El-Ahbar gazetesi Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah’la yaptığı röportajın ikinci bölümünü yayımladı.
YDH-Röportajın bugün yayımlanan ikinci bölümünden öne çıkan kısımların çevirisini sunuyoruz.
- Bazıları, Hizbullah’ın başlangıçta sınır ötesi İslami bir örgüt gibi davrandığını, daha sonra İslami mahiyeti olan Lübnanlı bir direniş örgütüne dönüştüğünü, Suriye savaşından sonra da sınır ötesi bir direniş hareketi haline geldiğini söylüyor. Şu an Direniş’in Irak ve Yemen’de de varlığından söz ediliyor. Bu doğru mu? Bu konudaki anlaşma ne zamana kadar sürecek?
- Fikri ve siyasi tartışmaları bir kenara bırakarak durumu olduğu gibi ortaya koymak istiyorum. Suriye’de savaşa gitme, öncelikle Lübnan’ı ve Direniş’i ve istisnasız tüm Lübnanlıları savunmaya yönelikti. Arsel’deki son olaylar bu bakış açısını teyit etti. Bazıları bizim önleyici bir savaşa girdiğimizi söylediler. Fakat bu doğru değildi. Çünkü savaş bizim sınırlarımızdaydı. Bugün bazı 14 Martçılar, egemenlik ve müdahale etmemek gerektiğine ilişkin sözlerini bitirmiş değiller. Onlarca kilometrelik uzunluğa sahip olan Arsel dağlarıyla Bekaa tepelerinin Suriye krizinin başlarında silahlı gruplar tarafından işgal edildiğini bilmiyorlar.
Hizbullah Suriye savaşına girmeden önce silahlı gruplar Arsel dağlarında ve Beka’da askeri kamplar ve operasyon odaları ve sahra hastaneleri kurdular ve Lübnan topraklarına geldiler.
Onlar bize, “siz gittiniz onlar geldi” diyorlar. Kardeşler, onlar çok daha önce gelmişlerdi, bu önleyici bir savaş değil.
Kusayr, Lübnan sınırında yer alıyor. Eğer Kusayr savaşı olmasaydı, silahlı gruplar Hermel’e ve kuzey Beka’ya gelecekti. Bizim Suriye savaşına katılmamız, Direniş’in ulusal boyutunu reddeden bir şey değil; çünkü biz ülkemizin sınırlarını koruduk. Biz, Suriye içerisindeki başka bölgelerde de savaştık doğru; ancak bizim asıl savaşımız Lübnan sınırlarıydı.
-Hizbullah kendini Arap Şiilerine (Caferi, İsmaili ve Aleviler) karşı sorumlu mu hissediyor?
- Bazıları bizi sürekli bu yönde nitelemeye çalıştılar. Hizbullah, ulusal ve bölgesel düzeyde İsrail karşısında bir direniş olarak söz konusu oldu. Bu savaşta büyük kazanımlar elde edildi. Arap ülkeleri ve tüm siyasi gruplar, Hizbullah’ı siyonizm projesiyle mücadelede en ciddi taraf olarak görmeyenler bile Hizbullah’ı en ciddi güçlerden biri olarak gördü.
Sonuç itibariyle Hizbullah’ın Siyonist düşmanla sahada ve Filistin içindeki çatışmalarında dair herhangi bir tartışma yok. Dolayısıyla bölgedeki son olaylar gerçekleşince bölgede bu mesele kullanılmaya başlandı. Mısır’da Şii-Sünni bahsi söz konusu değildi. Mesele yönetime muhalif olanlarla taraftar olanlar meselesi olarak gündeme geldi. Libya ve Tunus’ta da aynı şekilde... Fakat Irak’ta iş, mezhebi tahrik boyutuna vardırıldı.
Hangi ülkelerin ve medyaların Irak’ı bugünkü hale getirdiği biliniyor. Bu tahrik süreci, Irak’ın ABD tarafından işgal edildiği dönemde de Irak’tan çekilmesinden sonra da vardı.
Suriye olayları başladığında, yapılan konuşmalarla, dünyanın her tarafından militan göndermeler ile mezhebi bir çatışma olarak yansıtıldı.
