YDH- Lübnan, cumhurbaşkanlığı kimliğinin ve dış etkilerin yarattığı zorlukları aşmaya çalışırken, ülkenin siyasi geleceği, ileriye dönük yolunu belirleyecek direniş ve iç çatlakların damgasını vurduğu bir dengede asılı duruyor. Gazeteci Kasım Muaddi, Liberal Siyonist çizgide yayın yapan Mondoweiss'te yayımlanan yazısında bölgesel faktörler ile Lübnan'ın iç siyaseti arasındaki karmaşık ilişkiyi irdeliyor ve liderlik krizinin çözümünün ve Hizbullah'ın ulusal anlatıdaki konumunun ülkenin geleceği için çok önemli olabileceğini öne sürüyor. Tarihsel şikâyetler ile güncel siyasi manevraları aşarak parıldayan Hizbullah'ın, özellikle ABD'den gelen dış baskılara karşı kabiliyetli direncinin vurgulandığı analizde, başta ABD ve İsrail olmak üzere emperyal güçlerin Lübnan'ın siyasi arenasını, özellikle de cumhurbaşkanlığı ve Hizbullah ile olan dinamiklerini şekillendirmedeki ısrarlı rolü vurgulanıyor.
Hizbullah Genel Sekreteri Şeyh Naim Kasım, ilk konuşmasında ABD'nin Lübnan Büyükelçisinin Hizbullah'a karşı olan Lübnanlı siyasi parti liderleriyle görüştüğünü söyledi. Şeyh Naim Kasım'a göre Büyükelçi, İsrail'in saldırısı karşısında Hizbullah'ın çöküşünün yakın olduğu konusunda onları ikna etmeye çalışıyor ve Lübnanlı partileri Hizbullah'a karşı çıkmaya çağırıyordu.
Kasım, Büyükelçi Lisa A. Johnson'a doğrudan hitap ederek ve söz konusu Lübnanlı partileri görmezden gelerek şöyle söyledi:
“Yenilgimizi asla göremeyeceksiniz”
İki hafta önce Hizbullah karşıtı birçok parti, Semir Caca liderliğindeki aşırı sağcı bir Hıristiyan partisi olan ‘Lübnan Güçleri'nin merkezi olan Cebel Lübnan’daki Maarab kasabasında bir araya geldi.
Toplantıya katılan partiler ortak bir bildiri yayımlayarak İran'ı dolaylı olarak Lübnan'ı hiçbir çıkarı olmadığı bir savaşa itmekle, Lübnan'da barış ve savaş kararını gasp etmekle ve Lübnan vatandaşlarını silah altına alarak asker ve “canlı kalkan” olarak kullanmakla suçladı. Bu son ifade Hizbullah'a, onun toplumsal destek tabanına ve genel olarak Güney Lübnan halkına üstü kapalı bir göndermeydi. Maarab'daki partiler ayrıca ülkeye yeni bir cumhurbaşkanı seçilmesi çağrısında bulundu.
Toplantıya başkanlık eden Semir Caca, 1975-1989 yılları arasında gerçekleşen Lübnan İç Savaşı sırasında Hıristiyan rakipleri de dahil olmak üzere Filistinli ve Lübnanlı muhaliflerini acımasızca bastırmasıyla tanınan Maruni bir Hıristiyan'dı.
1982 sonrası Lübnan'ında İsrail ve İsrail işgal güçleriyle yaptığı işbirliğinden ötürü Suriye hapishanesindeki 12 yıllık tutukluluğuyla da bilinir.
Caca ayrıca Lübnan anayasasına göre Hıristiyan bir Maruni tarafından yürütülmesi gereken Lübnan cumhurbaşkanlığına aday olma isteğini açıkça dile getiriyor. Muhalif siyasi güçler bir aday üzerinde anlaşamadıkları için cumhurbaşkanlığı koltuğu iki yıldır boş.
Lübnan'da cumhurbaşkanı parlamento tarafından seçiliyor ve bu nedenle temsil edilen partiler arasında bir dereceye kadar uzlaşma olması gerekiyor ki son Cumhurbaşkanı Mişel Avn'ın Ekim 2022'de görev süresini tamamlamasından bu yana böyle bir uzlaşma sağlanamadı.
