YDH- El-Meyadin'de yayımlanan makalenin yazarı, güncel siyasi anlatıların yapısını bozmaya odaklanmış siyasi analist Aymun Musevi, 10 ayın sonunda işgalci varlığın elinde kalanlara odaklanıyor, Direniş'in angajman şartlarını domine etmesindeki öz-kontrole değiniyor ve sonuç olarak, gelinen noktanın hiç bakılmamış bir köşesi kalmayıncaya kadar tahlilini yapıyor.
10 ay süren savaşın ardından işgalci varlık, ABD'li destekçisini de beraberinde sürükleyerek kendisini bölgesel bir savaşın eşiğine getiren riskli bir strateji benimsedi ve köşeye sıkıştı. Köşeye sıkıştı çünkü Gazze'deki hedeflerine ulaşamadı, Gazze direnişini tamamen dağıtamadığı gibi direnişin daha güçlü ve daha yetenekli hale gelmesini sağladı. Savaş alanındaki bu stratejik başarısızlıklar ona yeni bir hedef belirlemekten başka bir seçenek bırakmadı. Yeni hedefi de ancak zafer görüntüsü yaratmak için elinden gelen her şeyi yapmaya çalışmak oldu. İşte bu stratejik çatlaklar, işgalci varlığı ulaşmaya çalıştığı hedefleri riske atan bazı büyük yanlış hesaplamalara götürdü.
İşgal varlığının stratejisi neydi/nedir?
Savaşın başında, işgalci varlığın öncelikli hedefleri Gazze direnişini ortadan kaldırmak, iç baskıyı hafifletmek ve kamuoyu desteğini ve moralini yüksek tutmak için tüm rehineleri eve getirmekti. Şimdi durum değişti; artık öncelikli hedefi bir zafer ve kontrol sahibiymiş görüntüsü yaratarak savaş sonrasında hayatta kalmaya çalışmak zira başlangıçtaki hedeflerine ulaşamayacağını anladı.
Bu değişim, tam anlamıyla bölgesel bir savaş çizgisinde ilerleyen ve giderek daha tehlikeli hale gelen stratejisine de yansıyor. İşgalci varlığın stratejisi birkaç temel yöntem ve varsayım üzerine inşa edilmiştir: Coğrafi olarak izole edilmiş bir bölgeye tam güç uygulamak için maddi güç toplamak. En güçlü varlıkları olan istihbarat ve askeri güce yaslanarak sarsılan caydırıcılık imajını yeniden tesis etmek. Sahte bayrak olayları, propaganda ve üst düzey yetkililere suikastlar yoluyla kamuoyunu kontrol etmek. Savaştan sonra ittifaklarının kalitesini riske atsa bile, bölgesel bir savaş çıkması halinde garantili yardım güvencesi veren ABD'nin açık uçlu desteğinden yararlanmak. Direniş Ekseni'nin savaşı genişletme konusundaki açık isteksizliğini sınırlarını zorlamak için kullanmak, böylece karşılığında sınırlı bir yanıt alma umuduyla belirsiz sonuçları olan yüksek riskli yöntemler uygulayabilmek.
Böylesi tehlikeli yöntemler içeren ve varsayımlara dayanan bir strateji, işgalci varlığın üstünlük sağladığı bir savaşta olduğunu göstermez; bir hayatta kalma savaşımı verdiğini gösterir.
Üst düzey yetkililere yönelik suikastlar
Suikastlar, kendini kanıtlamak için istihbarat yeteneklerini kullanmaktan gurur duyan işgalin uzun süredir kullandığı bir yöntem. İmparatorluk stratejilerini yansıtan suikastların düşmanı yok etmenin kilit yolu olduğu düşünülüyor. ''Lideri öldürürseniz örgütü zayıflatırsınız.'' şeklinde bir zihniyet. Ocak ayında hem Lübnan'ın hem de İran'ın devlet egemenliğini ihlal eden Fuad Şukur, İsmail Heniye ve Salih el-Aruri suikastlarının ardındaki mantık buydu. Bu suikastlar İran'ın en güçlü kozlarından biri olan istihbarat kapasitesini kullandı ama sonuçta direnişi zayıflatmak gibi beklenen bir sonuca ulaşamadı.
