Özgürlük bölgesel değil, varoluşsaldır; bir halkın tutsaklığı, komşu halkların özgürlük iddiasını hem ahlaki hem ontolojik olarak yaralar. Adaletin istisnası sürdükçe, hiçbir adalet tam değildir; Filistin’e yönelik adaletsizlik, Suriye’deki İsrail ile normalleşmeye çalışan bir yönetimin özgürlük talebini de baştan sakatlamıştır.

YDH- Haçlı Seferleri’nden başlayarak 20. yüzyılın başlarına, 1948 Nakba’sına, 1967 Altı Gün Savaşı’na ve 2003 Irak işgaline uzanarak geniş bir tarihsel anlatı sunan Robert Inlakesh, Suriye'deki Heyet Tahrir eş-Şam rejiminin mevcut halinin, bölgedeki direniş tarihiyle çeliştiğini ve halkların hafızasında yer etmiş olan emperyal müdahalelere benzer bir teslimiyet sürecinden geçtiğini öne sürüyor.
Suriye'nin üzerinde olduğu teslimiyet yolu, “güvenlik koordinasyonu” ve normalleşme çabası başarısızlığa mahkumdur. Sürekli genişleyen İsrail işgalinin göz kamaştırıcı gerçekliğini görmezden gelmek mümkün olmadığı gibi, Suriye'nin bölgesel dinamikler ve direniş için önemli bir kuluçka merkezi işlevi gördüğünü yadsımak mümkün değildir. Bu esnada, Gazze soykırımla karşı karşıya kalırken, Arap ülkeleri herhangi bir stratejik fayda yanılsaması bile olmaksızın aşağılanma yoluna sürükleniyor.
Eski bir atasözünün dediği gibi “Tarih tekerrür etmez, ama kafiyelidir”. Biladüşşam'ın içinde bulunduğu durumu analiz etmeye çalışan yorumcuların çoğu, Suriye devletinin geleceğine dair karışık tahminlerde bulunurken, bunu genellikle bize gelecekle ilgili güçlü işaretler sunan bir tarihin derinliğine inmeden yapıyorlar.
Suriye'nin yeni lideri Colani açıkça İsraillilerle işbirliği yapıyor. Normalleşme anlaşması imzalamamış olsa da İbrani medya kuruluşu Yediot Ahronot'un Suriye ve İsrail heyetleri arasında doğrudan yapıldığını ortaya çıkardığı ortak “güvenlik” istişarelerini kabul ediyor. Colani hükümeti ayrıca İsrail'in Arap dünyasındaki en kötü şöhretli casusu Eli Cohen'in dosyalarını ve eşyalarını da teslim etti.
İsrail basınında çıkan haberlere ve Amerikalı yetkililere göre Şam yönetimi normalleşme görüşmelerine başladı ve ABD Başkanı Donald Trump'ı memnun etmek ve yaptırımların kaldırılması için öne sürdüğü temel koşullardan birini yerine getirmek amacıyla ilerleme niyetinde olduğunu belirtti.
Bu durum elbette bizzat Suriyeli yetkililerin açıklamalarıyla da örtüşüyor: HTŞ 'dışişleri bakanı' Esad Şeybani göreve geldikten bir hafta sonra Siyonist varlıktan “kendini kanıtlamış bir gerçek” olarak bahsederken, Şam Belediye Başkanı açıkça normalleşme çağrısında bulundu.
Colani dolaylı görüşmeleri kabul ederken -daha sonra daha önce belirtildiği gibi doğrudan olduğu ortaya çıktı- İsraillilerin 'ortak düşmanları' olduğunu tekrar tekrar vurguladı. Kim bu “ortak düşmanlar”? Oysa devam eden bir soykırımın ortasında Gazze halkını savunmak için anlamlı bir şekilde harekete geçen tek güç tam da Colani'nin bu sözde 'düşmanları'. Evet, Colani'nin düşmanları Filistinlilerin müttefikleridir -bu gerçek artık gizlenemez ya da inkâr edilemez.
Hafızamız zayıf
Suriye ve Filistin'in tarihleri birbirinden ayrılamaz, Lübnan ve Ürdün'ün de öyle. Tüm uluslar kendilerine özgü işaretlere ve ulusal kimliklere sahip olsalar da bölgenin ortak tarihi yadsınamaz.
Irak ve Mısır arasında kalan bölge Batı medeniyetinin doğduğu yer olmuş, daha sonra İslam'ın gelişmesiyle birlikte modern dünyanın yaratılmasındaki önemli rolünü yeniden üstlenmiştir.
