"Berri'nin sözleri net: Ateş çemberi altında müzakere yapmam, İsrail'in istediği gibi bir ateşkes olmadan da müzakere olmaz."
YDH - El-Ahbar gazetesi yazarı Nikola Nassif, Lübnan'daki siyasi dinamikler çerçevesinde 1559 sayılı Birleşmiş Milletler kararının göz ardı edilmesi ve yerine 1701 sayılı kararın odak noktası haline getirilmesini ele alıyor. Meclis Başkanı Nebih Berri ve Başbakan Necib Mikati gibi üst düzey yetkililer, Lübnan hükümetlerinin ardışık bildirilerinde Hizbullah’ı "milis" olarak tanımlayan 1559 sayılı kararı devre dışı bıraktı ve Hizbullah’ın bir "direniş hareketi" olarak kabul edildiği politikada ısrarcı olmaya devam ediyor. Ancak bu görüş, Lübnan'daki tüm taraflarca benimsenmiş değil. Aksa Tufanı operasyonunun ardından bazı Hristiyan partiler, Hizbullah’ın Lübnan'ı savaşa sürüklediğini iddia ederken, son dönemde Velid Canbolat ve Hizbullah’ın müttefiklerinden Cibran Basil gibi isimler de bu kervana katıldı.
İsrail’in Lübnan’daki şehir ve kasabalara yönelik şiddetli saldırıları ve yıkıcı savaşı devam ederken, sahadaki gerçekler bu tabloyu yalanlasa da Meclis Başkanı Nebih Berri büyük bir iyimserlik sergiledi.
Oysa Berri’nin çabalarını çevreleyen koşullar, sürekli zorluklarla ve neredeyse imkânsızlıklarla karşılaşıyor.
Berri’ye göre, geçen pazartesi günü (21 Ekim) ABD özel temsilcisi Amos Hochstein ile yaptığı toplantı, “son derece ciddi” geçti ve “olumlu bir sonuca ulaştıklarını” belirtti.
Fakat, bu olumlu sonucun ayrıntılarını açıklamayı henüz erken bulduğunu söyledi; mesajların iletilmesi ve müzakerelerin sonucunu beklemek gerektiğini belirtti.
Yine de ziyaretçisine net bir mesaj ilettiğini ekledi: “Sonuçlar önemli.” Mesajın özünde ise şunlar yer alıyordu: “Lübnan, 2006 yılından beri hiçbir değişiklik olmaksızın uygulanan 1701 sayılı karara tamamen bağlıdır. İlgili taraflar, kararın tüm maddelerini eksiksiz şekilde uygulamalıdır. Ne bir ek ne bir değişiklik ne de bir ek protokol... Sadece yürürlükte olan karar. 'İlave' diye bir şeyi tanımıyorum. Karar aynen geçerli.”
Meclis Başkanı’nın aktardığına göre, Hochstein yorum yapmadan, Lübnan’ın resmi tutumunu İsrail’e ileteceğini ve “birkaç gün içinde” geri dönüş yapacağını söyledi.
Ancak Berri, beklenen cevabı öngörerek şunları ekledi: “İsrailliler, cevabı aceleye getirmiş olabilirler. Zira salı gününden itibaren bize ne istediklerini göstermeye başladılar. Güneyde, özellikle Nebatiye’de ve hatta Tayune’ye kadar uzanan bölgelerdeki saldırılarıyla, tüm aileleri yok ederek, binaları sakinleriyle birlikte yerle bir ederek, mesajlarını verdiler. Bu yaşananlar inanılır gibi değil.”
Buna rağmen, Berri ziyaretçilerine karşı iyimserliğini kaybetmedi ve Hochstein’ın tartışılmasını istediği mekanizmanın “bizim 2006’dan beri bildiğimiz ve yakın zamana kadar uyguladığımız mekanizma” olduğunu vurguladı. Bu mekanizma ise “birinci, ikinci, üçüncü ve onuncu olarak Lübnan ordusuna dayanıyor.”
Bu açıklamasıyla Berri, 1701 sayılı kararın uygulanmasında sadece Lübnan ordusunun yetkili olduğunu, ancak bu sürecin uluslararası güçlerin desteğiyle yürütüldüğünü vurguluyor.
Son dönemde bu konuda söylenen çok şey olsa da Berri, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararının Lübnan ordusuna tanıdığı sahadaki yetkilerin hiçbir şekilde geri alınmadığını özellikle belirtiyor.
Ayrıca, Lübnan'ın kararı uygulama konusundaki istekliliğini ilk dile getiren ülke olduğunu hatırlatarak, müzakerelerin ön koşulunun “derhal, tam ve kapsamlı bir ateşkes” olduğunu ifade ediyor.
Berri'nin sözleri net: "Ateş çemberi altında müzakere yapmam, İsrail'in istediği gibi bir ateşkes olmadan da müzakere olmaz."
ABD'li temsilcinin yakın zamanda Beyrut’a dönüp yanıtı bizzat getirip getirmeyeceğini kesin olarak bilmediğini söyleyen Berri, kapsamlı bir ateşkesin sağlanmasının, “derhal bir cumhurbaşkanlığı seçimi için oturum yapılmasına olanak tanıyacağını” ekliyor.
Meclis Başkanı’nın ifadelerinden birkaç önemli husus çıkarılabilir:
Birincisi, Berri'nin 1701 sayılı karara bağlı kalması, İsrail’in sadece Hizbullah’a karşı değil, tüm Lübnan’a karşı bir savaş yürüttüğünü fark etmesinden kaynaklanıyor.
İsrail’in ateş gücündeki üstünlüğü ve güç dengesizliğine rağmen, 2006 ve 2023 yılları arasında uygulanan kararın tam anlamıyla geri getirilmesinin kolay olmayacağını biliyor.
