İsrailli askerler Gazze savaşında "çatışma kurallarının" neredeyse hiç uygulanmadığını, askerlerin istedikleri gibi ateş ettiklerini, evleri ateşe verdiklerini ve cesetleri sokaklarda bıraktıklarını, tüm bunların komutanlarının izniyle yapıldığını itiraf ediyor.
YDH- Bağımsız dergi +972’de yayımlanan makalenin yazarı foto muhabir Oren Ziv, İsrail askerlerinin Filistin topraklarında gerçekleştirdikleri suçlara dair bir tanıklık belgesi olan araştırmasında İsrail ordusunu yıkıcı eylemlerinden ötürü sorgulayacak bir yargının aciliyetine ışık tutuyor.
Haziran ayı başında el-Cezire, "yargısız infaz" olarak nitelendirdiği bir dizi rahatsız edici video yayımladı: İsrail askerleri Gazze Şeridi'nde sahil yolu yakınlarında yürüyen birkaç Filistinliyi üç ayrı olayda vurarak öldürdü. Her olayda Filistinliler silahsız görünüyor ve askerlere karşı yakın bir tehdit oluşturmuyorlardı.
Kuşatma altındaki bölgede gazetecilere uygulanan katı kısıtlamalar ve gazetecilerin hayatlarına yönelik süregelen tehlike nedeniyle bu tür görüntülere nadiren rastlıyoruz. Bununla birlikte, görünüşte güvenlik gerekçesinden yoksun olan bu infazlar, Gazze'deki aktif görevlerinden terhis olduktan sonra +972 Magazine ve Local Call ile deneyimlerini paylaşan altı İsrail askerinin anlattıklarıyla örtüşüyor. Bu ifadeler, çatışma sırasında Filistinli görgü tanıkları ve sağlık uzmanları tarafından dile getirilen iddiaları desteklemektedir; zira askerler, savaşçı olmayanlar da dahil olmak üzere Filistinlilere karşı ölümcül güç kullanma konusunda kendilerine geniş yetki verildiğini itiraf etmişlerdir.
İsminin açıklanmaması koşuluyla konuşan biri hariç altı kaynak, İsrail askerlerinin Filistinli sivilleri sırf ordunun "yasak bölge" olarak tanımladığı bir alana girdikleri için rutin olarak nasıl infaz ettiklerini anlattı. İfadeler, çürümeye ya da başıboş hayvanlar tarafından yenmeye terk edilen sivil cesetlerle dolu bir manzara resmi çiziyor; ordu bunları yalnızca uluslararası yardım konvoyları gelmeden önce gizliyor, böylece "çürümenin ileri aşamalarındaki insanların görüntüleri ortaya çıkmıyor". Askerlerden ikisi de Filistinlilerin evlerini işgal ettikten sonra ateşe verme konusunda sistematik bir politika izlendiğini ifade etti.
Birçok kaynak, kısıtlama olmaksızın açık ateş yapabilmenin İsrailli askerlere stres atma ya da günlük rutinlerinin sıkıcılığını hafifletme imkânı verdiğini anlattı. Kuzey Gazze'de görev yapan yedek subay S., "Askerler olayı tam anlamıyla yaşamak istiyor. Ben şahsen sebepsiz yere denize, kaldırıma ya da terk edilmiş bir binaya birkaç kurşun sıktım. Bunu 'normal ateş' olarak rapor ediyoruz, bunun anlamı şu: ‘’Sıkıldım, o yüzden ateş ediyorum.’’
1980'lerden bu yana İsrail ordusu, Yüksek Adalet Divanı'na yapılan çeşitli başvurulara rağmen açık ateş yönetmeliğini açıklamayı reddetti. Siyaset sosyoloğu Yagil Levy'ye göre, İkinci İntifada'dan bu yana "ordu askerlere yazılı angajman kuralları vermedi", bu da sahadaki askerlerin ve komutanlarının yorumuna çok şey bıraktı. Kaynaklar, 38 binden fazla Filistinlinin öldürülmesine katkıda bulunmanın yanı sıra, bu gevşek direktiflerin son aylarda dost ateşiyle öldürülen asker sayısının yüksek olmasından da kısmen sorumlu olduğunu ifade etti.
