
YDH- El-Ahbar yazarlarından Muhammed Nureddin, ABD-İsrail’in, Ortadoğu’da yeni bir jeopolitik düzen kurma girişimi içinde olduğunu öne sürdüğü yazısında, bu yeni düzenin, İran’ı kuşatma ve etkisizleştirme stratejisine dayandığını, Türkiye ile İsrail’in bu süreçte Washington’un çıkarları doğrultusunda eşgüdümlü aktörler hâline getirilmeye çalışıldığını gözlemledi. Türkiye’nin hem Kafkasya’dan Akdeniz’e kadar uzanan hatta stratejik görev üstlenmeye zorlandığını, hem de Amerikan planlarının merkezine yerleştirildiğini öne çıkaran Nureddin, Barrack’ın sözlerinin yalnızca emperyalist özlemler değil, ABD’nin sahadaki fiilî yönelimlerinin taşeron arayışını -tıpkı Suriye'de olduğu gibi- temsil ettiğini belirtiyor.
ABD’nin Türkiye Büyükelçisi ve Suriye ile Lübnan Temsilcisi Thomas Barrack, son dönemde yaptığı açıklamalarla yeniden tartışma konusu oldu.
Barrack, geçtiğimiz günlerde “Lübnan başarısız bir devlettir” diyerek tepki çeken ifadeler kullanmıştı. Oysa bu, onun ilk çıkışı değildi.
Nisan ayında Ankara’ya gelişinden hemen önce, “Sykes-Picot haritası sömürgeci güçlerin çıkarlarına hizmet etmek üzere çizilmiştir. Artık bu bölünmelere son verip, federal devlet yapısına daha yakın Osmanlı millet sistemine dönmenin zamanı geldi.” diyerek dikkatleri üzerine çekmişti.
Türk gözlemciler, Türkiye’nin etnik ya da mezhepsel temelde bölünme riski taşıdığı ima edilen bu açıklamalardan ciddi rahatsızlık duyduklarını gizlemedi.
Ancak Ankara, Barrack’ı bir düşman olarak görmüyor.
Bunun temel nedeni, Suriye politikasındaki örtüşme: Barrack, tek devlet ve birleşik ordu esasına dayalı bir çözümü, Suriye Demokratik Güçleri’nin Suriye ordusuna entegrasyonunu destekliyor. Bu yaklaşım, ABD’nin doğu Suriye’deki müttefiki Kürtleri ise açıkça öfkelendiriyor.
Geçtiğimiz hafta Bahreyn’de düzenlenen Manama Diyalog Forumunda konuşan Barrack, Türkiye-İsrail ilişkilerine dair görüşlerini dile getirdi. Bu açıklamalar Türkiye’de yankı buldu.
AKP ve müttefikleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump arasındaki yakın ilişki sayesinde genel olarak Washington çizgisinden uzak durmasa da Barrack’ın son sözleri Ankara’yı doğrudan hedef almamakla birlikte, özellikle Suriye’de tırmanan gerilimler nedeniyle Türkiye-İsrail iş birliğinin sınırları konusunda yeni soru işaretleri doğurdu.
Barrack’ın, ABD’nin Ortadoğu’daki yeni vizyonuna dair sözleri özellikle dikkat çekiciydi:
“Türkiye ve İsrail birbirleriyle savaşmayacak. Hazar Denizi’nden Akdeniz’e kadar aralarında ortak bir iş birliği, bir hizalanma göreceksiniz.”
Bu cümle, bölgedeki güç dengelerinin yönünü açıkça gösteriyor. Suriye’deki çıkarların kesişimi, İran nüfuzunu kırmayı hedefliyor. Hazar Denizi eksenli iş birliği söylemi ise İran’ın kuzey kuşağını hedef alıyor.
Bu bağlamda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın, “PKK yalnızca Türkiye’de değil, Suriye, Irak ve hatta İran’da da silah bırakmalı” şeklindeki açıklamaları da Barrack’ın vizyonuyla örtüşen dikkat çekici bir mesaj olarak değerlendiriliyor.
Cumhuriyet yazarı Mehmet Ali Güler, konuyu değerlendirirken Barrack’ın açıklamalarının ABD’nin “İran’a karşı Türk-İsrail eksenli yeni bir cephe” kurma niyetini açıkça yansıttığını belirtiyor.
Güler’e göre Washington, Orta Doğu’da yeni bir düzen inşa etmeye çalışıyor; bu çerçevede Türkiye-İsrail iş birliğini, Azerbaycan’ı, Kürt bölgelerini, Irak ve Suriye’deki Arap aşiretlerini içine alan geniş bir anti-İran cephesi için merkezî hale getiriyor. Güler şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Barrack, Hazar Denizi’nden Akdeniz’e, Lübnan’dan Körfez’e uzanan bölgede sanki bir Amerikan valisi gibi davranıyor. Bu yeni haritanın merkezinde Türkiye, İsrail, Körfez ülkeleri, Suriye, Lübnan, Ürdün, Azerbaycan ve Ermenistan yer alıyor. Barrack’ın deyimiyle birleşmeleri hâlinde, dünyanın en güçlü bölgesini oluşturacaklar.”
Güler, ABD’nin bu çabalarının sahadaki somut adımlarla desteklendiğini belirterek şunları ekliyor:
“Washington, Azerbaycan ile Ermenistan arasında anlaşmaya aracılık ediyor, İsrail-Azerbaycan iş birliğini teşvik ediyor, Ahmed el-Şara ile SDG’yi uzlaştırıyor, İsrail ile Suriye arasında normalleşme adımlarını gündeme getiriyor. Gazze’nin silahsızlandırılmasını Türkiye’ye, Lübnan’daki Hizbullah’ın etkisizleştirilmesini ise İsrail’e bırakıyor. Tüm bu hamleler İran’ı kuşatma stratejisinin parçaları.”
Güler, değerlendirmesini şu çarpıcı cümleyle bitiriyor:
“Amerika, Türkiye’yi bir kez daha kendi hedefleri için konumlandırıyor; tıpkı Saddam’a ve Esed’e karşı kullandığı gibi, şimdi de İran’a karşı kullanıyor.”
Aydınlık yazarı İsmet Özçelik ise farklı bir noktaya dikkat çekiyor:
“Trump, Barrack’a Yeni Ortadoğu planını uygulama talimatı verdi. Amerika, Kafkasya, Suriye ve Gazze’yi Türkiye’ye emanet ediyor. Trump ve Barrack sırayla Erdoğan’ı övüyor. Türkiye’nin Amerikan çizgisine yakın tutumu, planın işlediğini gösteriyor. Bu plan sadece Suriye’yle sınırlı değil; Lübnan ve Kıbrıs deniz sınırları üzerinde anlaşma arayışları, Mısır-Türkiye-Yunanistan-Libya arasında dörtlü konferans hazırlıkları da aynı stratejinin uzantısı.”
Bu tablo, ABD’nin bölgeyi yeniden şekillendirme planında Türkiye’ye biçtiği merkezi rolü net biçimde ortaya koyuyor: Ankara, bir yandan İran’a karşı kuşatma stratejisinde, diğer yandan Doğu Akdeniz denkleminin kilit oyuncusu hâline getiriliyor.
Çeviri: YDH