Uzak tarihin derinliklerine dalmadan, Haçlı Seferleri sırasında, bölgedeki çeşitli topluluklardan işbirlikçilerin varlığına rağmen, azınlıkların işgalciler ve fatihler tarafından bağışlanmadığını hatırlamakta fayda var. Neden mi? Çünkü işgalcilerin amacı işgal etmek, değiştirmek ve yok etmektir. Bu hedefler de özgürleşme ile taban tabana zıttır.
Bugün gördüğümüz modern Ulus Devletlerin doğuşuna doğru hızla ilerlersek, bölgedeki tüm ulusların kaderi birbirine bağlıydı ve açıkça belirtilmiş hedefleri olan ortak düşmanlarla karşı karşıyaydılar. Genel Suriye Kongresi (GSC) 1920'de Şam'dan bağımsız bir Arap Krallığı ilan ettiğinde, bunu Filistin'den güneye Gazze'ye kadar uzanan parlamento temsilcileriyle yaptı. Ancak Fransız işgalciler buna izin vermeyeceği gibi İngilizler de desteklemedi.
ABD'nin 1910'larda Şam bölgesinde demokratik kurumlara sahip bir Arap Devleti fikrine destek verdiğine dair bazı emarelere rağmen, kısa sürede İngiliz ve Fransızlarla aynı çizgiye düştüler.
Bugün bazıları ülkenin sorunları için Suriye'nin azınlık topluluklarını suçlarken, çoğu kişi çoğunluk Sünni nüfusu diğer gruplarla birleştiren ortak tarihi unutuyor. Örneğin Dürziler içinde, Fransız sömürge yönetimine karşı 1925 Büyük Suriye İsyanı'na öncülük eden Sultan el-Atraş'ı kim nasıl unutabilir?
Nakba'nın bir sonucu olarak, Siyonist varlık tarafından topraklarından sürülen yaklaşık 750 bin Filistinli başta Suriye olmak üzere Ürdün ve Lübnan'a geldi. Arap milliyetçiliği tarihinin en tanınmış komutanlarından ve temel askeri figürlerinden biri olan Fevzi Kavukçu, 1925 yılında Suriye'de Fransızlarla savaşmakla kalmamış, aynı zamanda 1935 Arap İsyanı sırasında Filistin'de İngilizlerle savaşmış ve Nakba sırasında Siyonist milislerle mücadele eden Arap Kurtuluş Ordusu'nda önemli bir askeri figür olarak görev yapmıştı.
1949 yılında bağımsız Suriye'nin ilk Cumhurbaşkanı Şükrü el-Kuvvetli, CIA liderliğindeki bir askeri darbe ile devrildi ve çiçeği burnunda ülkeyi dokuz yıl sürecek sürekli bir devrim ve hükümet değişikliği dönemine sürükledi. O dönemde İsrail ya da Batı çıkarları için hiçbir tehdit oluşturmamasına rağmen – yeni doğmuş bir ulus olarak – ülke üzerinde hakimiyet kurmak amacıyla ABD tarafından derhal hedef alındı.
1958 yılına gelindiğinde Suriye çöküşün eşiğindeydi. Bu yüzden Mısır’la birleşerek Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni kurdu. Ancak bu birlik uzun sürmedi ve başarısızlıkla sonuçlandı. Bir süre sonra yeni bir darbe ile sona erdi. 1963’te Baas Partisi askeri darbeyle yönetime el koydu. Ancak üç yıl geçmeden başka bir darbe gerçekleşti ve bu kez iktidara Salah Cedid geldi.
1967 yılında İsrailliler, hiçbir Arap ülkesinin hazırlıklı olmadığı bir savaşla Golan Tepelerini işgal ederek Siyonist rejimin başından beri niyetinin ne olduğunu gösterdi: Daha fazla toprak ele geçirmek ve işgalci varlığını tarihi Filistin sınırlarının ötesine genişletmek.
Hafız Esed'in iktidara geldiği 1970 yılına kadar İsrailliler Golan Tepeleri bölgesinden Suriye'ye sürekli saldırılar düzenliyor, hatta bölgeye kendi Arap-Yahudi yerleşimcilerini yerleştirerek Suriye'nin vereceği herhangi bir karşılığın yükünü onların çekmesini sağlıyor, böylece korku söylemini daha da pekiştiriyor ve telkin edilen nefret döngüsünü derinleştiriyorlardı.
1973 yılında Esed, Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat ile birlikte Siyonist rejime karşı Araplar tarafından başlatılan ilk savaşı başlatarak Golan Tepelerini geçici olarak geri aldı. Suriye hükümeti ile Filistinli kurtuluş hareketleri arasındaki ilişkiler genellikle ikircikli olsa da – ittifak ve düşmanlık arasında gidip gelse de – Şam, topraklarını hala işgal etmekte olan İsraillilere karşı eylemlerin desteklenmesinde rol oynamaya devam etti.