İşgalci varlığın üst düzey yetkililere suikast uygulamasının bir diğer sebebi de, ortalama bir insanın bölgedeki devlet dışı aktörlere ilişkin algısına oynayarak, kendi imajını ve caydırıcılığını tesis etmeyi amaçlayan bir zafer görüntüsü yaratma çabasıdır. Liderlerini kaybettiklerinde kolayca teslim olan bir grup sorgusuz sualsiz takipçiyle çevrili tek bir üst aklın var olduğu düşüncesi, özellikle Terörle Savaş'ın başlangıcından bu yana ABD tarafından uzun yıllar boyunca titizlikle oluşturuldu. İşte işgalci varlığın algı çabası budur.
İşgalin bu akıl yürütmesindeki sorun veya kusur şu: Direniş bambaşka bir model üzerine kurulu. Bu model, başlangıçta işgal altındaki gençlerin karşılaştığı zor yaşam koşullarını hafifletmek için sosyal sektörü geliştirmeyi amaçlayan bir sosyal hareket olarak ortaya çıkan Gazze direnişi örneğinde açıkça görülür. Müslüman Kardeşler'den koptuktan sonra 80'lerde silahlı bir direniş hareketine dönüşen ve koşullar kötüleştikçe ilk intifayı meydana getiren bir yerleşmiş direniş kültürü var. Dolayısıyla direniş zaman içinde Gazze toplumuna derinlemesine yerleşirken, direniş savaşçıları da ortalama insanın duygularını temsil eder hale geldi. Yani, liderleri ortadan kaldırmak, sınırları, üniformaları ve savaşçıları net bir şekilde tanımlanmış tek bir örgütten ziyade koordineli bir kurtuluş hareketi olarak nitelendirilebilecek direnişin hiçbir cephesini zayıflatamaz. Bu model merhum Heniye'nin sözleriyle mükemmel bir şekilde özetlenmiştir:
“Büyük bir adam aramızdan ayrıldığında, yerini bir başkası alacaktır.” —İsmail Heniye
Heniye'nin öldürülmesinden kısa bir süre sonra Yahya Sinvar liderlik pozisyonuna geldi. İşgal varlığı ciddi bir hesap hatası yaptı ve Sinvar'ın liderliğini kolaylaştırarak en kötü kabuslarına yattı. Sinvar, işgal hapishanelerindeki cezasının yirmi yıldan fazlasını varlığı içeriden ve dışarıdan anlamak için geçirmiş bir adam. Sinvar'ın Aksa Tufanı'nı ilan etmesi çok önemli bir anı ifade ediyor; çatışma Sinvar iktidardayken sonuçlanırsa, bu işgal varlığı için mutlak bir yenilgi anlamına gelecek. Dahası, Sinvar selefinin izinden giderek bölgesel direniş gruplarıyla güçlü bağlantılarını sürdürüyor. Bu süreklilik, suikast girişiminin Gazze direnişinin ivmesini baltalamakta başarılı olamadığı anlamına geliyor. İşgalci varlık aynı zamanda, bugüne kadar Katar'da kalan diplomatik liderliği, stratejik olarak anlamadıkları ve 2005'ten beri içinde olamadıkları Gazze'nin tam kalbine getirerek Gazze direnişi için yeni bir örgütsel aşamayı da kolaylaştırdı. Direniş açısından bu hamle, konumlarının gücünü ve bunu sürdürme konusunda sahip oldukları güveni vurguladı.
Bölgesel bir savaşın eşiğine gelindi
Varlık, ABD'nin Gazze'deki soykırımı bölgesel bir savaşa dönüştürmek istememesine rağmen onu askeri ve diplomatik olarak savunmaya geleceğini biliyor zira ABD'li destekçisi, bölgedeki ABD hakimiyetinin statükosunu koruma çıkarlarına ters düşecek herhangi bir çözümün Eksen'in şartlarına göre yapılmamasını sağlamak için işgalci varlığa desteğini esirgemez. Buna ek olarak, İran ve Lübnan direnişinin Gazze'ye odaklanmayı sürdürmek için bölgesel bir savaşı faydalı görmediklerini de işgalci varlık anlıyor. Bu durum resmi açıklamalarından ve geçtiğimiz Nisan ayında Suriye'deki İran konsolosluğunun bombalanmasına cevaben insansız hava aracıyla yapılan saldırı gibi çatışmayı tırmandırmaktan ustalıkla kaçınan önceki eylemlerinden anlaşılmaktadır.
Bölgesel savaş olsun ya da olmasın, işgalci varlık bu faktörleri göz önünde bulundurarak konumunun sağlam olduğunu düşündüğü yanlış bir güven duygusu ile doldu; işgalci varlığa göre, bölgesel bir savaş patlak verirse ABD her zamanki gibi bir destek sunacak, Direniş de bölgesel bir savaşın ortaya çıkmasını önlemek ve tepkilerini sınırlı tutmak için 'itidal' uygulayacaktır.