Taburunun komuta merkezi de dahil olmak üzere aylarca Gazze'de düzenli kuvvetlerde görev yapan bir başka asker olan B. "Tam bir hareket serbestisi var. Eğer bir tehdit hissi varsa bile, açıklama yapmanıza gerek yok, sadece ateş ediyorsunuz. Askerler birinin yaklaştığını gördüklerinde havaya değil, kütle merkezine yani vücuduna ateş etmek caizdir. Herkesi vurmak caizdir, genç bir kızı, yaşlı bir kadını." diyor.
B. Kasım ayında Gazze Şehri'nin Zeytin mahallesi yakınlarında bulunan ve yerinden edilmiş Filistinliler için barınak görevi gören bir okulun tahliyesi sırasında askerlerin birkaç sivili öldürdüğü bir olayı anlatmaya devam etti. Ordu tahliye edilenlere askerlerin konuşlandığı sağ taraf yerine sol tarafa, denize doğru çıkmalarını emretti. Okulun içinde bir çatışma patlak verdiğinde, ortaya çıkan kargaşada yanlış yöne sapanlara hemen ateş açıldı.
B. "Hamas'ın panik yaratmak istediğine dair istihbarat vardı. İçeride bir çatışma başladı; insanlar kaçıştı. Bazıları sola denize doğru kaçtı ama bazıları da sağa kaçtı, aralarında çocuklar da vardı. Sağa kaçan herkes öldürüldü - 15 ila 20 kişi. Bir yığın ceset vardı." diyor.
'İnsanlar istedikleri gibi, tüm güçleriyle ateş ettiler' diye devam ediyor.
B. Gazze'de sivilleri savaşçılardan ayırmanın zor olduğunu söyledi ve Hamas üyelerinin genellikle "silahsız dolaştıklarını" iddia etti. Ancak sonuç olarak, 16 ila 50 yaş arasındaki her erkeğin terörist olduğundan şüpheleniliyor. B. itirafını şöyle sürdürüyor:
"Etrafta dolaşmak yasak ve dışarıda olan herkes şüpheli. Pencereden bize bakan birini görürsek, o bir şüphelidir. Ateş ederiz. Ordunun algısı, halkla herhangi bir temasın kuvvetleri tehlikeye attığı ve askerlere hiçbir koşulda yaklaşmanın yasak olduğu bir durumun yaratılması gerektiği yönünde. Filistinliler içeri girdiğimizde kaçacaklarını öğrendiler."
Gazze'nin nüfusun olmadığı ya da terk edilmiş gibi görünen bölgelerinde bile askerler "varlık gösterme" olarak bilinen bir prosedürle yoğun bir şekilde ateş açtılar. S. asker arkadaşlarının "sebepsiz yere bile çok ateş ettiklerini, ateş etmek isteyen herkesin, sebebi ne olursa olsun, ateş ettiğini" ifade etti. Bazı durumlarda bunun "insanları saklandıkları yerlerden çıkarmak ya da varlık göstermek için" yapıldığını belirtti.
Gazze Şeridi'nde görev yapan bir başka yedek asker olan M., bu tür emirlerin doğrudan sahadaki bölük veya tabur komutanlarından geldiğini açıkladı. M. "Bölgede başka İsrail ordusu güçleri olmadığında...ateş etmek çok gereksiz, deli gibi. Sadece hafif silahlarla da değil, makineli tüfekler, tanklar ve havan topları ile ateş açıyoruz.’’ dedi.
M., yukarıdan emir gelmese bile, sahadaki askerlerin düzenli olarak yasaları kendi ellerine göre çevirdiklerini anlattı.
