YDH- Eski ABD Kongre üyesi Ron Paul tarafından kurulan Ron Paul Institute for Peace and Prosperity (RPI) adlı düşünce kuruluşunun yayımladığı, bağımsız gazeteci Brian McGlinchey imzalı makalede, İsrail-ABD eksenli son savaşın bölgesel dengeleri nasıl sarstığı ve İran dosyasının yeni bir çatışma ihtimalini nasıl beslediği ele alınıyor. Washington ve Tel Aviv’in “sıfır zenginleştirme” ısrarı, İran’ın egemenlik haklarını hedef alıyor ve müzakereleri kilitleyen temel unsur olarak öne çıkıyor. RPI'ye göre, İsrail’in hava savunma sistemleri ciddi maliyetlerle ayakta kalırken, İran hipersonik füze kapasitesini stratejik bir caydırıcı unsur olarak öne çıkarıyor.
Dünyanın dört bir yanındaki barış yanlısı insanlar, Haziran ayında 12 gün süren İsrail-Amerika ve İran savaşının sona ermesiyle derin bir nefes aldı. ABD Başkanı Donald Trump ise ABD saldırılarının İran’ın nükleer programını “yerle bir ettiğini” zafer edasıyla ilan etmekte gecikmedi.
Trump’ın söylemleri, bu bombardımanı İran’ın nükleer silah geliştirdiği yönündeki suçlamalara kalıcı bir çözüm gibi sunmaya çalışsa da, İsrail ve Batılı müttefikleri şimdiden İran’a karşı yeni bir saldırının zeminini hazırlıyor. Netanyahu, bu kez ABD’nin de kanlı ve uzun soluklu bir rejim değişikliği operasyonuna sürüklenmesini umarak, günler ya da haftalar içinde yeni bir İsrail saldırısının başlayabileceğini ima ediyor.
Geçtiğimiz Perşembe günü Fransa, Almanya ve Birleşik Krallık, 2015 nükleer anlaşmasındaki (“Kapsamlı Ortak Eylem Planı” – JCPOA) “snapback” (otomatik geri getirme) maddelerini işleterek BM yaptırımlarının yeniden devreye sokulması sürecini BM Güvenlik Konseyi’ne bildirdi.
Bu anlaşma kapsamında İran, nükleer programının barışçıl niteliğini garanti altına almak için ciddi kısıtlamaları kabul etmişti. Orta seviyede zenginleştirilmiş uranyum stoklarını ortadan kaldırdı, düşük seviyede zenginleştirilmiş uranyumu %98 oranında azalttı, gelecekteki zenginleştirmeyi %3,67 ile sınırladı ve ağır su reaktörünü betonla doldurarak devre dışı bıraktı. Karşılığında ise yaptırımların hafifletilmesi sağlandı.
İran’ın JCPOA’ya uymasına rağmen, Trump 2018’de anlaşmadan tek taraflı çekildi ve kendi yönetiminin “İran’a yönelik şimdiye kadarki en sert yaptırımlar” olarak tanımladığı ekonomik baskıları yeniden devreye soktu.
İsrail’in teşvikiyle uygulanan bu ekonomik savaş karşısında İran, ABD’yi anlaşmaya geri döndürmek için başka bir koz bulamayınca, JCPOA’nın izin verdiği seviyelerin çok üzerinde uranyum zenginleştirmeye başladı.
Trump, İsrail’in söylemlerini tekrarlayarak, İran’ın tüm nükleer zenginleştirmeyi bırakması gerektiğini savundu. Ancak Tahran bunu yıllardır kesin bir dille reddediyor; hem egemen bir devlet olarak kendi hakkı olduğunu hem de — nükleer silahlı İsrail’in aksine — Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’na (NPT) taraf olduğunu hatırlatıyor. İran iç siyasetinde de, bilimsel olarak ileri bir ülkenin ulusal gururu sayılan bu hakkın Batı’nın baskısıyla terk edilmesine şiddetle karşı çıkan kesimler mevcut.
ABD-İsrail’in “sıfır zenginleştirme” ısrarı, Vito Corleone’un “reddedilemeyecek teklifi”ne benzetilebilecek bir taleptir: İran’ın asla kabul etmeyeceği bir koşul. Bu da savaş yanlılarının işine geliyor, çünkü bu taleple kalıcı gerilim ve sürekli askeri krizler garanti altına alınıyor. Böylece İsrail, uzun süredir hedeflediği gibi, ABD’yi İran’a karşı tam kapsamlı bir savaşa ya da en azından rejim değişikliği operasyonuna sürüklemeye çalışıyor.