Bu da riskli bir strateji ve bu da işgalci varlığın elindeki kartların elverişli olmadığını gösteriyor zira her iki seçenek de, dışa bağımlı ve varsayımsal. İşgalci varlık her iki seçenekte de kontrol sahibi değil. Ayrıca işgalci varlık Direniş Ekseni'nin tüm stratejisinin itidalli davranmak olduğunu varsayıyor. Oysa ki, Direniş Ekseni'nin asıl stratejisi, Filistin direnişine destek vermek için Direniş Ekseni liderleri olarak konumlarının gücünden yararlanmak ancak işgalci varlığa istediğini, yani ABD'yi de içine çekecek daha geniş bir savaşı vermemek üzere tasarlanmıştı. Örneğin, İran'ın konsolosluk saldırısına verdiği yanıt, kilit askeri ve istihbarat noktalarını tespit etmek için kullanılan bir istihbarat göreviydi ve bu noktalar daha sonra kilit noktaları açığa çıkararak saldırılarını daha etkili hale getirmek için Eksen'e aktarılabildi. ABD'yi de içine alan daha geniş çaplı bir savaştan kaçınıldı hem de İran'ın caydırıcılık kabiliyeti pekiştirildi.
Bir de Siyonist varlığın ABD ile ittifağı hususu var: ABD, Siyonist varlığın hayatta kalmasıyla, stratejik açıdan böylesine önemli bir bölgedeki çıkarlarının savunulması kadar ilgilenmemekte ya da endişe duymamaktadır. Siyonist varlık, ABD'nin sonuç ne olursa olsun varlığın yanında durmaya devam edeceği varsayımına dayanan bir dolanmışlık politikasına bel bağlıyor çünkü varlığa göre varlığın hayatta kalması ABD'nin bölgedeki tek temel çıkarı.
Yani ABD'nin desteği gelecekte göründüğü kadar koşulsuz olmayabilir, mesela varlık sırf hayatta kalmak için ABD'nin bölgedeki çıkarlarını tehlikeye atarsa, hatta atabileceğini kanıtlamışsa ya da eğer ABD'nin hedeflerine başka yollarla daha kolay ulaşılabiliyorsa. Özellikle de direnişin kalıcı olduğu ve kabiliyetlerinin boyutunun kanıtlandığı bu savaştan sonra... Zira, ABD gemilerinin Kızıldeniz'de Ensarullah tarafından saldırıya uğraması ve Irak direnişinin bölgedeki ABD üslerine sayısız başarılı saldırı düzenlemesi bu gerçekliği gözler önüne sermektedir. ABD, Direniş'le bir anlaşmaya varmak için işgal varlığını müzakere masasına iterek bu gerçeğe uyum sağlamaya başladı bile; bu da direnişin ortadan kaldırılamayacak kadar güçlü olduğunu bir ölçüde kabul ettiğini gösteriyor - ABD'ye kalan tek çözüm, bölgesel bir savaşın içine çekilmekten kaçınmak istiyorsa, varlığı müzakereler yoluyla olumlu koşullar yaratmaya zorlamak.
Dolayısıyla ABD'nin bu savaştaki önceliği, kendi çıkarlarına uygun ve Eksen'e üstünlük sağlamayacak bir anlaşmaya varmaktır. Bu amaca ulaşmak için savaş sırasında varlığı canlı tutmak gereklidir. Ancak savaş sonrasında, varlık kendi çıkarları için bir yük olmaya devam ederse ABD-İsrail ittifakında çatlaklar oluşmaya başlayabilir.
İşgal varlığının ciddi şekilde zayıflamasının tek yolu, onu ayakta tutan sponsoru ABD'nin gözündeki cazibesini kaybetmesidir. İlişkinin bozulmaya başlaması için ABD'nin, varlığın kendi çıkarları önünde bir engel haline geldiğini görmesi gerekir. Varlığa verilen açık destek tipik olarak işgalin saldırıya geçeceği ve Batı'nın bölgedeki çıkarlarının bir uzantısı ve koruyucusu olarak işlevsel rolünü yerine getireceği garantisine dayanıyordu ancak mütemadiyen savunmada. Direnişin operasyonları, işgalin kırılganlığını ortaya çıkarmakla kalmayıp, hayatta kalmasını sağlamak için ABD'yi savaşmamayı tercih edeceği bölgesel bir savaşa sürüklemek de dahil olmak üzere her şeyi yapmaya hazır olduğunu gösteren bu sonucu kolaylaştırmada kilit rol oynadı.
