İsrail’in güvenlik talepleriyle ABD’nin bölgesel çıkarları doğrultusunda şekillenen gizli mutabakat ülkeyi açık bir pazarlık nesnesine ve bölgesel hesaplaşmaların merkezine dönüştürüyor. Devletin sessizliği ise, bu sürecin fiilen kabul edildiğinin ve iç siyasi kırılganlıkların derinleştiğinin göstergesi olarak değerlendiriliyor.

YDH- Lübnan, 27 Kasım 2024’te İsrail ile varılan ateşkesin ardından geçen on aylık süreçte, hem sahada hem de diplomatik zeminde ciddi kırılmalar yaşadı.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 1701 sayılı kararına atıfla yürütülen süreçte, İsrail ile ABD arasında kamuoyundan gizli olarak varılan örtülü bir mutabakat ve Lübnan devletinin zımni onayı, ülkeyi radikal bir dönüşüm sürecine itti.
İsrail’in kazanımları
Ateşkesin ardından İsrail, sahada stratejik kazanımlar elde etti. Bunlar arasında:
Güney Lübnan’ın temizlenmesi: Hizbullah ve silahlı altyapısının bulunduğu köy ve kasabaları hedef alan İsrail, 60 günlük operasyon süresini 80 güne uzattı.
Bu süreçte tampon bölge oluşturularak yerleşim yerleri boşaltıldı.
Serbest harekât yetkisi: İsrail ordusuna, Hizbullah’ın yeniden yapılanmasını engelleme gerekçesiyle Lübnan kara, hava ve deniz sahasında serbest hareket hakkı tanındı.
1701 Sayılı Kararın Tek Taraflı Yorumu: İsrail, yalnızca Litani Nehri'nin güneyini değil, tüm Lübnan topraklarını kapsayacak şekilde kararın uygulamasını genişletti.
Yeni stratejik kontrol ağı: Güneydeki 5 ila 7 noktayı işgal ederek Şeba Çiftlikleri ve Cebel eş-Şeyh'e kadar ulaşan stratejik bir hat oluşturuldu.
İhlaller ve kayıplar
İsrail’in resmi rakamlarına göre, 27 Kasım 2024 ile 5 Ağustos 2025 arasında:
Arazi ihlali: bin 918
Hava ihlali: 2 bin 203
Deniz ihlali: 126
Toplam: 4 bin 247 ihlal
Şehit: 230 kişi
Yaralı: 477 kişi
Lübnan yönetimi, ABD ve İsrail’in 1701 sayılı kararın yorumlarına sessiz kalırken, Hizbullah’ın sabırlı tutumu dikkat çekti.
Örgüt, Litani Nehri'nin güneyinde karara harfiyen uydu; toprak, esirlerin serbest bırakılması ve saldırganlığın durdurulması gibi konuların öncelik olarak kabul edilmesini sağladı.
Ancak, Lübnan devleti, dış baskılarla önceliklerini yeniden tanımlayarak Hizbullah’ın taleplerini görmezden geldi.
Lübnan devleti için kırılma noktası, 5 Ağustos 2025’te gerçekleşen kabine toplantısı oldu.
Öncesinde, Cumhurbaşkanı’nın 31 Temmuz’da yaptığı açıklamada hükümete güven tazelenmişti.
Ancak toplantıda tüm bu yaklaşımlar terk edilerek, Amerikan belgeleri doğrultusunda hareket edilmesine ve Hizbullah’a karşı açık tutum alınmasına karar verildi.
Hükümet, Hizbullah’ın silahsızlandırılması için bir plan hazırlanmasını ve bu planın ağustos sonuna kadar sunularak yıl sonuna kadar uygulanmasını Lübnan ordusundan talep etti.
Hedef: Hizbullah’ın zayıflatılması
Yeni süreçte Lübnan yönetimi, Hizbullah’ın siyasi rolünü kısıtlama ve toplumsal çevresini baskı altına alma stratejisine yöneldi. Bu çerçevede, direnişi destekleyen kurumların kapatılması, medya faaliyetlerinin kısıtlanması, finansman yollarının engellenmesi, 2026 seçimlerinde siyasi tasfiye için planlamalar yapılması öne çıktı.
Lübnan devleti, ABD ve İsrail'in ekonomik ve siyasi baskılarına boyun eğerek bir teslimiyet sürecine girmiş durumda.
Bu durum, ülkeyi şu risklerle karşı karşıya bırakıyor:
1. Varoluşsal tehlikeler
Ortak yaşam ve iç barış ilkeleri tehdit altında.
İsrail’le sınır düzenlemeleriyle toprak kaybı riski büyüyor.
2. Egemenlik yitimi
Dünya Bankası dayatmalarıyla ekonomik ve siyasi karar alma yetisi zayıflıyor.
Normalleşme adı altında İsrail’in siyasi, askeri ve ekonomik hegemonyasına açık hale geliniyor.
3. Güvenlik açıkları
İsrail, beş stratejik noktadan çekilmeyeceğini açıkladı.
Hizbullah silahsızlansa dahi hedef olmaya devam edecek.
Netanyahu’nun güvenlik stratejisi, Hamas ve Hizbullah’ı ortadan kaldırarak İsrail’e yönelik tehditleri bertaraf etmeye odaklanıyor. Bu strateji, Filistin davasını tasfiye etmeyi, bölgedeki direniş unsurlarını zayıflatmayı, Amerikan güdümünde yeni bir Batı Asya yaratmayı amaçlıyor. Bu kapsamda, Gazze’nin işgali, Batı Şeria’nın ilhakı ve Hizbullah’ın tasfiyesi hedefleniyor.
Suudi Arabistan’ın rolü
ABD, Lübnan’da zayıf bir devletin Hizbullah için avantaj olduğunu bildiğinden, güçlü ama Batı’ya bağlı bir yapı inşa etmek istiyor.
Bu bağlamda Suudi Arabistan, mezhep dengeleri, mali araçlar ve siyasi nüfuzuyla Lübnan’a yönelik baskılarda öncül rol üstlenmiş durumda.
Suudi destekli girişimler, Hizbullah’ın toplumsal ve siyasi dayanaklarını hedef alıyor.