Bu strateji, bölgedeki ülkeleri parçalayarak İsrail’e rakip olabilecek hiçbir gücün kalmamasını amaçlıyor. Ancak bunun en ağır bedelini bölge halkları öderken, ABD de bu stratejiden ciddi şekilde zarar görüyor.
Geçtiğimiz hafta yapılan ortak bildirimden itibaren 30 gün içinde BM yaptırımlarının “snapback” yoluyla yeniden devreye girmesi halinde, İran’ın buna nasıl tepki vereceği kritik bir mesele. Temmuz ayında İran Dışişleri Bakan Yardımcısı, İran’ın NPT’den çekilebileceği uyarısında bulunmuştu. Bu, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) İran’ın nükleer programını denetleme yetkisinin sona ermesi anlamına geliyor.
İran ile UAEA arasındaki ilişkiler zaten gerilmiş durumda. Antiwar.com’dan Dave DeCamp’ın aktardığına göre, İran, ABD-İsrail savaşının ardından UAEA müfettişlerini ülkeden kovdu çünkü Ajans hem İsrail saldırısı için bahane yaratmakta rol oynamış hem de İran nükleer tesislerinin bombalanmasını kınamamıştı. İran ayrıca, UAEA’dan sızan bilgilerin, Haziran ayında 12’den fazla bilim insanının suikastla öldürülmesinde İsrail’in işine yaradığından şüpheleniyor.
Geçen hafta İran bazı müfettişlerin dönüşüne izin verdi, ancak ne kadar erişim sağlanacağı belirsiz. En büyük sorulardan biri şu: Haziran 22’de ABD’nin sığınak delici bombalarla vurduğu Fordo tesisinde saklanan %60 zenginleştirilmiş uranyum stoğu nerede? Bazı raporlar, İran’ın saldırıdan önce bu uranyumu başka bir yere taşımış olabileceğini öne sürüyor.
İsrail ve ABD’nin yeni bir savaş tehdidi savurduğu bir ortamda İran, uranyum stokunun akıbetini açıklamakta veya nükleer tesislerine tam erişim vermekte isteksiz olacaktır. Çünkü şeffaflık, Washington ve Tel Aviv’deki askeri planlamacılar tarafından kolaylıkla kullanılabilir.
İran için çıkış yolu yok gibi görünüyor. NPT’den çekilirse bu, Batı tarafından nükleer silah geliştirdiğinin kanıtı olarak sunulacak. UAEA denetimlerine izin verse bile, tüm taleplere kayıtsız şartsız uymadığı gerekçesiyle aynı suçlama yapılacak. İsrail ve Batılı müttefikleri, kolayca uydurulmuş denetim talepleriyle İran’ın reddini provoke edebilir.
Sonuçta İsrail ve Batılı ortakları, her durumda müdahale için gerekçe üretebilecek. Dahası, İran dini lideri Ayetullah Hamaney’in nükleer silah üretimini yasaklayan dini fetvasını geri çekmesine yol açabilirler; böylece uzun süredir öne sürülen ama sahte olan suçlama gerçeğe dönüşebilir.
Quincy Institute Direktörü Trita Parsi’ye göre, İsrail’in en azından hedefi, İran’ı Suriye veya Lübnan gibi periyodik bombardımanlara açık bir ülkeye çevirmek. “Haziran’daki saldırıda, rejim değişikliğine gidilmemiş olsa bile, İsrail’in hedefi İran’ı istediği zaman bombalayabileceği bir ülkeye dönüştürmekti” diyen Parsi, bunun İsrail’in “tam askeri hegemonya” stratejisinin parçası olduğunu belirtiyor.
Bu yüzden İsrail’in yeni bir savaşı başlatmaya bu kadar hevesli olduğunu ve bunu Washington’daki siyasi fırsat penceresi kapanmadan yapmak istediğini ifade ediyor.
Parsi, İran’ın bir sonraki savaşta Haziran’daki kadar ölçülü davranmayacağı görüşünde:
“İranlılar, 12 günlük savaşta, uzun soluklu bir çatışmaya hazırlık için ellerindeki tüm kozları erken kullanmadılar. Ama bir sonraki savaşta, baştan tüm güçlerini kullanarak İsrail’in İran’ı Suriye’ye çevirebileceği hayalini yok etmek isteyecekler.”
Bu da ABD’nin doğrudan savaşa çekilmesi ihtimalini artırıyor.