İran saldırısı beklentisi ve müzakerelere yönelme
Varlığın bir dizi suikast gerçekleştirdikten hemen sonra müzakere masasına dönmesi, bir an önce çözüme ulaşma ve İran'ın misillemesinden önce zaman kazanma telaşını yansıtıyor ki bu da varlığı ve Batılı destekçilerini diken üstünde tutuyor.
İşgal, hayatta kalmasını sağlamak için savaşı bölgesel bir savaşa dönüştürmeye istekli olduğunu göstermiş olsa da Batılı destekçileri bu noktada işgalci varlıkla tamamen aynı çizgide olmadıklarını açıkça ortaya koydular. Kısa bir süre önce İngiltere, Fransa ve Almanya tarafından yayınlanan ortak bir bildiride İran'dan Heniye'nin öldürülmesi ve egemenliğinin ihlal edilmesi karşısında itidalli davranması istenmiş ancak bu talep reddedilmiştir. Her ne kadar İran'a yönelik olsa da açıklamanın kendisi, kendi çerçevelerinde Batı hakimiyetinin statükosunu koruması gereken bölgesel istikrarın, sadece varlığın hayatta kalması amacıyla genişletilmiş bir savaştan ziyade, varlığın en büyük müttefikleri için en yüksek önceliğe sahip olduğunu göstermektedir. Netanyahu'nun hayatta kalma savaşının gidişatı, yönsüzlüğü ve Gazze'de belirlenen hedeflerin hiçbirine ulaşamaması nedeniyle kendi partisinin üyeleri arasında da kaale alınmadı;
“Gazze'deki sonuçlar çok kötü, çok zayıf. İsrail ordusu Gazze Şeridi'nde neredeyse hiçbir stratejik başarı elde edemedi [...] Hükümet Hamas'ın askeri ve yönetim kabiliyetlerinin ortadan kaldırılması gibi hedefler belirledi ve İsrail ordusu bu hedefleri gerçekleştiremeyecek bir plan getirdi.” —Amit Halevi
Halevi daha önce de direnişin 24 tugayının Gazze'de hala mevcut ve işlevsel olduğunu ve partisinin lideri Netanyahu'nun işgal güçlerinin başarılarını şişirdiğini ifade etmişti;
“Tam bilgi ve tam sorumlulukla söylüyorum, Hamas'ın 24 tugayı da normal bir şekilde çalışıyor, bizim olduğumuz her yerde varlar ve faaliyetlerini bitirdikleri yere geri dönmeye devam ediyorlar.” —Amit Halevi
Netanyahu'nun yakın bakanları arasında da görüş ayrılıkları oluşmuş, Savunma Bakanı Gallant kısa süre önce Netanyahu'nun Gazze'de 'tam zaferin' hala elde edilebilir olduğu iddiasına karşı tavır almıştır. Dolayısıyla savaşı kısa sürede olumlu şartlarda bitirmesi için işgal varlığına her taraftan baskı artıyor. Gazze direnişinin kilit müzakerecisine suikast düzenlenmesi, direnişin varlığın taleplerini yerine getirmesi için baskı yapmanın bir yoluysa da, direniş iki katına çıktığı için bunu başaramadı. Direniş, varlığın devam eden katliamlarıyla küstahça görmezden geldiği mevcut şartlar yerine getirilinceye kadar yeni bir müzakere turundan çekildiğini açıkladı. Bu durum, 10 aylık savaşın ve Haniye'nin öldürülmesinin sanıldığı gibi direnişin pozisyonunda ve taleplerinde herhangi bir uzlaşmaya yol açmadığını gösteriyor. Aslında geri çekilme, suikastın tam tersi bir etki yarattığını, direnişi daha da uzlaşmaz ve varlığa koruma sağlayan herhangi bir anlaşmayı kabul etmeye isteksiz hale getirdiğini gösteriyor:
“Buradaki ana mesaj, düşmana daha fazla katliam yapması için daha fazla zaman vermeye hazır olmadığımız ve amacımızın saldırganlığı durdurmak olduğudur. Arabulucuların rolü, saldırganlığı gerçekleştiren tarafı, Amerikalıların söz verdiği teklifin şartlarına uymaya zorlamaktır. Arabulucular bize düşmanın öneriyi kabul ettiğini bildirirse, Hamas heyeti müzakerelere katılacaktır.” —Üsame Hamdan [15 Ağustos, RNN aracılığıyla]
“ [...] Ateşkesten ve yeni müzakereler planlamaktan söz etmek, katliamı durdurmak ve düşmanın ilan ettiği ve gizli hedeflerine ulaşmasını engellemek için tüm gücüyle direnme ve çalışma kararlılığına giderek daha fazla ikna olan Filistin halkını, direniş gruplarını ve destek cephelerini kandıramayacak aldatmaca ve yalanlardan başka bir şey değildir.” - Akşam Namazı Katliamından hemen sonra Lübnan direnişi tarafından yayınlanan bir açıklamadan alıntı [10 Ağustos 2024]
“Netanyahu'ya ve onun aşırılık yanlısı rejimine meşruiyet sağlayan müzakerelere girmeyeceğiz.” -Dr. Ahmed Abdel Hadi
Direniş yılmadı, şartları değişmedi ve mesaj açık; eğer bir çözüme ulaşılacaksa işgal varlığı ve destekçisi ABD tarafından şartları yerine getirilmelidir. Böyle bir açıklama ancak sürücü koltuğunda oturanlar tarafından yapılabilir. Heniye suikastı ile en güçlü kartını ortaya koyduktan sonra bile Direniş'i tereddüt etmeye ve şartlarını kabul etmeye zorlamakta başarısız olduğu kanıtlanan varlık hala geri adım atmak zorunda.
