Sahte tarafsızlık çağrıları

img
Sahte tarafsızlık çağrıları YDH

"19. yüzyılda iç işlerimizde son sözü konsoloslar söylüyordu; bugün ise büyükelçilikler Lübnanlı siyasetçilere emir veriyor ve onlar da uyguluyor."




YDH - El-Ahbar yazarı Bed el-Hacc, Lübnan’daki tarafsızlık çağrılarını eleştirerek, bu yaklaşımın Siyonist rejimin Lübnan üzerindeki saldırgan emellerine karşı boş kaldığını vurguluyor. Yazar, tarafsızlık savunucularının, Lübnan’ı geçmişte İsrail işgalinden kurtaranın tarafsızlık değil, direniş olduğunu göz ardı ettiklerini anımsatıyor. Yazar ayrıca, Lübnan’daki bazı siyasi ve mali elitlerin, Suriye savaşında ülkeyi silah ve milis taşınan bir merkez haline getirerek "tarafsızlık" ilkesini ihlal ettiklerine dikkat çekiyor.

Devekuşlarının sesleri tam olarak ayırt edemediği ve başlarını kumlara gömmelerinin en önemli nedenlerinden birinin, yaklaşan avcının ayak seslerini duymamak olduğu bilinir.

Ne yazık ki, bazı politikacıların, ulusal güvenlik gibi hayati konuları hafife alarak, Birleşmiş Milletler kararlarına bel bağladığını veya Lübnan’ı korumak adına tarafsız kalmayı savunduğunu görünce akla bu devekuşu örneği geliyor.

Dünyada hiçbir ülke, şu an Lübnan’da olduğu kadar kendi kaderini ve egemenliğini başkalarının ellerine bırakıp riske atmaz.

Egemenlik kavramı bizde oldukça tuhaf bir hal aldı. Şu an devam eden İsrail saldırısıyla olan çatışmada, soykırımı destekleyen Avrupa ülkelerinin bir kısmı Lübnan için en iyi seçeneğin tarafsız kalmak olduğunu fark etti.

Nitekim, Macron da geçen hafta Lübnan’a destek amaçlı düzenlenen uluslararası konferansta yaptığı konuşmada tam da bunu tavsiye etti.

Fransız Cumhurbaşkanı'nın bu tavrı, Ebu'l-Esved ed-Düeli’nin şu mısrasını hatırlattı: “Kötülükten sakındırıyorsun ama kendin yapıyorsun, yaptığın büyük bir utançtır senin için.”

Burada doğal olarak şu soru akla geliyor: Fransa, bizimle İsrail saldırısı arasında gerçekten tarafsız mı kalıyor? Peki, neden Lübnan halkından talep ettiği bu “tarafsızlığı” kendisi uygulamıyor?

Bu hafta Fransız Cumhurbaşkanı, Fas parlamentosunda yaptığı konuşmada, İsrail’in kendini savunduğunu öne sürerek, bizi yok etme hakkına sahip olduğunu söylüyor!

Tüm bilgilere göre Fransız silahları, Ukrayna’ya olduğu gibi İsrail’e de akmaya devam ediyor. Hatta Macron, Avrupa’da İsrail karşıtlığını antisemitizm olarak gören ilk lider oldu.

Öyleyse, Fransa’nın tarafsızlık anlayışı, İsrail projesine karşı asla geçerli değil. Bu nedenle, Macron’un bize sunduğu tarafsızlık önerisi aslında “zehirli bir bal” sunmaktan ibaret.

Pek çok kişi İsrail projesinin boyutlarını ve tehlikelerini tam olarak kavrayamıyor. Bu proje, sınır tanımayan bir yayılma planıdır ve henüz durdurulabilmiş değildir.

Böyle bir projeye karşı tarafsızlık fikrini dile getirmek, en hafif tabirle, safdilliktir. Diyelim ki biz tarafsız olmayı kabul ettik; peki, İsrail’in de bu tarafsızlığı kabul edeceğinin garantisi var mı?