M. şöyle söylüyor: "Muvazzaf askerler, küçük rütbeli subaylar, tabur komutanları - ateş etmek isteyen küçük rütbeliler izin alıyorlar."
S. telsizden bir koruma bölgesinde görev yapan bir askerin yakınlarda dolaşan Filistinli bir aileyi vurduğunu duyduğunu hatırlıyor.
S. "İlk başta 'dört kişi' diyorlar. İki çocuk artı iki yetişkine dönüşüyor ve sonunda bir erkek, bir kadın ve iki çocuk oluyor. İşin aslını kendi kendinize anlayabilirsiniz.’’
Bu araştırma için görüşülen askerlerden sadece biri ismini vermek istemedi: Geçen yıl Kasım ve Aralık aylarında 55. Paraşütçü Tugayı'nda görev yapan 26 yaşındaki Kudüslü yedek asker Yuval Green (Green, ordunun Refah'ı işgalinin ardından Gazze'de görev yapmayı reddettiklerini açıklayan 41 yedek askerin mektubunu kısa süre önce imzaladı). Green +972 ve Local Call'a "Mühimmat konusunda herhangi bir kısıtlama yoktu. İnsanlar sadece can sıkıntısını gidermek için ateş ediyordu." dedi.
Green, Aralık ayındaki Yahudi Hanuka Bayramı sırasında bir gece meydana gelen bir olayı şöyle anlattı: "Tüm tabur hep birlikte havai fişek gibi ateş açtı, buna izli mühimmat yani parlak bir ışık üreten silah da dahildi. Gökyüzünü aydınlatan çılgın bir renk oluşturdu ve Hanuka bir 'ışık festivali' olduğu için sembolik hale geldi."
Gazze'de görev yapmış bir başka asker olan C., askerlerin silah sesleri duyduklarında telsizle bölgede başka bir İsrail askeri birliği olup olmadığını kontrol ettiklerini, eğer yoksa ateş açtıklarını anlattı. "İnsanlar istedikleri gibi, tüm güçleriyle ateş ediyorlardı." Ancak C.'nin de belirttiği gibi, sınırsız ateş, askerlerin sık sık büyük bir dost ateşi riskine maruz kalması anlamına geliyordu - C. bunu "Hamas'tan daha tehlikeli" olarak tanımlıyor.
C. "Birçok kez İsrail ordu güçleri bize doğru ateş açtı. Cevap vermedik, telsizden kontrol ettik ve kimse yaralanmadı." diyor.
Bu satırların yazıldığı sırada, kara harekatı başladığından bu yana Gazze'de 324 İsrail askeri öldürülmüştü; orduya göre bunların en az 28'i dost ateşiyle öldürüldü. Green'in deneyimine göre bu tür olaylar askerlerin hayatını tehlikeye atan "ana mesele". "Oldukça fazla dost ateşi vardı; bu beni deli ediyordu" dedi.
Green'e göre angajman kuralları da rehinelerin kaderine karşı derin bir kayıtsızlığın göstergesiydi. "Bana tünellerin havaya uçurulmasıyla ilgili bir uygulamadan bahsettiler ve ben de kendi kendime [tünellerde] rehineler varsa onları öldüreceğimi düşündüm." İsrail askerlerinin Aralık ayında Şucaiye’de beyaz bayrak sallayan üç rehineyi Filistinli sanarak öldürmesinin ardından Green kızgın olduğunu ancak kendisine "yapabileceğimiz bir şey yok" dendiğini söyledi. "Komutanlar 'Dikkatli ve duyarlı olmalısınız, ancak bir savaş bölgesindeyiz ve tetikte olmalıyız' diyerek prosedürleri keskinleştirdiler." diye açıkladı.