Hizbullah’a gelince... Sahaya yapılan yardımları mezhebi motivasyonlarla değil “ümmetin, bölgelerimizin ve halklarımızın savaşımı” olarak adlandırıyor ve bu şekilde yapıyor.
Örneğin Amerika Irak’ı işgal ettiğinde Irak halkının büyük bir çoğunluğu Saddam Hüseyin zulmü sebebiyle uzun sürecek bir savaşla direnme eğiliminde değildi. Bu, doğal bir durumdur, zira meşgul edilmiş bir halktı ve bu da gizli bir şey değil.
O dönemde daha ilk günden itibaren söylemleriyle, temaslarıyla özellikle de Şiilerle olan temaslarıyla direnişi gündeme getiren kim oldu?
Hizbullah, Şiiler için gitmedi. Irak’ta Amerikan işgaline karşı direniş potansiyeline ulaşmak için gitti. Irak’ta direniş başladı, bunun büyük bölümü de bu faaliyetler kapsamında oluştu. Direniş operasyonları yapanlar, Iraklı Şiilerin çocuklarıydı. Bu operasyonların bir kısmı görüntülendi; fakat el-Cezire ve Arabiya televizyonları bunları yayımlamaya karşı çıktı. Peki bu, tuhaf değil mi? Neden Irak direnişi içerisinde Şii direnişinin varlığını itiraf etmek istemediler. Bu, Sünnilere yönelik bir suçlama değil, bazı Arap rejimlerine yönelik bir suçlamadır.
Bunlar Suriye ve Lübnan meselesinden önce Irak’ta mezhebi tahriklere giriştiler. Lübnan direnişinin Şii olduğunda ısrar ediyorlar. Biz onlara şunu söylüyoruz. Bu Direniş, Lübnanlıdır, millidir ve tüm Lübnanlılara aittir. Lübnan’ın İsrail sınırındaki halkın Şii olması rastlantıdır. Buradaki halk sınırda olduğu için mücadele ediyor. Fakat bunlar bir Şii, İranlı vs. direnişten söz etmeyi sürdürüyorlar.
Kim bu nitelemede ısrar ederse etsin fakat biz en başından beri bizim Suriye’deki varlığımızın mezhebi veya grupsal bir yanının olmadığını vurguladık. Biz Irak’a da herhangi bir mezhebi veya grupsal düşünceye sahip olmadan yardım ettik.
Biz Sünni olan Hamas, İslami Cihat ve diğer Filistinli direniş gruplarına yardım ediyoruz. Bazıları Hizbullah’ın Filistin ilgisini mezhepçilikle ilişkili göstermeye çalışıyor.
Biz diyoruz ki nerede Filistin savunusu varsa, nerede Direniş ekseni savunusu varsa, nerede halk savunusu varsa gidebildiğimiz her yere gider yardım ederiz, yapılması gerekeni yaparız. Hizbullah halkları savunma iradesine sahipse bu bir suç değildir, Hizbullah bunu yapmaya hazırdır. Bunu ‘niçin sorumluluk gösterip insanları savunmuyorsunuz?’ diye başkalarına sormanız gerekir.
Hizbullah Kusayr ve Kalamun’da savaşmasaydı Lübnan’daki son gelişmeler Arsel’le sınırlı kalmazdı. Silahlı gruplar Beka’ya hakim olur, Akkar’dan sahile ulaşırlardı ve asıl savaş Beyrut’ta ve Lübnan’ın güneyinde yaşanırdı. Direnişin şehitler vermesi canların, namusların, kanın ve malın korunması için akli, dini, şer’i, ahlaki, milli ve insani bir gerekliliktir.
- Hizbullah’ın bir parti değil, bir durum olduğunu söylediniz. Sonuçta özellikle de mevcut şartlarda tüm Şiilerin temsilcisidir. Özellikle rahat şartlarda direnişle beraber olanların ülkedeki ve parlamentodaki faaliyetleri Hizbullah’ın aleyhine de olabilir. Hizbullah Şiilere hakim olmakla suçlanıyor mu?