İsrail ile İran arasındaki yeni bir çatışmanın zamanlaması, iki tarafın da silah stoklarını yenileme çabasıyla yakından bağlantılı. Haziran’daki savaşta İsrail kısa sürede İran hava savunmasını etkisiz hale getirmişti, fakat ilerleyen günlerde İran da İsrail’in hava savunmasını aşarak ülke çapında bazı hedeflere hipersonik balistik füze isabetleri gerçekleştirdi.
Buna karşılık İran’ın füze cephanesi büyük ölçüde tüketildi, üretim tesisleri zarar gördü. İsrail’in hava savunması da mühimmat sıkıntısı yaşadı. ABD ordusu ise İsrail’i korumak için küresel THAAD füze stokunun dörtte birini kullanmak zorunda kaldı; 150 fırlatma, yaklaşık 2 milyar dolara mal oldu. Bu stokların yeniden tamamlanması en az bir yıl sürecek.
İsrail’in acelesi, aynı zamanda İran’daki Mossad hücrelerinin sınırlı ömründen de kaynaklanıyor olabilir. Haziran’daki sürpriz saldırıda bu hücreler büyük rol oynamış; gizli dronları harekete geçirmiş, hava savunmalarını sabote etmiş, bilim insanları ve komutanların suikastında etkili olmuştu. Ancak savaş sonrası İran geniş çaplı casus avı başlattı.
Bunun yanında, ABD iç siyasetindeki gelişmeler de İsrail’in hesaplarını etkiliyor. İsrail’in Gazze’de işlediği savaş suçlarına dair görüntüler ve tanıklıklar nedeniyle Amerikan kamuoyunda İsrail’e destek ciddi biçimde azaldı.
Bu düşüş, en güçlü destek tabanı olan Cumhuriyetçilerde bile gözlemleniyor. Pew’in ilkbahar anketine göre, 50 yaş altı Cumhuriyetçilerin yarısı artık İsrail’e olumsuz bakıyor. Trump’ın Haziran’da İsrail’in İran savaşına katılması, “Önce Amerika” tabanında büyük tepki çekti.
Hem Demokrat hem Cumhuriyetçi politikacılar, yaz tatili boyunca düzenlenen toplantılarda öfkeli seçmenlerden sert eleştiriler aldı. Bu nedenle İsrail, Trump’ın 2025 ara seçimlerine yaklaşırken bu maliyeti daha fazla göze almak istemeyeceğini hesaplıyor olabilir.
Netanyahu ve çevresindekiler, ABD’nin koşulsuz desteği döneminin sona erebileceğini görerek, “parti bitmeden” mümkün olan tüm Amerikan kaynaklarını kullanmak istiyor.
Bu arada Batı’daki müttefiklerle birlikte İsrail, yeni savaşın zemini için propaganda kampanyalarını sürdürüyor. On yıllardır yinelenen “İran birkaç ay içinde nükleer silaha sahip olacak” söylemi artık etkisini yitirmiş durumda.
Netanyahu, Haziran saldırısından sonra, 2003 Irak işgali öncesi kullanılan iddiaları tekrar gündeme getirerek, İran’ın nükleer silahları vekil gruplara vererek küresel ölçekte “nükleer terörizm” başlatacağını öne sürdü. Ancak bu söylemi hızla rafa kaldırması, iddianın ne kadar zayıf olduğunu ortaya koydu.
Geçen hafta Avustralya Başbakanı Anthony Albanese, güvenlik kurumlarının İran’ın 2024’te Avustralya’da bir Yahudi işletmesine ve sinagoga kundaklama saldırılarını yönlendirdiği sonucuna vardığını açıkladı. Batılı basın bu iddiayı sorgulamadan aktardı.
Albanese, İran’ın amacının “toplumsal uyumu baltalamak” olduğunu ileri sürdü. Ardından Avustralya, 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez bir ülkenin büyükelçisini sınır dışı ederek İran’ın Devrim Muhafızlarını terör örgütü ilan etti. Bu adımlar aynı zamanda, Netanyahu’nun Albanese’yi “antisemitizmle mücadelede yetersiz kalmakla” suçlamasına karşı siyasi bir yanıt işlevi gördü.
Önümüzdeki günlerde ve haftalarda İran'a karşı çok daha fazla suçlama yöneltileceğini bekleyebilirsiniz. Bazıları doğru olabilir ancak Avustralyalı Caitlin Johnstone'un yararlı bir hatırlatmasını aktarmama izin verin. Her yeni iddia ile birlikte Hitchens'ın Usturası'nı aklınızda bulundurun:
“Kanıt olmadan iddia edilebilen her şey, kanıt olmadan da reddedilebilir.”
Çeviri: YDH