Tarafsızlık peşinde koşanlar, Nasreddin Hoca’nın “karısıyla oğullarını padişahın kızıyla evlendirmeye karar vermesi” hikâyesine tıpatıp uyar: Geriye sadece padişahın, karısının ve kızlarının bu “kararı” kabul etmesi kalmıştır!

Eğer tarafsızlık ve uluslararası kararlar etkili olsaydı, İsrailliler Lübnan’dan çekilir miydi? Peki, tarafsızlık savunucuları bu "tarafsızlık silahını" neden bugüne kadar İsrail’in hâlâ işgal ettiği Lübnan topraklarından çekilmesini sağlamak için kullanmadılar? Bu sorular, tarafsızlık savunucularının iddialarını sorgulayan birkaç örnekten sadece bazıları.

Buna ek olarak, şu sorular da dikkat çekici: Suriye’ye yönelik savaşta Lübnan tarafsız mı kaldı? Yoksa siyasi ve finansal elit, Lübnan’ı Suriye’ye silah ve savaşçı taşıyan ana merkezlerden biri haline mi getirdi?

Tarafsızlık savunucuları, İsrail’in Lübnan ve bölge üzerindeki emellerini görmezden geliyor.

İsrail’in kurucularından David Ben-Gurion’un 1948 Mayıs’ında Genelkurmay’daki bir toplantıda söyledikleri bu hedefleri açıkça ortaya koyuyor. Michael Bar-Zohar’ın Ben-Gurion’un Biyografisi kitabında (New York, 1978) aktardığına göre, Ben-Gurion şöyle diyor: “Saldırıya hazır olmalıyız. Hedefimiz Lübnan, Ürdün ve Suriye’yi parçalamaktır. En zayıf halka Lübnan'dır. Lübnan’ı devirmeliyiz ve bunu yapmak kolay. Orada bir Hristiyan devleti kurmalıyız, Ürdün’ün doğusunda Arap Lejyonu’nu yenmeliyiz, böylece Suriye de elimize düşer. Ardından Sina, Port Said ve İskenderiye’ye yöneliriz.”

Bazılarına bu sözler abartılı gelebilir. Fakat, 1878’de Yafa’nın doğusundaki Mülabbis köyünün arazilerini ele geçirip Petah Tikva kolonisini kuran ilk yerleşimcilerin, zamanla devasa bir yerleşim projesine dönüşeceğini ve Filistin’in büyük bir kısmını Yahudileştireceklerini, Arap devletleriyle savaşacaklarını, onları yeneceklerini ve topraklarını işgal edeceklerini kim hayal edebilirdi?

İsrail, bugün bölgedeki tüm ülkeleri tehdit ediyor ve toplumların yapısını değiştirmeyi amaçlıyor. Tarafsızlık ya da uluslararası kararlar bu stratejik tehdidi durdurabilir mi?

Bugün Lübnan’da “Lübnan’ın gücü zayıflığındadır,” politikasının sonuçlarını yaşıyoruz. Tarih bize gösteriyor ki, zayıf olan ve boyun eğen, güçlü olanın avı olur.

Bugün artık net bir şekilde anlıyoruz ki, Lübnan’daki geçmişteki istikrar sadece aldatıcı bir huzurdu ve devekuşunun kafasını kuma gömmesine benziyordu. Bugün tüm Lübnan, İsrail’in merhametine kalmış durumda.

Birilerinin “güzel günler” dediği şey aslında bir kendini aldatmadan ibaretti. Ülkemizde İsrail projesi var oldukça gerçek bir istikrar mümkün değil. 19. yüzyılda iç işlerimizde son sözü konsoloslar söylüyordu; bugün ise büyükelçilikler Lübnanlı siyasetçilere emir veriyor ve onlar da uyguluyor.

Halkın parasını çarçur eden ve yağmalayan birinin, vatanı koruyacak sadakatte olması beklenebilir mi?

Lübnan’ın yeni bir şafağa uyanma umudu, bugün bir kez daha İsrail saldırısına karşı duran direniş kahramanlarının ellerinde. Ülkemizin kaderi, bu kahramanların omuzlarında şekilleniyor.

Çeviri: YDH