- Bu nitelemeyi kabul edemem; fakat böyle bir sonuca varılması doğaldır. Hizbullah, sahada fedakarlıklarda bulunan insanların oluşturduğu bir topluluktur. Tıpkı direnişte olduğu gibi tüm halkı yanında bulması mümkündür; ama başka alanlar söz konusu olduğunda durum gözüktüğü kadar açık olmayabilir. Diğer alanlarda faaliyet gösterenlerin bazı konularda hata yapması mümkündür. Şu farkla ki bazı alanlarda ortaya çıkan hatalar, başka bazı alanlarda halk tarafından görülmüyor olabilir. Her halükarda bir parti veya grup olarak tüm alanlarda faaliyet göstermek ve halkın tamamını razı etmek oldukça güçtür.
Hizbullah kadrosu, ahlak, ciddiyet, vefa konularında çok seçkin özelliklere sahiptir. Fakat birer insan olarak imkanları ve güçleri sınırlıdır. Çeşitli alanlarda çeşitlilik yaratmak ve tek başına sorumluluğu üstlenmemek istiyoruz. Örneğin bu durum şehircilik hizmetleri ve belediye başkanları için geçerlidir. Hizbullah’ın onların faaliyetlerini ve sorumluluklarını üstlendiğini söyleyemeyiz. Yaptıkları şeyler olumlu olsa bile...
Birisi, direniş konusunda Hizbullah’tan yana olduğunu; ancak belediyecilik konusunda Hizbullah’a katılmadığını ve Hizbullah’tan memnun olmadığını söyleyebilir. Bunlar normal şeylerdir.
- Halk arasında şehit verdikleri halde takdir edilmedikleri yönünde bir algı var. Bu durum bu işin faydası konusunda soru işaretleri yaratıyor.
- Irak’ta bile tıpkı Lübnan’da olduğu gibi bazıları Hizbullah’ı Suriye’ye kim sürükledi? Diye soranlar oluyordu ve bazıları bizimle bu konuda tartışmaya giriyordu. Ancak Irak’ta yaşananlardan sonra bizim görüşümüzü kabul ettiler. Bugün gerek Suriye’de gerek Irak’ta halkın talepleri bizim için önem taşıyor. Bu istekler değişse de birçoğu bana teşekkür ediyor.
- Halktan kişiler mi siyasiler mi?
- Bu meselenin siyasilerle bir ilgisi yok. Bölgedeki halk bu savaş konusunda bilgi sahibi. Diğer bölgelerde de tehlikeye dair bilgi ve bilinç artıyor. Bana önemli mesajlar geliyor. Halktan bazı kişiler medyaya konuşurken muhafazakarlık ediyor. Ama şundan emin olun ki siyasilere ne verirsek verelim razı ve kani olmayacaklardır. Maalesef bazı siyasilerin bize karşı özde bir düşmanlığa sahipler. Yani meselenin bizim doğru ya da yanlış yapmamızla bir ilgisi yok. Bazen de bölgesel ve uluslar arası tarafların kendilerine bağlı grupları bize karşı görevlendirmesi söz konusu oluyor.
- Suriye’nin mültecilerin dönüşüne izin vermesi bu meselenin çözümüne katkı sunabilir mi?
- Acaba mülteciler geri dönmek istiyor mu? Sorun budur. Bizim hepimiz onlara yardım etmeye hazırız. Bazıları geri döndüğünde güvenlik içerisinde yaşayabilir. Şam kırsalındaki bazı bölgelerde Kalamun ve Humus’ta tekfirci gruplara ve IŞİD’e mensup silahlı gruplar üç yıl savaştılar, daha sonra buralarda uzlaşma sağlandı ve şimdi de hiç kimse bu yolu onlara kapatmıyor. Bu kişiler savaşıyordu, kaçan kişiler ise ayrı bir mesele. Dolayısıyla Lübnan’a göçün gerçek etkenlerini bulmaya çalışıyoruz.
Bu mesele için öncelikle mültecilerin ciddi iradesine ikinci olarak da bazı siyasi grupların mültecileri hükümete karşı insani, ahlaki güvenliksel ve siyasi olarak istismar etmeyi durdurmasına ihtiyaç var. Bunlar, rahat bir şekilde savaşabilmek için ailelerini Lübnan’a getiriyorlar.
