"Bu defa ortaya çıkan tablo, cumhurbaşkanlığı hedefinden ya da ordunun ebedi komutanı olma arzusundan çok daha büyük ve karmaşık bir duruma işaret ediyor."
YDH - Lübnan Genelkurmay Başkanı Yosef Avn'ın son dönemde ABD ile yakın Son içinde hareket ediyor olduğu ve kendi yetkisini artıran bir dizi tartışmalı güvenlik tedbirini devreye soktuğu biliniyor. Yarze’deki Savunma Bakanlığı çevresinde olağanüstü güvenlik önlemleri uygulamaya başlayan Avn, özel kuvvetlerin sayısını artırdı, tüm araçlara zorunlu arama getirdi ve vatandaşların akrabalarını ziyaret etmesini yasakladı. Ayrıca, İran Büyükelçiliği’nin konuk evine yönelik güvenlik kontrollerini sıkılaştırdı. Cumhurbaşkanlığına aday olmayı hedefleyen Avn, seçimler ertelense bile ocak ortasına kadar görev süresini uzatacak bir yasa çıkartarak, bu pozisyonda etkili bir aday olarak kalmayı planlıyor. El-Ahbar yazarı Meysem Rizk değerlendiriyor.
Lübnan Genelkurmay Başkanı General Yosef Avn'ın hırsları, daha önce hiç bugünkü gibi açık ve pervasız bir şekilde gün yüzüne çıkmamıştı.
Yıllardır onun bu hülyaları ya saklı tutuldu ya da sadece dar bir çevre tarafından, kendisinin "nitelikleri" ve önemini pazarlamak için dillendirildi.
Fakat bu defa ortaya çıkan tablo, cumhurbaşkanlığı hedefinden ya da ordunun ebedi komutanı olma arzusundan çok daha büyük ve karmaşık bir duruma işaret ediyor.
Görünüşe göre mesele, Avn'ın Yarze'deki bürosundan yürüttüğü ve kendisini adeta "kralların kralı" olarak gördüğü şahsi bir tavra dayanıyor.
Ekim ayında gerçekleşen Aksa Tufanı Operasyonu ve Hizbullah’ın destek cephesini açmasıyla birlikte, Lübnan Ordusu Genel Komutanlığının sergilediği tavır oldukça kafa karıştırıcıydı.
Lübnan ordusuna bağlı resmi bir üs olan Hemes Hava Üssü'nde, Amerikalılar daha önce görülmemiş bir yoğunlukta faaliyete başladı; sık aralıklarla kargo uçakları iniyor, Amerikan personeli ve mühimmat taşınıyordu.
Çok geçmeden gizli kalmış bazı gerçekler ortaya çıkmaya başladı. Bu üs, aslında CIA casuslarının bir geçiş noktası olarak kullanılıyordu.
Kimisi Beyrut Havalimanı'ndan da giriş yaparak savaşta ya casusluk yapıyor ya da gazeteciler, siyasetçiler ve aktivistlerden oluşan bazı grupları yönetiyordu.
Bütün bunlar, Baabda'ya ulaşma arzusunun, Amerikalıların taleplerini yerine getirmekten geçtiğini ortaya koyuyordu.
Amerikalılar her yaptıklarını komutana anlatmasalar da ondan çok şey talep ediyor ve bazı şeyleri yapmasını da engelliyorlardı. Örneğin, İsrail ordusu tarafından hedef alınan Mesnaa yolunu açmasını bile yasakladılar.
İlk göç dalgası, eylül saldırısının başlamasıyla beraber yükseldiğinde, ordu komutanlığının bu gelişmeler karşısında sergilediği tavır, ABD'nin "talimatlarına" karşı gelmekte aciz olduklarının bir itirafı gibiydi.
Halkı kaderine terk etmek hem dışarıdan verilen bir karardı hem de iç organizasyon eksikliğinin bir göstergesiydi.
