceği ortak kimliğe uyanmakta ve düşmanların bölücü taktiklerine karşı durmakta gizlidir. 

Bölge halklarını birleştiren Araplık, Doğululuk, İslam ve ulusal kimlikler, yabancı tahakkümüne direnmenin güçlü araçlarıdır. 

Bu uyanış aynı zamanda Batı gündemlerinin uygulayıcısı olarak hareket eden iç unsurları da ifşa etmeli ve bunlara karşı koymalıdır.

Hizbullah'ta vücut bulan direniş, yalnızca askeri bir kampanya değil, aynı zamanda adalet, onur ve kendi kaderini tayin etme yönündeki daha geniş bir harekettir. 

Bu gelişme, birlik olmanın gücünü ve pes etmeyen insanların istikrarlı ruhunu gösteriyor.

Son olarak Hizbullah'ın savunmadan saldırıya geçişi, Siyonist rejime ve onun Batılı müttefiklerine karşı mücadelede yeni bir sayfa açtı. 

Bu değişiklik Hizbullah'ın istikrarını ve başta İran olmak üzere müttefiklerinin aralıksız desteğini gösteriyor. 

Batı'nın bölgeyi istikrarsızlaştırma ve bölme çabaları artan dayanışma ve direnişle karşılanıyor, yeni bir dönem başlıyor. 

Bir zamanlar saldırganlığında rakipsiz olan Siyonist rejim, şimdi teslim olmayı reddeden inatçı bir düşmanla karşı karşıya. 

Bu sadece bir hayatta kalma mücadelesi değil, bölge halkının işgal ve baskıdan uzak, onurlu bir şekilde yaşayabileceği bir gelecek için verilen bir mücadeledir. 

Bu egemenlik, adalet ve kendi kaderini tayin hakkı için bir mücadeledir; Hizbullah ve müttefikleri, bu savaşı kazanmaya kararlıdır ve şüphesiz kazanacaktır.