Öte yandan Mısır İsraillilerle normalleşti ve Sina Yarımadası'nı geri aldı. Ancak bugün Mısır Devleti'ne bir bakın! Mısır halkı, ABD'nin her yıl Kahire'ye yaptığı milyarlarca dolarlık yardımın, Avrupalı güçlerle dostane ilişkilerin ve hükümetin Siyonistlerle işbirliğinin meyvelerini gerçekten topladı mı?
Başlangıçta CIA tarafından iktidara getirilen bir diktatörün yönettiği Irak'ı düşünün. Saddam Hüseyin bile Amerikalılar tarafından ihanete uğradı. Filistin Kurtuluş Örgütü'nü (FKÖ) destekleme yoluna gittiğinde ise çöküşü hızlandırıldı.
Irak'taki rejim değişikliği 20 yıldan biraz fazla bir süre önce gerçekleşti, ancak pek çok insan ABD işgalinin gerçekte ne anlama geldiğini çoktan unuttu. Sonunda Amerikan güçlerine karşı güçlü bir direniş ortaya çıkmış olsa da birçok Iraklının işgali – ardından gelen büyük şiddete rağmen – ilk başta memnuniyetle karşıladığı genellikle göz ardı edilir.
2003 yılında Bağdat sokaklarında Saddam Hüseyin'in heykellerini gezdiren Iraklılar vardı, hatta bazıları ABD askerlerine pirinç ve çiçek fırlattı. Bunların hepsi belgelenmiştir. Aralık 2024'te Beşşar Esed hükümetinin düşmesiyle birlikte Suriyeliler – hatta bazıları Saddam Hüseyin'in fotoğraflarını taşıyorlardı – Hafız Esed'in heykellerini yıkıp Halep sokaklarında gezdirdiler.
NATO'nun desteğiyle Muammer Kaddafi devrildi ve acımasızca öldürüldü, bu olay da kutlamalarla karşılandı. İronik bir şekilde, Kaddafi iktidarının sonlarına doğru Batı ile bağlarını yeniden kurmaya karar verdi. Peki 2011'den bu yana Libya'nın ne hale geldiğini söylemeye gerek var mı?
Burada anlatılmak istenen çok basit. Bu tarihten bahsetmek kimseyi yukarıda bahsi geçen yöneticilerden herhangi birinin savunucusu yapmaz, bu sadece ABD'nin emperyalist politikalarının ve sonuçlarının bir göstergesidir. Amaçları her zaman aynı olmuştur; bölgeye hâkim olmak ve bölgeyi boyunduruk altına almanın bir aracı olarak işgallerini genişletmek için İsraillilerle birlikte çalışmak.
“Ama Suriye farklı!”
Hakikaten de Suriye farklı. Irak, Libya, Suriye, Ürdün, Lübnan, Mısır – hepsinin kendine özgü tarihleri ve gerçeklikleri var, ABD, AB, İngiltere ve İsraillilerin hedefleri aynı kalsa da.
Suriye'nin artık özgür olduğunu iddia edenler -Şam'daki yetkililer başkentlerinde göndere çekilen Amerikan bayrağını selamlayan ABD askerlerinin yanında dururken- bir zamanlar ABD askerlerinin Saddam Hüseyin'in heykeli üzerine kendi bayraklarını dikmelerini izleyen ve aynı iddiada bulunanlar gibi hayalperesttir.
İsrail ile ilişkilerini normalleştiren ve uzun vadede daha iyi durumda olan bir Arap ülkesi örneği yok. Ürdün ve Mısır bu gerçeğin başlıca örnekleridir. Ancak Sudan'a ABD yaptırımlarının kaldırılması, terörist tanımlamalarının kaldırılması, dış borçların silinmesi ve yardım alınması karşılığında İsrail'le normalleşmeyi kabul etmesi için baskı yapıldığında, ülke olumlu bir değişim yaşadı mı? Hayır. Bunun yerine İsrail bugüne kadar devam eden iç savaşın başlangıcında her iki tarafı da oynamaya çalıştı.
Bazıları ilişkileri normalleştiren ve iyi durumda olan ülkelere örnek olarak BAE ve Bahreyn'i gösteriyor. Bu anlaşmaların nihai sonuçlarını tahmin etmek imkânsız olsa da her iki ülkenin de zaten son derece zengin olduğunu ve işbirliklerinin bir sonucu olarak aniden dönüşmediklerini belirtmek gerekir. Bu arada Fas halkı normalleşme anlaşmasından hiçbir şey kazanmadı. Aslında Tel Aviv ve Rabat arasındaki askeri işbirliği Fas'ı askeri açıdan üstün komşusu Cezayir ile bir çatışmaya doğru daha da itiyor. Dahası, normalleşme anlaşması Batı Sahra bölgesi konusunda Polisario Cephesi ile ateşkesin bozulmasına yol açtı.