Göçmen meselesini ele almak konusunda, Cumhurbaşkanlığı Sarayı özel kalemi Anton Şekir, komutana bu sorumluluğu alıp almayacağını sorduğunda Avn, yüksek bir sesle ve şiddetle reddetmişti.
Başbakan da dahil çoğu bakan bu durumu biliyordu. Bu konuya dair pek çok olay ileride ortaya çıkacak ve bu olaylar, direniş safında yer almayan bazı siyasi isimlerin bile güvenlik kurumlarının göçmen krizine yaklaşımının "temiz olmadığını" ifade etmesine neden olacak.
Genelkurmay Başkanı'nın Amerikan politikalarıyla eşgüdüm içerisinde olduğuna dair çok fazla hikâye anlatmaya gerek yok. Bu eşgüdümün bir kısmı, ABD'nin yardımlar aracılığıyla Lübnan ordusu üzerinde kurduğu nüfuzdan kaynaklanıyor olabilir.
Ancak bu, aynı zamanda, Baabda Sarayı'na giden yolda Amerikan yanlısı bir duruş sergilemenin avantaj sağlayacağını düşünen kişisel bir hırsa da dayanıyor.
Genelkurmay Başkanı'nın bu dönemdeki performansına dair konuşmalar sadece Amerikalılarla "her konuda" koordinasyon sağlamasına indirgenmiyor; aynı zamanda ya gerginlik ya korku ya da büyüklenme kompleksiyle yaptığı uygulamalara da işaret ediyor.
Son zamanlarda komutan, Yarze'de olağanüstü güvenlik tedbirleri almaya başladı; kontrol noktalarını ve kurulan çadırları güçlendirdi, bakanlığı korumak için özel kuvvetlerin sayısını artırdı ve çevre bölgeyi ablukaya alarak tüm araçları arama talimatı verdi.
Ardından, yurttaşların akrabaları olan göçmenleri ziyaret etmelerini yasaklayan bir karar çıkardı ve güvenliği sağlama görevini, güvenlikten sorumlu ve Emel ile Hizbullah’a yakın olan subayı görevden alarak kendi özel ofisindeki subaylara devretti.
Oysa ki daha önce, aralarındaki herhangi bir husumet olmadığını belirtmek için bu iki örgüte (Emel ve Hizbullah) ortak tanıdıklar aracılığıyla bir mesaj göndermişti.
Savunma Bakanlığı çevresinde, İran Büyükelçiliğine ait bir konuk evi de bulunuyor ve İran heyeti burayı geçmişte özel diplomatik toplantılar ya da davetler için kullanmıştı.
Fakat genelkurmay, bu evin Savunma Bakanlığı’nın yakınında olması gerekçesiyle ziyaretçilere yönelik güvenlik önlemlerini sıkılaştıran bir karar aldı.
Komutanın uygulamaları burada da bitmiyor. Kendisini, yetkileri sorgulanamaz ve hesap sorulamaz bir otorite olarak görüyor.
Son olarak, Ürdün’e yaptığı son ziyarette pasaport kontrol kurallarına uymayı reddederek pasaportuna çıkış ve giriş damgası vurulmasını istememesi, Havalimanı Güvenlik Birimi’nde büyük bir hoşnutsuzluğa yol açtı ve Genel Güvenlik Müdürlüğü ile arasında sorun yarattı!
Komutanın esas odak noktası cumhurbaşkanlığı hedefi olsa da ateşkesin gecikebileceği ve yakın zamanda bir cumhurbaşkanlığı seçimi yapılmayabileceği ihtimaline karşılık, ocak ortasına kadar meclisten kendi görev süresini uzatacak yeni bir yasa çıkarılmasını sağlamak talep ediyor.
Böylece, kendisini "etkili ve güçlü bir cumhurbaşkanı adayı" olarak konumlandırmaya devam edebilecek.
Çeviri: YDH