B., ordunun "emirlerine aykırı" olduğu söylenen Şucaiye’de aksilikten sonra bile açık ateş kurallarının değişmediğini doğruladı. "Rehinelere gelince, özel bir talimatımız yoktu," diye hatırladı. B. "Ordunun üst düzey komutanları rehinelerin vurulmasından sonra sahadaki askerleri bilgilendirdiklerini söylediler. Ama bizimle konuşmadılar." diyor.
Kendisi ve yanındaki askerler rehinelerin vurulduğunu olaydan ancak iki buçuk hafta sonra, Gazze'den ayrıldıktan sonra öğrenmişler.
Green, "Diğer askerlerden rehinelerin öldüğüne, hiç şansları olmadığına, terk edilmeleri gerektiğine dair ifadeler duydum. Bu beni en çok rahatsız eden şeydi... 'Rehineler için buradayız' diyorlardı ama savaşın rehinelere zarar verdiği açıktı. O zamanki düşüncem buydu; bugün bunun doğru olduğu ortaya çıktı." dedi.
'Bir bina yıkılıyor ve "Vay canına, ne eğlenceli" hissine kapılıyorsunuz'
Ordunun Operasyon Müdürlüğü'nde görev yapan subay A., tugayının operasyon odasının - Gazze dışından çatışmaları koordine eden, hedefleri onaylayan ve dost ateşini önleyen - sahadaki askerlere iletmek üzere açık ateş emri almadığını ifade etti. A. "Girdiğiniz andan itibaren hiçbir noktada bir brifing yok. Askerlere ve tabur komutanlarına iletmek üzere yukarıdan talimat almadık." dedi.
İnsani yardım yolları boyunca ateş edilmemesi yönünde talimatlar olduğunu, ancak başka yerlerde başka bir direktifin yokluğunda boşlukları doldurduklarını itiraf etti. Yaklaşımlarının ‘’orada yasaksa burada serbesttir’’ şeklinde olduğunu bile söyleyebildi.
A. "hastaneler, klinikler, okullar, dini kurumlar ve uluslararası örgütlerin binalarına" ateş etmenin daha yüksek yetki gerektirdiğini açıkladı. Ancak uygulamada, "Bize ateş etmememizin söylendiği vakaları bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar çok sayabilirim. Okullar gibi hassas yerlerde bile onay sadece bir formalite gibi geliyor." dedi.
A. sözlerine şöyle devam etti:
"Genel olarak operasyon odasındaki sessiz sözleşme 'Önce ateş et, soruları sonra sor' şeklindeydi. Fikir birliği buydu... Hiç gerek yokken bir evi dümdüz edersek ya da vurmak zorunda olmadığımız birini vurursak kimse gözyaşı dökmeyecekti diye anlaşmıştık."
A., İsrail askerlerinin operasyon bölgelerine giren Filistinli sivilleri vurduğu vakalardan haberdar olduğunu, Haaretz'in ordunun işgali altındaki Gazze bölgelerinde "ölüm bölgeleri" üzerine yaptığı bir araştırmayla tutarlı olduğunu söyledi.
A. "Varsayılan kural bu. Bölgede hiçbir sivilin bulunmaması gerekiyor, bakış açısı bu. Pencerede birini gördük, ateş ettiler ve onu öldürdüler." dedi.
A. raporlarda askerlerin militanları mı yoksa silahsız sivilleri mi vurduğunun çoğu zaman net olmadığını da sözlerine ekledi - ve "çoğu zaman, sanki biri bir duruma yakalanmış ve biz de ateş açmışız gibi geliyordu." diye devam etti.
Ancak kurbanların kimliği konusundaki bu belirsizlik, A.'ya göre öldürülen Hamas üyelerinin sayısına ilişkin askeri raporlara güvenilemeyeceği anlamına geliyordu.
A. "Savaş odasındaki his, ki buyumuşatılmış bir versiyon, öldürdüğümüz her kişiyi terörist olarak saydığımızdı," diye ifade verdi.
