"Hizbullah, tüm bu gürültüyü görmezden gelerek, askeri güçlerin lider kadrosunu yeniden düzenlemeye, askeri kayıpların boyutunu incelemeye ve insan gücü ile silahlanma açısından boşlukları doldurma planları yapmaya odaklanmış durumda."
YDH - El-Ahbar gazetesi yazarı Meysem Rizk, son dönemde Siyonist rejimin yoğun saldırılarına maruz kalan Hizbullah’ın toparlanma süreci ve yeniden yapılanma çabalarını ele alıyor. Özellikle 30 Temmuz ve 17 Eylül tarihlerinde meydana gelen olaylar, İsrail'in örgüte karşı suikast ve güvenlik açıkları oluşturma hamlelerini gün yüzüne çıkardı. Hizbullah, bu saldırılar sonrasında askeri ve iletişim altyapısını gözden geçirerek yeni önlemler aldı. 28 Ekim'de Şeyh Naim Kasım'ın genel sekreter olarak atanmasıyla örgüt, liderlik yapısını yeniden şekillendirip direniş stratejilerini güçlendirmeye odaklandı. ABD ve bazı Arap ülkeleri, Kasım’ın liderliğini sorgulayan bir kampanya başlatarak Hizbullah’ın siyasi ve askeri yapısında kırılmalar olduğunu iddia ettiler. Bu kampanyada, partinin İran tarafından yönetildiği ve çöküşe geçtiği iddia edildi. Suudi Arabistan ve BAE’nin medya desteği sağladığı bu kampanya, Lübnan’daki bazı medya organlarının da katılımıyla genişlemeye devam ediyor. Öte yandan Hizbullah, kendi iç yapılanmasını yeniden güçlendirerek direniş kapasitesini artırmaya çalışıyor ve lider kadrosunda disiplin ve güvenlik tedbirlerini ön planda tutuyor.
Modern tarihte, hiçbir bir parti veya direniş örgütü, Hizbullah’ın son birkaç hafta içinde yaşadığı gibi yoğun saldırılara maruz kalmamıştır.
Bu saldırılarda, binlerce üyesi zarar gördü, bazı cihad liderleri suikastla öldürüldü ve ardından şehit Genel Sekreter Hasan Nasrullah da hayatını kaybetti.
Yumuşak güçlerden sert güçlere kadar tüm araçlar kullanılarak direnişi yok etme çabaları yürütülürken Hizbullah, beklenmedik bir hızla toparlanmayı başardı.
Bu toparlanma süreci artık herkes tarafından, düşmanlarından müttefiklerine kadar herkes tarafından fark edilmeye başladı. Büyük bir mücadelenin tam ortasında, geçmiş hataları ve hesapları yeniden gözden geçirmesini gerektiren zorlu bir sürece girdi ve kendini yeniden organize etti. Hizbullah, yenilmez olduğunu bir kez daha ispat etti.
30 Temmuz, savaşın sıradan bir günü değildi; bu tarihte yaşanan hadiseler bazı sır perdelerini araladı. Düşman, direnişin önde gelen cihat liderlerinden Fuad Şukur'a (Seyyid Muhsin) suikast düzenledi.
Bu olay, kafa karışıklığına yer bırakmayacak kadar açıktı. Hizbullah, burada bir hata olduğunun farkına vardı.
Suikast günü ile 25 Ağustos’ta İsrail’in elektronik istihbarat birimlerinden 8200’e (dünyanın en büyük ve önemli elektronik istihbarat birimlerinden biri) yapılan misilleme saldırısı arasında geçen sürede, örgüt bir önlem aldı: Birimlerini geçici olarak izole etti ve ardından başlattığı soruşturma süreciyle ciddi bir güvenlik açığını ortaya çıkardı.
17 Eylül de sıradan bir gün değildi ve yeni bir dönüm noktasıydı. Direniş unsurlarının ellerine taşınabilir bombalar gibi giren telsiz cihazları (çağrı cihazları) patlatıldı.
Operasyon anında Hizbullah, İsrail’in savaşın başlangıç sinyalini verdiğini düşündü ve aynı gün içinde büyük bir operasyon başlatmasını bekliyordu. Fakat İsrail’in saldırıdan kaçınması dikkat çekiciydi ve bu durum, hızlı bir soruşturma başlatılmasına yol açtı.
Yapılan ön incelemelerde şu sonuçlar elde edildi:
Birincisi: Cihazları teslim eden aracı şirket, cihazlarda arıza olduğunu öne sürerek teslimatı geciktirdi ve bu gecikmeden dolayı fiyatı düşürdü. Bu durum bazı şüpheleri uyandırdı ama gönderiyle ilgili hızlı bir işlem yapılmadı. Bu da satın alma sürecindeki hatalardan biriydi.