Avn, Hizbullah'ın müttefikiydi ve 2008'den bu yana Lübnan siyasetinde direniş grubuna yönelik Hıristiyan desteğinin önemli bir eğilimini temsil ediyordu.
Cumhurbaşkanlığı döneminde, Caca gibi Hizbullah'ın Lübnan'daki muhalifleri, özellikle Hizbullah'ın Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed rejimini savunmak için aktif olarak yer aldığı Suriye İç Savaşı sırasında, Hizbullah’ı devleti ele geçirmekle suçlamaya devam etti.
Avn'ın cumhurbaşkanlığından sonra bazı siyasi partiler Hizbullah ve müttefiklerine yakın bir cumhurbaşkanını kabul etmek istemedi. Bu cumhurbaşkanlığı boşluğu günümüze kadar uzanmıştır.
İsrail, Eylül ayı ortalarında patlayan çağrı cihazları ve elektronik cihaz saldırılarıyla Lübnan'a saldırmaya başladığında, bazı Lübnanlı siyasetçiler Hizbullah'ın Lübnan siyasetindeki etkili rolünün sonuna yaklaşıldığını hissetmiş gibiydi.
ABD elçisi Amos Hochstein'ın ateşkes planını sunmasıyla birlikte yeni bir cumhurbaşkanı seçilmesi yönündeki çağrılar arttı.
Hochstein'ın önerisi, Hizbullah'ın savaşan birliklerinin Litani Nehri'nin kuzeyine çekilmesini, böylece Hizbullah'ın güneydeki kalesinin temizlenmesini ve İsrail ile Lübnan arasındaki geçici sınır boyunca daha fazla Lübnan ordu gücünün konuşlandırılmasını içeriyordu.
Ancak Hochstein'ın planının bir başka bileşeni daha vardı: Lübnan'a yeni bir cumhurbaşkanı seçilmesini istiyor, hatta bunu İsrail ile ateşkesten önce bir öncelik olarak görüyordu.
Lübnan'da cumhurbaşkanı aynı zamanda ordunun da başkomutanıdır ve bu nedenle geçmişte pek çok genelkurmay başkanı cumhurbaşkanlığına seçilmiştir.
Tarihsel olarak cumhurbaşkanının ordu komuta kademesiyle olan ilişkisi silahlı kuvvetlerin oynadığı rolü etkilemiştir ve bu ilişki özellikle Hizbullah söz konusu olduğunda çok önemli olmuştur.
Hizbullah'ın 1998-2000 yılları arasında İsrail'in Güney Lübnan'ı işgaline karşı yürüttüğü gerilla harekâtının son yıllarında Lübnan ordusu, Hizbullah savaşçılarının işgal altındaki bölgeye giriş ve çıkışları için güvenli yolların tutulmasında ve kilit mevzilerin tutulmasında rol oynamıştır.
Ordunun Hizbullah'ın direnişine verdiği bu destek, birkaç yıl önce genelkurmay başkanı olarak görev yapan ve Hizbullah savaşçılarıyla çatışma ve onları silahsızlandırma emirlerine uymayı reddeden ülkenin cumhurbaşkanı Emil Lahud'un yönlendirmesi ve etkisinin sonucuydu.
Lübnan cumhurbaşkanının konumu, ordunun performansı üzerindeki etkisi ve direnişle olan ilişkisi, İsrail ve ABD'nin Lübnan siyasetine müdahale etme girişimlerinin her zaman merkezinde yer almıştır.
ABD ve İsrail, İsrail saldırısı altındaki Lübnan'da yeni bir cumhurbaşkanı seçilmesi için ilk kez baskı yapmıyor. Cumhurbaşkanlığı taktiği, Lübnan'ın siyasi yapısını değiştirmeye ve daha İsrail dostu bir ülke haline getirmeye çalışan ABD'nin eskiden beri kullandığı bir araç.
İsrail 1982'de Lübnan'ı işgal ettiğinde ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nün çekilmesinin ardından başkent Beyrut'u işgal ettiğinde, Lübnan parlamentosu yeni cumhurbaşkanını seçmek için - kelimenin tam anlamıyla İsrail tanklarının gözetimi altında - toplandı.
Parlamento binası işlevsizdi ve Lübnanlı temsilciler Beşir Cumeyyil'i cumhurbaşkanı olarak seçmek için askeri okul binasında eksik bir yetersayıyla toplanmak zorunda kaldılar.