"Amaç bugün kaç ‘’terörist’’ öldürdüğümüzü saymaktı," diyen A. devam etti:
"Her asker kendisinin büyük adam olduğunu göstermek ister. Bütün adamların terörist olduğu algısı vardı. Bazen bir komutan aniden sayı isterdi ve ardından tümenin subayı tugaydan tugaya koşarak ordunun bilgisayar sistemindeki listeyi gözden geçirir ve sayardı."
A.’nın ifadesi İsrail'de yayın yapan Mako'nun bir tugayın insansız hava aracıyla düzenlediği ve başka bir tugayın operasyon bölgesinde Filistinlileri öldürdüğü saldırıyla ilgili haberiyle de uyumlu. Her iki tugaydan subaylar suikastları hangisinin kaydedeceği konusunda istişarede bulunmuşlar. "Ne fark eder ki? İkimize de kaydedin," demiş biri diğerine, yayına göre.
A., Hamas'ın 7 Ekim saldırısından sonraki ilk haftalarda "insanlar bunun bizim gözetimimizde gerçekleşmesinden dolayı kendilerini çok suçlu hissediyorlardı" diye hatırlıyor; bu duygu İsrail kamuoyunun geneli tarafından paylaşılıyordu ve kısa sürede bir intikam arzusuna dönüştü.
A. "İntikam almak için doğrudan bir emir yoktu," diyor A., "ama karar aşamasına geldiğinizde, talimatlar, emirler ve protokoller [hassas' vakalarla ilgili olarak] ancak bu kadar etkili olabiliyor." dedi.
İnsansız hava araçları Gazze'deki saldırıların görüntülerini canlı olarak yayınladığında, "savaş odasında sevinç çığlıkları atılırdı," diyor A..
Hatta A. şunu da itiraf ediyor: "Arada bir bir bina yıkılıyor... ve 'Vay canına, ne çılgınlık, ne eğlence' diye düşünüyoruz."
A., İsraillilerin intikam çağrılarını motive eden şeyin bir kısmının Gazze'deki Filistinlilerin 7 Ekim'deki ölüm ve yıkımdan sevinç duydukları inancı olmasının ironik olduğunu belirtti. Siviller ve savaşçılar arasındaki ayrımı terk etmeyi haklı göstermek için insanlar "'Şeker dağıttılar', '7 Ekim'den sonra dans ettiler' ya da 'Hamas'ı seçtiler' gibi ifadelere başvuruyorlardı... Herkes değil ama epeyce kişi bugünün çocuğunun yarının teröristi olduğunu düşünüyordu.
A. operasyon odasındaki deneyimi hakkında "Ben de oldukça sol görüşlü bir asker olarak [Gazze'de] gerçek evler olduğunu çok çabuk unutuyorum" dedi. "Sanki bir bilgisayar oyunu gibiydi. Ancak iki hafta sonra bunların yıkılmakta olan [gerçek] binalar olduğunu fark ettim: eğer [içinde] yaşayanlar varsa, o zaman [binalar] başlarına yıkılıyor, yoksa bile içindeki her şeyle birlikte yıkılıyor."
'Korkunç bir ölüm kokusu'
Birçok asker, izin verilen ateş etme politikasının İsrail birliklerinin önceden tespit edilmiş olsalar bile Filistinli sivilleri öldürmelerine olanak sağladığını ifade etti. Bir yedek asker olan D., tugayının, biri yardım kuruluşları için diğeri de Şerit'in kuzeyinden güneyine kaçan siviller için olmak üzere iki sözde "insani" seyahat koridorunun yanında konuşlandığını söyledi. Tugayının operasyon alanı içinde, sivillerin girmesinin yasak olduğu bölgeleri belirleyen bir "kırmızı çizgi, yeşil çizgi" politikası uyguladılar.
D.'ye göre yardım kuruluşlarının önceden koordinasyon sağlanarak bu bölgelere girmesine izin veriliyordu ancak Filistinliler için durum farklıydı.