İkincisi: İsrail’in, aracı şirkete ulaştığı ve büyük miktarda cihazı patlayıcılarla donatarak teslim ettiği anlaşıldı. Operasyonun geri kalan detayları direnişin ilgili birimlerinde tamamlanmış durumda, ancak ne zaman açıklama yapılacağı bilinmiyor.
Bu iki hadise, İsrail’in ciddi ve tehlikeli bir güvenlik ihlalini ortaya koydu. O dönem ihlalin arka planı belirlenememişti.
Düşman, Nasrullah’a ulaşmadan önce tüm liderleri hedef alarak askeri birimleri felç etmeyi amaçlıyordu. Onlara göre, liderlere yönelik suikast, Hizbullah’ın karşılık verme kapasitesini zayıflatacaktı.
Fakat, 27 Eylül’de gerçekleşen büyük operasyonun ardından oluşan şok etkisine rağmen, içeride veya dışarıda hiçbir birimde çöküş ya da felç yaşanmadı.
Büyük şok, Hizbullah'ı düşmanın tüm merkezler ve yapılar hakkında geniş bir bilgiye sahip olduğu gerçeğiyle yüzleşmekten alıkoymadı.
Bu bilinçle örgüt, lider kadrosunun yeniden konumlandırılması için yeni bir planı uygulamaya koydu.
Bu sırada, güneydeki askeri birimler de önlem olarak ellerindeki çok sayıda teknolojik cihazı bıraktı.
Hizbullah, 23 Ekim’de resmî olarak şehadetini duyurduğu İcra Konseyi Başkanı Seyyid Haşim Safiyuddin'in öncülüğünde, örgütü farklı bir yöne taşımak üzere çeşitli adımlar attı:
Tüm resmî merkezler tahliye edildi ve önceki savaş planında belirlenmiş alternatif mekânların bir kısmı iptal edildi. Örgütün özel iletişim ağında İsrail'den sızma olduğu ortaya çıkınca, bu ağın kullanımı durduruldu.
Ancak güvenlik ekibi, Seyyid Safiyuddin'in gittiği yerin de düşman tarafından bilindiğini fark edemedi. Bu durum, önceki mekân planlarının tamamen iptal edilmesine yol açtı.
Ağır darbelere rağmen Hizbullah, kaosu toparlama ve yeni duruma uyum sağlama amaçlı bir süreci hızla başlattı. Düşmanın hem sivil hem de askeri yapıları hedef alan hava saldırıları, Hizbullah’ın bazı imkânlarına ve güvenlik ile askeri lider kadrosuna zarar verdi.
Yalnızca birkaç gün içinde, kilit liderler ile askeri birliklerin yetkilileri arasında iletişim yeniden kuruldu. Yeni gerçeklerle uyumlu hızlı bir saha yönetimi planı hazırlandı.
15 gün içinde, askeri operasyonları yönetecek bir komite fiilen oluşturulurken, üst düzey liderler –özellikle şura üyeleri– en kısa sürede yeni bir genel sekreter atanması kararı aldı.
Şeyh Naim Kasım, konumundan ötürü halihazırda liderlik sorumluluğunu üstlenmiş ve hem siyasi hem de askeri alanları yöneten bir kolektif liderlik oluşturulmuştu.
Ayrıca, bazı dosyaları yöneten yürütme mekanizmasının, özellikle mülteci meselesine odaklanan çalışmaların güçlendirilmesi süreci başladı.
28 Ekim’de Hizbullah, Şeyh Naim Kasım'ın genel sekreter seçildiğini resmen ilan etti.
Hemen ardından, parti karşıtları –Amerikalıların ve bazı Arap ülkelerinin isteği üzerine– partinin Seyyid Nasrullah ile organik olarak bağlantılı olduğunu ve onun yerine geçebilecek kimsenin olmadığını vurgulayan bir siyasi kampanya başlattı.
Amerikalılar, Lübnanlı ve Arap müttefikleri aracılığıyla, Kasım’ın seçilmesinin bir zorunluluk adımı olduğunu ve Nasrullah'un yerini dolduramayacağını iddia eden bir söylemi yaygınlaştırdı.
