Atvan: HTŞ, İsrail güvenliğinde kilit aktör

27 Ağustos 2025

Gazeteci Abdülbari Atvan, Suriye’de HTŞ ile İsrail arasında yürütülmekte olan güvenlik normalleşme sürecini mercek altına alıyor. Yazıda, anlaşmanın bölgesel aktörler ve Filistin meselesi açısından taşıdığı tehlikeler, HTŞ’nin kritik rolü ve normalleşmenin Arap dünyasında “büyük bir ihanet” olarak algılanacağı vurgulanıyor.

YDH- Gazeteci Abdülbari Atvan, Suriye'deki Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) ile İsrail arasında varılmakta olan güvenlik normalleşme anlaşmasının tehlikeli hükümlerini ve Türkiye ile Körfez ülkelerinin bu denklemde nerede durduğunu değerlendirdiği yazısında, Suriye ve Arap dünyası açısından işgal varlığıyla normalleşmenin “büyük bir ihanet” olduğunu ve bunun direniş perspektifiyle yaratacağı sonuçları yorumladı.

Atvan'a göre, güvenlik ve normalleşme anlaşması, Camp David ve Oslo gibi geçmiş anlaşmalar gibi çok tehlikeli.

HTŞ lideri Colani, çoğunluğu Körfez medya kuruluşlarından ve televizyon kanallarından oluşan, özellikle BAE ve Suudi Arabistan liderlerinin yer aldığı bir heyetle bir araya geldi. Heyette eski Kuveyt Enformasyon Bakanı Sami Abdüllatif el-Nisf de bulunuyordu. 

Colani'nin  ilk resmi medya buluşması olarak kayda geçen toplantıda ve resmi fotoğraflarda en dikkat çekici detay, Colani'nin HTŞ örgütü ile işgal varlığı arasında olası bir güvenlik anlaşmasıyla ilgili “ileri düzeyde uzlaşı” yapıldığını doğrulamasıydı.

Atvan, anlaşmanın temellerinin, geçtiğimiz hafta Paris’te HTŞ'nin sözde 'dışişleri bakanı' Esad Şeybani ile İsrail Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer arasında yapılan görüşmede atıldığını hatırlattı.

Önemli bir başka nokta ise Colani'nin, medyaya yaptığı açıklamada İsrail ile tam kapsamlı bir barış anlaşmasına karşı çıkmamış olmasıydı.

HTŞ lideri, Suriye ve bölgenin çıkarlarına hizmet ediyorsa böyle bir anlaşmayı imzalamaya hazır olduğunu söyledi; ancak bu çıkarların ne olduğu, Filistin davası ve kutsal mekanlar konusunda açıklama yapmadı.

Başka bir deyişle, Suriye şimdi yeni bir Camp David Anlaşması eşiğinde. Ancak bu süreç hızlı adımlarla ilerliyor.

ABD sponsorluğu ve Körfez ülkelerinin onayıyla kamuoyuna duyurulan bu süreç, büyükelçilik değişimleri ve siyasi anlaşmalar öncesinde güvenlik anlaşmalarıyla başlıyor.

İsrailliler için esas odak, Filistin ve Lübnan direniş hareketleri ile Yemen’den gelen füze ve insansız hava saldırılarından kaynaklanan tehditleri ortadan kaldırmak.

Colani, güvenlik anlaşmasının şartlarını genel hatlarıyla paylaştı ancak İsrail Kanal 12 televizyonu, anlaşmanın ana maddelerini kara, deniz ve hava ateşkeslerinin tamamen sona erdirilmesi, İran’ın Suriye’deki nüfuzunun ortadan kaldırılması ve gerekirse Lübnan’da da etkisinin kırılması, işgalci devletin güvenliğinin sağlanması ve Suriye veya diğer unsurların bu güvenliği tehdit etmesinin önlenmesi, Türkiye’nin Suriye ordusunu yeniden silahlandırmasının engellenmesi; stratejik silahlar ve hava savunma sistemlerinin konuşlandırılmaması, Süveyda’daki Cebel Dürzi’ye insani koridor açılması, Dürzi toplumunun serbest hareket etmesinin sağlanması, Güney Suriye’de (Dera, Kuneytra ve Süveyda) ve özellikle Golan Tepeleri’nde tam silahsızlanma sağlanması ve İsrail sınırına yönelik saldırıların durdurulması, Suriye’nin Amerikan desteği ve Körfez katkılarıyla yeniden inşa edilmesi, böylece istikrarın sağlanması olarak özetledi. 

İsrail’in sızdırdığı bu maddeler, resmi olarak onaylansa bile, işgalci devletle güvenlik normalleşmesini pekiştirecek ve ona tam koruma sağlayacak nitelikte.

Atvan, bu süreçte en kritik rolün HTŞ’ye verildiğini belirterek, İsrail’in güvenliğinin sağlanmasının Camp David’den Oslo ve Vadi Araba’ya, hatta üç Arap ülkesinin taraf olduğu İbrahim Anlaşmaları’na kadar tüm “barış” girişimlerinin temelini oluşturduğunu vurguluyor. Ona göre, yeni normalleşme anlaşmalarında kullanılan dil ve üslup değişse de özünde hiçbir farklılık bulunmuyor.

Öte yandan, Filistin davası ve Arap komşularıyla ilişkiler daha katı hükümlerle sınırlandırılırken çevredeki veya çatışma halindeki devletler, İsrail varlığını koruyan aktörlere dönüştürüldü.

Bu süreç, Gazze ve Batı Şeria halkına yönelik soykırım ve açlık savaşlarına göz yummayı da içeriyor. Tıpkı yaklaşık 23 ay önce Aksa Tufanı sırasında yaşananlar gibi.

Atvan yazısını şu yorumlarla sonlandırıyor:

''İşgalci İsrail ile normalleşme, ister siyasi ister güvenlikle ilgili olsun, milyarlarca Arap ve Müslüman için hâlâ “büyük bir ihanet” anlamına geliyor. Suriye’nin, Gazze halkına karşı yürütülen imha ve açlık savaşları sırasında işgalci devletle normalleşmesi, Arap direnişine karşı mücadelede bir polis rolüne soyunması demektir. Bu, Arapçılık ve inanç açısından kalbe saplanmış zehirli bir hançer niteliğinde. Ancak Suriyeli halkın binlerce şehit verdiği savaşlar ve sekiz bin yılı aşkın medeniyet mirası üzerinde yükselen ulus, bu tehlikeli dönüşümü reddedip direnme gücüne sahiptir. Bu kabul edilemez değişim, Suriye’yi işgale karşı direnişi yöneten bir merkez olarak yeniden konumlandıracak ve işgal altındaki tüm Arap topraklarını, özellikle Kudüs, Golan Tepeleri ve Güney Lübnan’ı kurtarma mücadelesine liderlik etmesini sağlayacaktır. Günler bu sürecin sonuçlarını gösterecek.''