"Yeşil alana geçen herkes potansiyel hedef haline gelirdi" diyen D., bu alanların sivillere işaretli olduğunu iddia etti.
D. "Kırmızı çizgiyi geçerlerse bunu telsizden bildirirsiniz ve izin beklemenize gerek kalmaz, ateş edebilirsiniz." diye ekliyor.
Yine de D., sivillerin kamyonlardan düşebilecek hurdaları aramak için yardım konvoylarının geçtiği bölgelere sık sık geldiklerini; yine de politikanın girmeye çalışan herkesi vurmak olduğunu söyledi.
"Siviller açıkça mülteci, çaresizler, hiçbir şeyleri yok. Yine de savaşın ilk aylarında, her gün masum insanların ya da Hamas tarafından gözcü olarak gönderildiğinden şüphelenilen kişilerin vurulduğu iki ya da üç olay oluyordu". diye sürdürdü konuşmasını D.
Askerler Gazze'nin her yerinde sivil kıyafetli Filistinlilerin cesetlerinin yollarda ve açık arazide dağınık halde durduğunu ifade etti.
Bir yedek asker olan S. "Bütün bölge cesetlerle doluydu. Bombardımandan kurtulan ve gidecek hiçbir yeri olmayan köpekler, inekler ve atlar da var. Onları besleyemiyoruz ve çok yaklaşmalarını da istemiyoruz. Bu yüzden zaman zaman çürümüş vücut parçalarıyla dolaşan köpekler görüyorsunuz. Korkunç bir ölüm kokusu var." dedi.
Ancak S. insani yardım konvoyları gelmeden önce cesetlerin kaldırıldığını belirtiyor.
S. "Bir D-9 [Caterpillar buldozer], bir tankla birlikte aşağı iniyor ve cesetlerin bulunduğu alanı temizliyor, onları molozların altına gömüyor ve konvoyların görmemesi için bir kenara atıyor, böylece çürümenin ileri aşamalarındaki insanların görüntüleri ortaya çıkmıyor." diyor.
"Çok sayıda Filistinli] sivil gördüm - aileler, kadınlar, çocuklar," diye devam eden S. ekledi:
"Rapor edilenden daha fazla ölü var. Küçük bir alandaydık. Her gün en az bir ya da iki sivil öldürülüyor çünkü girilmesi yasak bir bölgede yürüyorlar. Kim terörist kim değil bilmiyorum ama çoğu silah taşımıyordu."
Green, Aralık sonunda Han Yunus'a vardığında, "Bir evin dışında belli belirsiz bir kütle gördük. Bunun bir ceset olduğunu anladık; bir bacak gördük. Gece kediler onu yedi. Sonra biri geldi ve onu taşıdı." diyerek tanıklığını aktarıyor.
Kuzey Gazze'yi ziyaret ettikten sonra +972 ve Local Call'a konuşan askeri olmayan bir kaynak da bölgede etrafa saçılmış cesetler gördüğünü bildirdi.
Kaynak, "Kuzey ve güney Gazze Şeridi arasındaki ordu yerleşkesi yakınlarında, görünüşe göre kuzeye dönmeye çalışırken bir keskin nişancı tarafından başından vurulmuş yaklaşık 10 ceset gördük. Cesetler çürüyordu; etraflarında köpekler ve kediler vardı." dedi.
B. Gazze'deki İsrail askerleri için "Cesetlerle ilgilenmiyorlar. Yolda kalırlarsa kenara çekiliyorlar. Ölüler gömülmüyor. Askerler cesetlerin üzerine basıyor." dedi.
Geçtiğimiz ay, Gazze'de D-9 buldozerlerini kullanan asker Guy Zaken, Knesset komitesi önünde verdiği ifadede, kendisinin ve ekibinin "ölü ve diri yüzlerce ‘teröristi’ ezdiğini" söyledi. Birlikte görev yaptığı bir başka asker de daha sonra intihar etti.