Beyrut’taki Amerikan Büyükelçisi Lisa Johnson, bu yönde bir “talimat” hazırlayarak, söz konusu siyasiler ve medya mensuplarına, “Hizbullah’ın sonunun başlangıcı geldi; sonrası için hazırlık yapmalıyız,” mesajını iletti. Bu kampanya, üç temel noktaya odaklanıyordu:
Birincisi: Hizbullah’ın artık bir siyasi veya askeri liderliği olmadığı. İkincisi: Partinin siyasi, askeri ve örgütsel liderliğinin İranlılar tarafından yönetildiği. Üçüncüsü: Hizbullah’ın örgütsel yapısının çöküş ve felç durumuna girdiği.
Yeniden yapılanma çalışması
Hizbullah, tüm bu gürültüyü görmezden gelerek, askeri güçlerin lider kadrosunu yeniden düzenlemeye, askeri kayıpların boyutunu incelemeye ve insan gücü ile silahlanma açısından boşlukları doldurma planları yapmaya odaklanmış durumda.
Ayrıca, tüm yaşananlara dair bir siyasi tutum sergilemek gibi önemli bir görevi var. Bu tutum, Şeyh Kasım’ın kaydedilen konuşmaları ve Hizbullah’ın medya ilişkileri sorumlusu Hacc Muhammed Afif’in düzenlediği basın toplantılarıyla ortaya konuluyor.
Afif, güvenlik tehdidine rağmen duruşunu anlatmak için toplantılar düzenlemeye devam ediyor. Bunun yanında, “Direnişe Vefa” blokundan milletvekillerinin de adım adım etkinliğe başlamasıyla parti, üç hafta içinde belirlenmiş bir plana uygun olarak ihtiyaç duyduğu siyasi ve diğer bağlantılarını yeniden kurdu. Bu süreçte yalnızca güncel görevleri desteklemeyen bağlantılar devre dışı bırakıldı.
Şeyh Kasım göreve geldikten sonra, onun liderliğindeki tüm yapılar düzene kavuştu. Savaş, bazı bölgelerdeki sivil yapıya zarar vermiş ve bazı sektörlerde aksaklıklar ortaya çıkmış olsa da zincir en üstten en alta kadar yeniden birleştirildi.
Hiçbir yetkili, merkezden gelen bir karar olmadan görev üstlenemiyor. Coğrafi alanlara göre sahada esneklik tanınsa da cephede gerçekleşen bazı operasyonlar üst liderlikten gelen emirler doğrultusunda yürütülüyor.
Hizbullah’ı iyi tanıyanlar, partinin yeniden güçlendirdiği en önemli şeyin kontrol ve komuta mekanizması olduğunu bilirler. Bu mekanizma, alınan darbelere rağmen çok daha sağlam hale getirildi; partiyi yeni bir sertlik ve kararlılık düzeyine taşıyan darbeler, hataların izlenmesine de olanak tanıdı.
Artık karar alma süreçlerinde yeni bir düşünce tarzı gözle görülür şekilde hissediliyor; bu, bireysel yorumların önüne geçmeyi amaçlayan bir yaklaşım.
Şeyh Kasım’ın kişiliği hakkında dikkat çeken hususlardan biri, çok yönlü bir kişiliğe sahip olmasıdır. Onu yakından tanıyanlar, dini tecrübesinin Hizbullah’ın kurulmasından çok daha önceki yıllara dayandığını ve merhum Seyyid Muhammed Hüseyin Fazlullah’a yakın bir çevrede olduğunu bilirler.
Bu da onun yaklaşımlarını etkileyen önemli bir unsur. Dini olarak “muhafazakâr” olarak sınıflandırılmasa da pek çok kişinin bilmediği ve yanlış yorumladığı konulardan biri, Hizbullah’ın kurucu ekibine katıldıktan sonra Şeyh Kasım’ın siyasi düşüncesinde büyük bir dönüşüm yaşandığıdır.
İmam Humeyni’nin izlediği çizgiye bağlılığını ilan etmesinin yanı sıra, idari sorumluluklar üstlenmesi gereken bir cihad partisinde gereken idari becerilere sahip olduğu da dikkat çeker.
Esnek veya zayıf bir karakter olarak tanımlansa da esasında parti içinde en katı ve disiplinli figürlerden biridir; 40 yılı aşkın bir süredir yürüttüğü idari ve mali görevlerdeki tecrübesiyle, bütçe ve harcama konularında derin bilgi sahibidir.
Meclis, hükümet ve sivil projeler dâhil, devletin kurumları ve siyaset sahnesindeki tüm güç dengelerine dair önemli bir bilgi birikimine sahiptir.