Cumeyyil, Filistin karşıtı aşırı sağcı Falanj partisinin ya da Kataib'in lideriydi. Falanjistler İsrail'in Lübnan'ı işgalini planlamasına yardım etmiş ve 1982 savaşında İsrail'in yanında savaşmışlardı.
Cumeyyil, İsrailli liderlerle görüşmek üzere birkaç kez İsrail'e gitmiş ve cumhurbaşkanı olur olmaz İsrail ile bir barış anlaşması imzalayacağını taahhüt etmişti.
Cumeyyil, Filistin karşıtı Lübnan sağının güçlü adamıydı ve İsrail'in Lübnan'daki stratejisini uygulamak için yeterli desteğe ve güce sahip tek liderdi.
Seçilmesinden 22 gün sonra ve yemin etmeden önce uğradığı suikast, İsrail'in Lübnan'ı İsrail etkisi altına alma planlarına vurulan en yıkıcı darbelerden biriydi.
Cumeyyil'in ölümünün intikamını almak için Falanjist milisler İsrail koruması altında Beyrut'un çevresindeki Sabra ve Şatilla Filistin mülteci kamplarına girdi.
Burada, 2 bin ila 3 bin 500 Filistinli mülteciyi katlederek artık meşhur olan Sabra ve Şatilla katliamını gerçekleştirdiler.
1989'da Lübnan İç Savaşı'nın sona ermesinin ardından, birbirlerine karşı savaşan taraflar bir güç paylaşımı düzenlemesine girdi.
Bu arada, Kamplar Savaşı adı verilen şiddet olayları sırasında Şii Emel milislerinin bir kolu olarak ortaya çıkan Lübnanlı direniş grubu Hizbullah'ın popülaritesi ve siyasi etkisi arttı.
Bu etki, İsrail'in işgal ettiği güney Lübnan'dan çekilmesinden sonra katlanarak arttı ve bu da bir Arap direniş gücünün İsrail işgaline karşı kazandığı ilk zafer oldu.
2000'li yılların başında Hizbullah seçimlere giren, parlamentoda temsil hakkı elde eden ve diğer Lübnanlı güçlerle ittifaklar kuran bir siyasi parti haline geldi. Lübnan'daki siyasi bölünmeler, karşıtları tarafından genellikle Suriye'nin ve daha sonra İran'ın bölgedeki etkisine asimile edilen direniş sorununun her iki tarafında da bir kez daha ortaya çıkmaya başladı.
Özellikle Emil Lahud'un cumhurbaşkanlığının Hizbullah'a güçlü bir siyasi destek sağladığı 2006 İsrail Lübnan savaşından sonra Lübnan cumhurbaşkanının kimliği yeniden merkezi bir mesele haline geldi.
Lahud ertesi yıl güçlü bir siyasi bölünmenin ortasında görev süresini tamamladı. Lübnan siyasetindeki parçalanmışlık o kadar endemik bir hal almıştı ki cumhurbaşkanlığı koltuğu bir yıl boyunca boş kaldı. Kriz, 2008 yılında tarafsız kalan Genelkurmay Başkanı Mişel Süleyman'ın seçilmesiyle kısmen çözüldü.
İsrail'in emriyle Lübnan'da ilk kez bir cumhurbaşkanının seçilmesinin üzerinden 42 yıl geçmesine rağmen değişen pek bir şey yok.
Lübnan yine saldırı altında ve direniş ülkenin geleceği ve daha geniş bölgedeki konumu konusunda bölünmenin merkezi noktası olmaya devam ediyor.
Hizbullah, direnişinin İsrail'in Gazze'ye yönelik soykırım savaşıyla bağlantılı olduğu konusunda ısrar etse de hem İsrail hem de ABD, iç bölünmeler ve siyasi anlaşmazlıklar yoluyla Lübnan'ı etkisiz hale getirmenin yollarını aramaya devam ediyor.
İsrailli ordu yetkilileri güney Lübnan'ın köylerinde ve dağlarında duvara toslayan savaşı sona erdirme taleplerini dile getirmeye başladıkça, Hizbullah'ın hasımlarının İsrail'in askeri kapasitesinin ‘Hizbullah'tan sonraki günü’ getireceğine dair bahse girmeye devam ettikleri görülüyor. Belki de İsrail'in kendisinden daha emin bir şekilde.
Çeviri: YDH