'Ayrılmadan önce evi yakarsınız'
Bu makale için görüşülen askerlerden ikisi de, ilk kez Ocak ayında Haaretz tarafından ayrıntılı olarak bildirildiği üzere, Filistinlilerin evlerini yakmanın İsrail askerleri arasında nasıl yaygın bir uygulama haline geldiğini anlattı. Green bu tür iki olaya bizzat şahit olmuş - ilki bir askerin bağımsız girişimi, ikincisi ise komutanların emriyle - ve bu politikadan duyduğu hayal kırıklığı, sonunda askerlik hizmetini reddetmesine neden olan şeyin bir parçası.
Green'in ifadesine göre, askerler evleri işgal ettiğinde, "eğer taşınılıyorsa, evi yakmak zorundalar" politikası uygulanıyordu. Ancak Green için bunun hiçbir anlamı yoktu: "hiçbir senaryoda" mülteci kampının ortası, böyle bir yıkımı haklı çıkarabilecek herhangi bir İsrail güvenlik bölgesinin parçası olamazdı.
Green, "Bu evlerde Hamas ajanlarına ait oldukları için değil, operasyonel olarak bize hizmet ettikleri için bulunuyoruz. Burası iki ya da üç ailenin evi - yıkılması demek evsiz kalmaları demek.’’ dedi.
Green sözlerine şöyle devam etti: "Bölük komutanına sordum, o da geride askeri malzeme bırakılamayacağını ve düşmanın savaş yöntemlerimizi görmesini istemediğimizi söyledi." "Geride savaş yöntemlerine dair hiçbir kanıt kalmadığından [emin olmak için] bir arama yapacağımı söyledim. [Bölük komutanı] bana intikam dünyasından açıklamalar yaptı. Onları yaktıklarını çünkü [evi başka yollarla yok edebilecek] bir istihkam birliğinden D-9'lar veya IED'ler olmadığını söyledi. Bir emir almış ve bu onu rahatsız etmemiş."
"Ayrılmadan önce evi yakacaksınız - her evi," diye tekrarladı B..
B. "Bu tabur komutanı seviyesinde destekleniyor. Böylece [Filistinliler] geri dönemeyecek ve eğer geride cephane ya da yiyecek bıraktıysak teröristler bunları kullanamayacak." diye ekledi.
Ayrılmadan önce askerler yatakları, mobilyaları ve battaniyeleri üst üste yığıyor ve "biraz yakıt veya gaz tüpü ile" diye belirtiyor B., "ev kolayca yanıyor, fırın gibi oluyor." Kara işgalinin başlangıcında, bölüğü evleri birkaç gün işgal eder ve sonra yoluna devam ederdi; B.'ye göre "yüzlerce evi yaktılar. Askerlerin bir katı ateşe verdiği ve diğer askerlerin daha yüksek bir katta olduğu ve merdivenlerden alevlerin arasından kaçmak zorunda kaldığı ya da dumandan boğulduğu durumlar oldu."
Green, ordunun Gazze'de bıraktığı tahribatın "hayal edilemez" olduğunu söyledi. Çatışmaların başlangıcında, askerlerin birbirlerine 50 metre mesafedeki evler arasında ilerlediklerini ve birçok askerin evlere "hediyelik eşya dükkânı gibi davrandığını", ev sakinlerinin yanlarına almayı başaramadıkları her şeyi yağmaladıklarını anlattı.
Green, "Günlerce orada bekledikten sonra sonunda sıkıntıdan ölüyorsunuz, duvarlara çizimler yapıyorsunuz, kaba şeyler. Kıyafetlerle oynamak, bıraktıkları pasaport fotoğraflarını bulmak, komik olduğu için birinin resmini asmak. Bulduğumuz her şeyi kullandık: şilteler, yiyecekler, biri 100 NIS banknot [yaklaşık 27 $] buldu ve onu aldı." dedi.