Pek çok kişinin bilmediği bir diğer önemli husus da Hizbullah'ta kararların Şura Konseyi ve merhum Genel Sekreter tarafından belirlendiği bir yapı içinde, Şeyh Kasım’ın hem kişisel olarak hem de liderlik içindeki duruşunda oldukça katı bir çizgiye sahip olduğudur.
Kasım, İsrail’i destekleyen dış güçlerle, özellikle Amerikalılar ve Avrupalılarla ilişkilerde en katı duruş sergileyenler arasında.
Aynı zamanda, direnişe karşı olan iç güçler konusunda da en sert isimlerden biri olarak biliniyor. Çoğu konuda uzlaşmaya yanaşmayan Kasım, bugün partiye yönelik büyük bir sorumluluk üstlendiğini hissediyor; şimdiki önceliği savaş ve mücadele dosyası olsa da iç dinamiklere olan ilgisi de devam ediyor, özellikle de yabancı müdahaleler ve bu müdahalelere bazı yerel güçlerin kolaylıkla uyum sağlaması konusundaki duruşu gereği bu ilgiyi sürdürüyor.
Hizbullah'ı yanlış değerlendirenlerin dikkat etmesi gereken bir diğer önemli unsur, aldığı darbelere ve karşılaştığı zorluklara rağmen, Hizbullah'ın kendisini yeniden inşa etme sürecine girmiş olmasıdır.
Seksenli yıllardaki gibi yeniden yapılanma ve program geliştirme sürecine giren Hizbullah, bu sefer daha az müsamaha gösteren bir yapı sergileyecek.
Şeyh Kasım’ın liderliğindeki parti, Lübnan halkının göçmen sorununa yaklaşımındaki olumlu tutumu büyük bir takdirle karşılarken, halkın davranışı ile İsrail karşısında önce direnip sonra Amerikan projelerine yakınlık gösteren bazı güç ve şahsiyetlerin tutumu arasında net bir ayrım yapıyor.
Bu güçler, kendilerini İsrail’in planları ile örtüşen siyasi ve medya kampanyalarının merkezine yerleştiriyor ve Amerika’nın projesine açıkça destek sunarak İsrail’in amaçları doğrultusunda bir iş birliğine hazır olduklarını ortaya koyuyorlar.
Amerikalı yetkililerden Lübnanlı yöneticilere uyarı: Partinin taleplerine yanıt vermeyin
Bazı siyasi çevreler, Lübnan hükümeti ve devletin güvenlik ve askeri birimlerinde görev yapan yetkililere yönelik Amerikan baskısının artmakta olduğunu gözlemliyor.
Bu baskının amacı, Hizbullah’la iş birliği yapmamaları veya iç meselelerde partiye destek vermemeleri için bir korku ortamı yaratmak. Amerikalılar, yetkilileri Hizbullah’la herhangi bir iş birliğine girişmeleri durumunda bu durumun "Hizbullah ile iş birliği" olarak sınıflandırılacağını ve bunun sonucunda devlet içinde terfi alma ya da kazanç elde etme haklarının ellerinden alınacağı konusunda uyarıyor.
Yetkililerin bu baskılara uyum sağlamasını garantiye almak adına Amerikalılar, "Hizbullah'a karşı savaş açmanızı ya da ona karşı ayaklanmanızı istemiyoruz, sadece onunla iş birliği yapmayın, yetkililerinin taleplerine cevap vermeyin," diyerek yönlendirmelerde bulunuyorlar.
Hizbullah’a karşı Suudi Arabistan ve BAE destekli kampanya
El-Ahbar gazetesinin edindiği bilgilere göre, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Hizbullah’a karşı bir kampanya yürütmek amacıyla bazı medya kanalları, gazeteler, internet siteleri ve gazetecilere finansman sağlamaya başlamış durumda.
Bu finansmanın önümüzdeki haftalarda daha da artacağı ve Hizbullah karşıtı bu kampanyaya daha fazla medya organının çekileceği belirtiliyor.
Kampanya, “milislerin silahı devlet ve halk için bir tehdit oluşturuyor” ve “silahlar teslim edilmeli” sloganıyla yürütülüyor.
Bu girişim, Beyrut’taki Amerikan Büyükelçiliği’nin himayesinde ilerliyor ve Hizbullah karşıtı tutumu derinleştirmek amacıyla medya organları arasındaki rekabeti teşvik ediyor.
Bu doğrultuda, Amerikan Büyükelçiliği'nin doğrudan elçilikle bağlantılı bir medya komitesi kurduğu ve bu komitenin insanları umutsuzluğa sevk eden ve fitne yaymayı amaçlayan bir anlatıyı aktif bir şekilde yaydığı ifade ediliyor.
Çeviri: YDH