Ayrıca şunu bir kez daha vurgulayayım ki Lübnan Güçleri para ve silahlandırma açısından silahlı grupların yönlendirilmesine nezaret ediyor. Elbette bu, medyadan uzak bir şekilde yapılıyor. Bu, devam ediyor ve değişmiş değil. Önemli olan mültecilerin gelişinin durdurulması için siyasi karar alınması ve sonuç itibariyle Suriye yönetimi ile mültecilerin kendi yerlerine dönüşü için işbirliği kapılarını açmak. Suriye yönetiminin bu konuda işbirliği yapmaya hazır olduğunu biliyoruz.
- Suriye savaşına katılmanız Hizbullah’ın mali ve insani açıdan yıpranmasına neden oldu mu? Hizbullah bu tehlikeye ne ölçüye kadar tahammül etti?
- Yıpranma sözcüğü abartılı olur. Fakat her halükarda Hizbullah’ın müdahalenin başından bugüne kadar yaptığı fedakarlıklar, verdiği kurbanlar ve tahammül ettiği bedel, bu savaşa katılmaması durumunda Hizbullah’ın ve Lübnan halkının ödeyeceği bedellerden çok azdır.
- Suriye’deki savaş, Hizbullah’ın Siyonistlere sürpriz yapmak için hazırladığı tekniklerin ortaya çıkmasına mı neden oldu?
- Siyonistler için hazırlananlar ile Suriye’deki silahlı gruplara yönelik savaş, doğal olarak birbirinden farklıdır. Ayrıca Hizbullah’ın Siyonistlere karşı isteyip de gizlediği bir şey olduğunu düşünmüyorum, hatta tam tersine. Elbette bu mesele, olumlu sonuçlardan biridir; ama her halükarda Suriye’ye gidiş sebebi sayılmaz. Bu savaş bize, gelecekte siyonist düşmana karşı en iyi şekilde kullanacağımız tecrübe, bilgi ve geniş ufuklar kazandırıyor.
- Suriye’de Siyonistlerle çatışmaya girdiniz mi?
- Direkt olarak hayır.
-Hizbullah’ın Suriye’deki varlığı, Golan halkının bir direniş hareketi başlatmasını sağlayabilir mi?
-Bu, onların iradesine bağlıdır. Herhangi bir yerde direnişten söz ederken eğer o bölgenin sakinleri arasında direniş iradesi varsa siz onlara yardım edebilirsiniz. Nitekim Lübnan’da bu oldu. 1982’de İranlılar ve Suriyeliler gelip Lübnan için savaşmadı, Lübnan halkının topraklarını kurtarmak için savaşma iradesi vardı.
- Şeba Çiftlikleri’ndeki patlamadan önce ve sonra Golan’da bir operasyon oldu. Hizbullah’ın bu operasyonla bir ilgisi var mı?
- Benim bildiğim kadarıyla orada gerçek bir oluşum var, bir iradeyi beyan eden bir oluşum... Elbette faaliyet gösterenler onlardır biz değiliz.
- Sizin bir dönem Suriyeli muhaliflerle görüştüğünüz ve onlardan bazılarının tutumunu değiştirdiğiniz doğru mu?
- Kimseyle görüşüp fikrini değiştirmeme gerek yok şunu söyleyebilirim ki onlar bizim tutumumuzu anladılar.
- Siz, Suriye’deki muhalifler arasında fark görüyor musunuz?
- Aslında dışarıdaki muhaliflerin artık Suriye’de bir varlığı yok. Bence başında da varlıkları yoktu ve Suriye içerisinde hiçbir etki yapamadılar. Onlar, belirli bir siyasi plan çerçevesinde bir araya gelmiş siyasi kültürel ve fikri şahsiyetler. Onların çoğu elçiliklerde, otellerde ve benzeri yerlerde yaşıyor. Bu benim değerlendirmem değil, onların kendi değerlendirmeleri.