Green, "İstediğimiz her şeyi yok ettik," diye ifade verdi. "Bu yok etme arzusundan değil, [Filistinlilere] ait olan her şeye karşı tamamen kayıtsızlıktan kaynaklanıyor. Her gün bir D-9 evleri yıkıyor. Öncesi ve sonrasının fotoğraflarını çekmedim ama gerçekten güzel olan bir mahallenin nasıl kuma dönüştüğünü asla unutmayacağım."
İsrail ordu Sözcüsü yorum talebimize aşağıdaki açıklamayla yanıt verdi: "Gazze Şeridi'nde ve sınırda savaşan tüm İsrail ordu askerlerine çatışmaya girdiklerinde ateş açma talimatı verilmiştir. Bu talimatlar İsrail ordusunun bağlı olduğu uluslararası hukuku yansıtmaktadır. Açık ateş talimatları değişen operasyonel ve istihbari durum ışığında düzenli olarak gözden geçirilip güncellenmekte ve İsrail ordusundaki en üst düzey yetkililer tarafından onaylanmaktadır.
"Açık ateş talimatları tüm operasyonel durumlara uygun bir karşılık verilmesini ve kuvvetlerimizin risk altında olduğu her durumda tehditleri bertaraf etmek için tam bir operasyonel hareket özgürlüğü sağlamaktadır. Bu, kuvvetlere sivil nüfusun bulunduğu karmaşık durumlarla başa çıkma araçları sağlarken ve düşman olarak tanımlanmayan ya da yaşamları için bir tehdit oluşturmayan insanlara verilen zararın azaltılmasını vurgularken. Sorguda açıklananlar gibi ateş açma talimatlarına ilişkin genel direktifler bilinmemektedir ve verildikleri ölçüde de ordunun emirleriyle çelişmektedir.
"İsrail ordusu faaliyetlerini soruşturur ve merhum Yotam Haim, Alon Shamriz ve Samer Talalka'nın kazara öldürüldüğü trajik olay da dahil olmak üzere operasyonel olaylardan dersler çıkarır. Olayın soruşturulmasından çıkarılan dersler, gelecekte bu tür olayların tekrarlanmasını önlemek amacıyla sahadaki savaş güçlerine aktarılmıştır.
"Hamas'ın askeri yeteneklerinin yok edilmesinin bir parçası olarak, diğer şeylerin yanı sıra, terör örgütünün savaş altyapısını yerleştirdiği binaların imha edilmesi ya da bunlara saldırılması operasyonel bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmaktadır. Buna Hamas'ın düzenli olarak savaşmak için dönüştürdüğü binalar da dâhildir. Bu arada Hamas, sivil amaçlarla kullanılması gereken kamu binalarını sistematik olarak askeri amaçla kullanıyor. Ordunun emirleri onay sürecini düzenler, böylece hassas alanlara verilen zararın, yapıya saldırma veya yıkma askeri ihtiyacı karşısında, yapıya verilecek zararın sivil halk üzerindeki etkisini dikkate alan üst düzey komutanlar tarafından onaylanması gerekir. Bu üst düzey komutanların karar verme süreci düzenli ve dengeli bir şekilde yürütülür.
"Operasyonel amaçlar için gerekli olmayan binaların yakılması ordunun emirlerine ve İsrail ordusunun değerlerine aykırıdır.
"Savaş çerçevesinde ve ordunun emirlerine tabi olarak, düşman mülklerini temel askeri amaçlar için kullanmak ve terör örgütlerinin mülklerini savaş ganimeti olarak almak mümkündür. Aynı zamanda, özel amaçlar için mülk edinmek yağma teşkil eder ve Askeri Yargı Kanunu'na göre yasaktır. Kuvvetlerin emirlere ve yasalara uygun hareket etmediği olaylar soruşturulacaktır."
Çeviri: YDH