İsrail’in de bu duruma geri dönmek istemediği aşikâr; zira İsrail, kararın mekanizmalarına ek kısıtlamalar getirilmesini talep ediyor.
Özellikle, kuzey sınırındaki güvenliğini sağlama bahanesiyle 1701 sayılı kararın ötesine geçip kara müdahalesi yapma hakkı, Lübnan-Suriye sınırını kontrol etme ve Hizbullah’ın silahlanmasını engelleme gibi yeni yetkiler talep ediyor.
Dış ve iç güçlerin kesişimiyle birlikte rolünün gerekliliğini vurgulayan Berri, müzakere pozisyonunu savunmaya ve her zaman savaşı durdurmaya ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin kararı altında yeniden düzeni sağlamaya hazır olduğunu göstermeye çalışıyor.
Fakat Berri, karşısında savaşı sürdürme noktasında birleşen iki güçle karşı karşıya: İsrail ve Hizbullah.
İsrail, bu savaşı Lübnan’la son savaşı olarak görüyor ve her on yılda bir yeniden savaşa giremeyeceğini düşündüğü için hedeflerine ateş gücüyle ulaşmakta ısrar ediyor. Öte yandan, Hizbullah ise her gün sahada zafer kazanmanın peşinde olduğunu tekrar ediyor.
İkinci olarak, ABD ile diyalog, ABD başkanlık seçimlerine sadece iki hafta kala bile devam ediyor.
Berri, Hochstein’dan, Amerikan yönetiminin seçimlerden önce bir ateşkes sağlanmasını istediğini duyduğunu belirtiyor.
Buna rağmen misafir, sanki Lübnan’ı, Hizbullah’ı ve Lübnan halkını azarlıyormuş gibi, daha önceki Beyrut ziyaretlerinde ülkeyi geldiği noktaya ulaşması konusunda uyardığını hatırlatıyor.
Hochstein, bazı görüşmelerinde İsrail’in sahada dayattığı yeni gerçeklerin, Lübnan’ın 1701 sayılı kararın uygulanmasına dönük müzakerelerde şart koşma yeteneğini elinden aldığını ima etti.
Buna karşılık, Berri’nin işaret ettiği bir diğer husus da direnişin gücü ve İsrail’in güneye sızamaması oldu.
Bunun yanı sıra Hizbullah, İsrail’in derinliklerine kadar etkili darbeler vurma kabiliyetini ve silah kapasitesini korudu. Yani ne İsrail savaşı kazandı ne de Hizbullah kaybetti.
Üçüncü olarak, Berri, ateşkes sağlanması ve Lübnan-İsrail sınırlarında istikrarın sağlanması için tek dayanak olarak 1701 sayılı karara güvenilmesi gerektiğini vurguluyor.
Bu noktada, 1559 sayılı kararın gündeme getirilmesine karşı çıkıyor; bir yandan zamanın bu kararı geçersiz kıldığını söylüyor, diğer yandan 1701 sayılı kararın 1559’a yaptığı atıfların sadece Lübnan’la ilgili önceki Güvenlik Konseyi kararlarına gönderme olduğunu belirtiyor.
Berri, Başbakan Necib Mikati ile bu konuda örtüşüyor. Mikati, hükümetlerin ardışık bildirgelerinde 1559 sayılı karara verdikleri dolaylı yanıtta, milisler ile direnişi ayrı tuttuklarını vurguluyor.
Meclis Başkanı Berri, 1559 sayılı kararı adeta mezara gömerken, Başbakan Necib Mikati bu kararı görmezden geliyor ve sanki hiç var olmamış gibi davranarak sadece 1701 sayılı kararın konuşulması gerektiğini savunuyor.
Lübnanlı yetkililerin son misafirlerine kadar taşıdığı resmi görüşe göre, 2005 yılında Başbakan Refik Hariri'nin suikastından sonra kurulan hükümetlerden, ilk olarak o dönemki Mikati hükümetine ve 2021'den bu yana devam eden mevcut hükümete kadar, tüm hükümet bildirgelerinde, dilde bazı ufak farklar olsa da temelde aynı içerik korunmuş: "Lübnanlıların özgürleştirmeyi tamamlama hakkı" ve "İsrail işgaline karşı her türlü meşru yollarla direniş."
O zamandan bu yana kurulan hiçbir hükümet, bu ifadeleri kullanmadan bir bildiri yayınlamadı. Bu da 1559 sayılı kararın göz ardı edilerek, milis ile direniş kavramlarını birbirinden ayırma mesajı veriyordu.
Bu şekilde, iç siyasi uzlaşmalar, pazarlıklar ve güç paylaşımı anlaşmalarıyla, hükümet bildirgeleri Hizbullah'ın milis statüsünü ortadan kaldırıp, onu bir "direniş hareketi" olarak tanımlamış oldu: Bu, 1559 sayılı kararın tam aksine bir duruştu.
Ancak bu bakış açısı, ülkedeki tüm taraflarca kabul görmedi. Hizbullah konusunda temel aktörler arasında devam eden derin ayrışmalar var.
Aksa Tufanı operasyonunun başlamasından bu yana, bazı muhalif Hristiyan partiler Hizbullah'ı, Lübnan'ı kaçınılmaz bir savaşa sürüklemekle suçluyor.
23 Eylül'den sonra bu endişe, gerçek ve yıkıcı bir savaşa dönüşmüş durumda.
Zaman zaman, İlerici Sosyalist Partisi'nin eski lideri Velid Canbolat da bu görüşü desteklemişti.
Hizbullah’ın son müttefiklerinden Özgür Yurtsever Hareket’in lideri olan Milletvekili Cibran Basil de iki gün önce bu cepheye katıldı.
Çeviri: YDH