Onlar Lübnan’daki dostlarıyla yaptıkları görüşmelerde diyorlar ki Ulusal Koalisyon liderleri, toplantılar yapıp bildiriler yayımlıyorlar, Suriye’nin Dostları Grubu adını kullanan ülkelerin elçilikleri de onları dağınıklıklarını arttırıyor.
Dolayısıyla muhalifler, bu siyasi dengenin ya d sahadaki dengenin neresinde yer alıyor? Bu muhaliflerin artık hiçbir değeri ve etkisi yok, saha da silahlı grupların elinde. ÖSO, artık bir ordu değil, birbirinden ayrılmış silahlı grupların toplanma yeri. ÖSO, yalnızca onlar arasında koordinasyon sağlıyor. Bazen de ganimetler ve sınır kapıları yüzünden birbiriyle savaşıyor. Şu an pratikte IŞİD geniş bir alanı elinde tutuyor, bazı bölgeler Nusra’nın bazı bölgeler de İslami Cephe’nin elinde. Ancak milli, laik ve diğer gruplar artık mevcut değil.
Ben Obama’nın sözlerini temel almak istemiyorum; ama o, onların uzmanıdır. Amerikan büyükelçisi muhalif grupların önemli bir bölümünü yöneten kişidir. Bugün silahlı muhalif grupları, çoğunluğunu aşırıların oluşturduğu gruplar oluşturuyor, onlar da birbiriyle savaşıyor. Maceranın gerçeği budur. Dolayısıyla muhalifler arasında diyalog ve müzakere için bir siyasi grup aradığımızda böyle bir grup bulamıyoruz.
Bizim üç yıl önce söylediklerimizi şu an herkes söylüyor
Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah el-Ahbar gazetesine verdiği röportajında, Suriye’deki silahlı grupların Lübnan ve bölge için oluşturduğu tehdide değinerek şunları söyledi:
Suriye’deki silahlı gruplar, Suriye krizinin başlarında Arsel dağlarını (Lübnan-Suriye sınırı) işgal ettiler.
Biz üç yıl önce tehlikeden bahsediyorduk, şimdi herkes bu tehlikeden söz ediyor. Şu an bölgede cereyan eden şey, siyasi düzenleri, ülkeleri, toplumları ve büyük ülkelerin çıkarlarını tehdit ediyor.
Gücü yeten herkesin Lübnan’ın Suriye’nin Irak’ın, Filistin’in, tüm bölgenin, Müslümanların, Hıristiyanların ve diğer tüm azınlıkların savunulması için bu savaşın bir parçası olması gerekiyor.
Şu an ilerlemekte olan, korkunç cinayetler işleyen büyük bir tehlikeden söz ediyoruz, bunun hiçbir kanunu, hiçbir sınırı, dini insani, ahlaki ve fikri hiçbir ölçüsü yok.
Şu an bu heyula (IŞİD) büyüyor. Şimdi birileri bu vahşilerle savaşıp onların bölge halklarına, ülkelere ve siyasi düzenlere hakim olmalarını önlerse ona teşekkür mü etmeli onu mahkum mu etmeli?
Şu an halkların bakış açısı değişti, siyasi grupların bakış açılarının da değişmesi gerekiyor.
IŞİD, Şii, Sünni, Müslüman, Hıristiyan, Dürzi, Ezidi, Arap veya Kürt tanımıyor ve bu vahşi grup giderek daha da büyüyor. Bu grubun çok büyük imkanlara sahip olması herkesi kaygılandırmalıdır.
Bazı ülkeler IŞİD’den herkesten fazla kaygı duymalıdır; çünkü onların ne ölçüde imkana sahip olduğunu biliyorlar. Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinde gerçek bir dehşet söz konusu. Çünkü yıllar boyunca bu düşünceyi halk arasında, okullarında öğretim üsluplarında yaydılar. Şimdi mücadele edecekleri bu tehlikenin onları yenmesi söz konusu.
Biz Kusayr ve Kalamun’da Özgür Suriye Ordusu’yla laik ve liberal gruplarla savaşmadık, bu düşüncedekilerle savaştık ve onları yendik; halkın bu gerçeği bilmesi gerekiyor.