YDH- El-Meyadin'de yer bulan Cemal Kenc'in kaleme aldığı analizde, İsrail'in her gün yaptığı üzere sivilleri terörize eden ve sivil altyapıyı kesintiye uğratmayı amaçlayan ''Salı ve Çarşamba Katliamları'' ele alınıyor.
Cemal Kenc'e göre, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'nun güvenlik kabinesi, İsrailli yerleşimcileri tarihi Filistin topraklarının kuzeyindeki kolonilerine geri döndürme bahanesiyle Lübnan'a savaş açma planını onayladı.
Kenc, İsrail rejiminin tarihsel olarak askeri planlarını genellikle kamuoyu önünde tartışmadığını bildirerek, Pazar günü yapılması planlanan güvenlik kabinesi toplantısının Amerikan elçisi Amos Hochstein'ın gelişinin ardından Pazartesi gününe ertelendiğini belirtiyor.
Analizde, Netanyahu, Hochstein'a ABD'ye desteği için teşekkür ettiğini ancak İsrailli yerleşimcilerin Lübnan ile cephe hattında yer alan “sadece Yahudilere ait” kolonilere geri dönmesi için “İsrail'in gerekeni yapacağını” söylediği bildiriliyor.
İsrailli kaynaklara göre, Biden yönetimi, en azından Kasım ayındaki ABD seçimleri sonrasına kadar Lübnan, Yemen ve İran'daki Direniş'i de içine alabilecek daha geniş bir bölgesel çatışmadan kaçınmak istiyor.
Ancak tüm göstergeler Netanyahu'nun Amerikan taleplerine direndiğini ve hatta savaşı genişletmek için doğru zaman olmadığını düşünen kendi savaş bakanının görüşünü bile dikkate almadığını gösteriyor.
Kenc'e göre, Netanyahu'nun savaş hazırlıkları Yoav Gallant'ı görevden alıp yerine ırkçı 'Yeni Umut' partisinden Gideon Sa'ar'ı getirmeyi de içeriyor.
Bu durum Biden'ın Hochstein'ı İsrail başbakanını Gallant'ı görevden alması halinde tehlikeli sonuçlar doğurabileceği konusunda uyarması için göndermesine neden oldu.
Bu noktada araştırmacı yazar Cemal Kenc, bu tartışmaların siyasi duruşu ve alışılmadık kamusal niteliğinin örneğin bir bakanın görevden alınma ihtimali ve askeri harekattan bahsedilmesinin, Lübnan'a karşı bir savaş başlatma kararının yakın olabileceğini düşündürdüğünü ifade ediyor.
Yazar, İsrail rejimindeki çekişmelerin, İsrail askeri birliklerinin Lübnan sınırı boyunca gerçekleştirdiği “onaylanmamış” eylemlerin sergilediği kafa karışıklığına veya düzensizliğe neden olmuş gibi göründüğünü ifade ediyor.
İsrail, 16 Eylül'de Güney Lübnan'a atılan Arapça broşürlerde bölge sakinlerinin evlerini terk etmelerini istedi ve evlerini terk etmeyen sivillerin işgal güçlerinin meşru hedefi haline geleceği uyarısında bulundu.
Kısa bir süre sonra İsrail ordusu resmi bir tahliye emri verilmediğini ve broşürlerin uygun izin alınmadan dağıtıldığını açıkladı.
İzin alınmadığı gibi içi boş bir bahanenin yanı sıra, ordu birliklerinin, sivillerin tahliyelerini tamamlamaları gereken kesin tarih ve saati içeren broşürleri hazırlayacak baskı makineleri bulunmuyor çünkü broşürler genellikle diğer uzman birimler tarafından cephe hattına getirilir. Bu da akla şu soruyu getiriyor: Broşürler daha önceki savaş planlarının bir parçası olabilir mi?
Hochstein'ın ziyareti zamanlamada bir gecikmeye neden oldu ama bu değişiklik broşürlerin dağıtımından sorumlu birime iletilmedi mi?
Ertesi gün, 17 Eylül Salı günü, Lübnan genelinde yaklaşık 3 bin çağrı cihazı aynı anda patladı, aslında 5 bin kişinin de hedef alındığı bir terör saldırısıydı.
Uzmanlar, rejimin bu saldırısını ''Textbook Terrorism'' (Terörizmin El Kitabı) olarak adlandırdılar.
Cemal Kenc, broşürlerin orijinal zamanlaması ile çağrı cihazlarının patlatılması arasında bir bağlantının varlığını sorguluyor.
Yazar, yukarıda bahsi geçen yanlış hesaplamaların İsrail'in 7 Ekim 2023'teki tarihi başarısızlığı ve güvenlik hatasından daha büyük bir başarısızlığa işaret ettiğini savunuyor.
İsrail gazetesi Israel Hayom'un İbranice gazete Makorrişon'a dayandırdığı 19 Eylül tarihli haberinde bu terör saldırısının hiçbir konsept ve strateji ile ilgili olmadığı, işgalcilerin sahada bir askeri varlığı olmadığı belirtilmiş, İsrail'in şu anda güvende olmadığının altı çizilirken de rejimin hatalarından ders çıkarmadığına işaret eden saptamalarda bulunulmuştu.
Kenc, bu saldırıda İsrail'in sadece sivilleri terörize etmeyi amaçlamadığını, halihazırda bunu her gün yaptığını ifade ediyor ve çağrı cihazlarının hedef alınmasının, Direnişçilerin iletişim kanallarının yanı sıra hastaneler ve Sivil Savunma gibi sivil altyapıyı da kesintiye uğratmayı amaçladığını belirtiyor.
Araştırmacı yazar, yukarıda bahsedilenlerin en iyi şekilde etkili olabilmesi için, böyle bir operasyonun Lübnan'da normal bir öğleden sonra değil, İsrail'in ilk askeri saldırısı sırasında gerçekleşmiş olması gerektiğini öne sürüyor.
16 Eylül saat 16:00'ya kadar Lübnanlı sivillerin bölgeyi boşaltmasını emreden “izinsiz” broşürler ile tam 24 saat sonra patlayan çağrı cihazları arasındaki ilişki de buradan kaynaklanıyor.
Esasında, ''İsrail''in 16’sında planlanan bir askeri harekat öncesinde tahliye emrini vermeye hazırlandığı anlaşılıyor.
Ayrıca, çağrı cihazları, savaşın ilk aşamasında, 24 saat sonra, iletişim kanallarını bozmak ve savaşın ortasında karışıklık ve kargaşa yaratmak için patlayacak şekilde programlanmıştı.
Ancak, savaşın muhtemelen ertelendiği 16'sında tahliye bildirilerinin yayınlanmasını engelleyemeyen aşırı genişlemiş İsrail ordusu, 17 Eylül'de çağrı cihazlarının erken patlamasını da durduramadı.
Yirmi dört saat içinde ikincisi gerçekleşen bu son ihmal, İsrail ordusu için kaçırılmış stratejik bir fırsat ve İsrail liderliği için de bir başka gafla sonuçlandı.