İnsanların sürekli “Ama Suriye farklı” dediğini duyuyoruz. Evet, öyle. İşgalci İsrail güçleri Suriye'nin stratejik silahlarını imha etmek için derhal en büyük bombalama operasyonunu başlattı: güneyi askersizleştirmeye zorluyorlar – başka bir deyişle, Suriye'yi sadece sahici bir ordusu olmayan bir ülkeye dönüştürecekler.
Suriye toprakları işgal edilmeye, önemli su kaynaklarına el konulmaya ve bir işbirlikçiler ağı kurulmaya devam ediyor. İsrail 1981'de Golan Tepelerini yasadışı olarak ilhak etti ve herhangi bir normalleşme anlaşmasının parçası olarak geri vermeyi reddediyor. Düşünebilecekleri tek taviz, yakın zamanda ele geçirdikleri güney Suriye'nin bazı bölümlerini kapsayacaktır.
Suriye liderliği İsrail işgaliyle yüzleşmeyi reddetmeye devam ederse, normalleşme karşılığında sunabilecekleri hiçbir şey olmayacak – yani aslında hiçbir şey için her şeyden vazgeçmiş olacaklar. Bu kadar basit. Elbette bu, Gazze'deki soykırımın fiili sponsoru olacakları gerçeğini bir kenara bırakıyor.
Sonuçta, güneyde yaşayan ve İsrail işgali ve saldırganlığının sonuçlarına katlanmak zorunda kalacak olan Suriyeliler, eninde sonunda karşı koyacak ve zorunluluktan bir direniş oluşturacaklardır.
İsraillilere direnmeyi reddettiğinizde ne olacağına dair bir örnek istiyorsanız, Batı Şeria'dan başka bir yere bakmanıza gerek yok. Filistin Yönetimi Siyonist varlığı tanıdı, silahlı mücadeleden tamamen vazgeçti ve direnişle mücadele etmek için İsraillilerle “güvenlik koordinasyonu” üzerinde çalıştı. İsrailliler birdenbire onlara toprak ya da herhangi bir imtiyaz vermeye mi karar verdi? Tam tersine, ilhaka hazırlık olarak giderek daha fazla yerleşim inşa ediyorlar.
Lübnan'da artık Hizbullah'ın silahlarının ulusal orduya entegre edilmesini isteyen sesler yükseliyor. 2006 savaşından 8 Ekim 2023'e kadar İsrail, Hizbullah'ın şiddetle direneceğini bildiği için Lübnan topraklarına karşı saldırgan eylemlerden kaçındı. İlk kez Ekim 2022'de Hizbullah'ın direniş tehdidi İsrail'i, işgal altındaki Filistin ile Lübnan arasındaki deniz sınırlarını belirleyen ve Beyrut'un doğal gaz rezervleri üzerindeki haklarını veren bir anlaşma imzalamaya zorladı.
Kasım 2024'teki ateşkesten bu yana Lübnan Ordusu'na Lübnan topraklarının savunulması konusunda tam yetki verildi. Ancak güneydeki mevzileri işgal etmeye, sınır kasabalarına baskınlar düzenlemeye ve Lübnan topraklarına İsrail bayrağı çekmeye devam eden İsraillilere tek bir kurşun bile sıkmadı. Siyonist varlık ateşkesi 3 binden fazla kez ihlal etti – rutin hava saldırıları düzenledi, Beyrut üzerinde insansız hava araçları uçurdu, başkentteki binaları cezasız bir şekilde bombaladı ve sonuç almadan hareket etti.
Hizbullah kaçınılmaz olarak İsrail saldırganlığına son vermeye karar verdiğinde, aynı yorgun sesler yine Lübnan'ı istikrarsızlaştırdığını iddia etmek ve tüm gerçekleri görmezden gelmek için ortaya çıkacaktır.
Hayalperestlik ve çıkarcılık, Suriye'nin mevcut yolunda devam ederek aniden özgürleşeceğine ya da Siyonist varlığın fikrini değiştirip Suriye'nin “yeni bir Singapur”a dönüşmesine izin vereceğine inananlar için doğru tanımlamalardır. ABD ve Siyonist rejimin gündemlerinin ne olduğu son derece açıktır.
Suriye'nin düşmanları İsraillilerin düşmanlarıyla aynı değildir, çünkü İsraillilerin düşmanları arasında Suriyelilerin yanı sıra Filistinliler, Lübnanlılar, Ürdünlüler, Mısırlılar, Iraklılar ve diğerleri de bulunmaktadır. Nitekim Filistin'in özgürlüğü olmadan Suriye için gerçek bir özgürlük söz konusu olamaz.
Çeviri: YDH