İşgal acele kararlarla zafer kazanmaya çalışırken, Direniş de cevabını dikkatle hazırlıyor. Psikolojik savaş her adımda kullanılıyor ve varlığa tepkinin boyutu ve ne zaman gerçekleşebileceği konusunda damla damla bilgi veriliyor. Suikastlardan kısa bir süre sonra Seyyid Hasan Nasrullah, bir yanıtın kaçınılmaz olduğunu, ancak bunun tüm Ekseni kapsayabileceğini ya da kapsamayabileceğini öne sürerek kartlarını kapalı tuttu.
İmad 4 yeraltı tesisi 16 Ağustos'ta yayınlanan bir video ile ilk kez gözler önüne serildi ve Lübnan direnişinin caydırıcılık kabiliyetinin boyutları işgale hatırlatıldı. Gecikmenin devam etmesi sadece endişeleri arttırmakla kalmadı, aynı zamanda kurumun normal işleyişini de engelledi; artan sayıda havayolu şirketi, İran'ın misillemesinin devam etmesi halinde ekonomi üzerinde ciddi sonuçlar doğuracağı korkusuyla kuruma uçuşlarını askıya aldı. Dolayısıyla kurum, İran ve Lübnan direnişiyle daha önce yaşanan ve kilit caydırıcılık noktalarını açığa çıkaran çatışmalarda konumunun zaten tehlikeye girdiğini bilerek her türlü saldırıya hazırlanmak zorunda bırakılmıştır.
Sonuç:
İşgal varlığının net stratejik değerlendirmeler yerine varsayımlara ve şüpheli sonuçlara dayanan ve giderek daha riskli hale gelen stratejisi, bu savaşın kontrolünü elinde tutmadaki başarısızlığının bir yansımasıdır. Sonuçlar üzerindeki kontrol ve güç, kendisi hariç diğer tüm oyuncuların elindedir. Direniş örgütü köşeye sıkıştırmış ve onu, örgütün bölgedeki çıkarları için çok fazla yük olmaya başladığını fark etmesi halinde gelecekte ABD ile ilişkilerinin kalitesini bile tehlikeye atabilecek bir strateji benimsemeye zorlamıştır. Böylesine riskli bir stratejinin benimsenmesi, işgal için bunun tehlikeli yöntemler gerektirecek bir hayatta kalma savaşı olduğunu gösteriyor.
Amaç artık işgali sağlamlaştırmak değil, sadece asgari düzeyde ayakta kalmaya çalışmaktır. Öte yandan Direniş, kilit müzakerecisinin öldürülmesine rağmen hiçbir şartında geri adım atmadı. Aslında, varlığın son dönemdeki tırmanışları direnişi daha da dik başlı ve daha fazla görüşmeden önce şartlarının yerine getirilmesi konusunda daha kararlı hale getirdi.
Tırmanışların hiçbiri işgale üstünlük sağlamadı; mevcut haliyle varlık hala İran ve Lübnan direnişinin tepkisinin niteliğini ve kapsamını tahmin etmek zorunda kalıyor ve bir kez daha Direniş'in angajman şartlarını belirlediğini, varlığın ise buna uyum sağlamanın yollarını bulmak zorunda kaldığını kanıtlıyor.
Çeviri: YDH