“Ateşkes müzakerelerinin gerçekliğinden bağımsız olarak, İsrail’in talepleri, planının aslında neyi hedeflediğini anlamamızı kolaylaştırıyor.”
YDH - El-Ahbar gazetesinin genel yayın yönetmeni İbrahim el-Emin, bugünkü köşe yazısında, sahadaki mevcut gerçekler ışığında Siyonist rejimin Lübnan’ı Batı Şeria’ya dönüştürme planı yaptığını, ülkenin doğu bölgelerine geniş çaplı bir harekât hazırlığında olduğunu ve müttefikleri Ürdün ve Emirlikler aracılığıyla Suriye’yi Direniş Ekseni’nden koparma yönündeki çabalarını artırdığını belirtiyor.
İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, savaşın sona erme tarihini belirlemektense hedefleri belirleme stratejisinden bahsederken, topu sahada planları oluşturması ve uygulaması için İsrail ordusuna atıyor.
Lübnan cephesine nasıl yaklaşılması gerektiğine dair iç tartışmalar ise İsrail içinde bir iç çatışmaya yol açacak türden değil.
Düşman, Nakura’dan Şebaa Çiftliklerine kadar uzanan sınır boyunca ve derinliği iki ila dört kilometre arasında değişen bir alanı işgal etme çabalarını sürdürürken, bir aydır devam eden kara harekâtında tek bir sınır köyünü dahi işgal etmeyi başaramadı.
Direniş güçleri, düşmanın sabit mevziler kurmasına izin vermiyor. İsrail ve bazı Lübnanlı müttefikleri, İsrail’in esasında bu bölgeyi işgal etmek istemediği yönünde bir algı oluşturmaya çalışarak direnişin rolünü küçümsemeye çalışıyor.
Fakat bu sırada yaşanan çatışmalarda 1280 İsrailli subay ve asker ya ölmüş ya da yaralanmış durumda. İsrail, ayrıca çatışmalara soktuğu zırhlı araçlarının büyük çoğunluğunun direniş tarafından imha edilmesine dair de bir açıklama getiremiyor.
Düşman, “korumacı bir anlatı” oluşturarak, direnişin altyapısını yok ettiğini iddia ediyor. Bunu yaparken de Lübnan genelinde yoğun bombardıman, hava saldırıları ve sınır köylerine ulaştığında geniş çaplı yıkım operasyonları gerçekleştiriyor.
Ateşkes müzakerelerinin gerçekliğinden bağımsız olarak, İsrail’in talepleri, planının aslında neyi hedeflediğini anlamamızı kolaylaştırıyor.
Önümüzdeki günlerde ve haftalarda, düşmanın saldırganlığını artırması bekleniyor; bu, Netanyahu’nun “Güçle başaramadığını, daha fazla güçle başarabilirsin,” ilkesine dayanıyor.
Bu yüzden, düşmanın, Lübnan’daki tavrı kökten değiştireceğine ve arabulucu başkentleri Lübnan güçlerine baskı yapma yönünde harekete geçireceğine inandığı daha fazla ölüm ve yıkım operasyonu görmeyi beklemeliyiz. Bu baskı iki ana yoldan ilerliyor:
Birinci yol, doğrudan düşmanın kendisi tarafından yürütülüyor. İsrail, çoğu bölgede sivil halka yönelik saldırılarını yoğunlaştırarak, vahşice katliamlar gerçekleştirerek halkın direniş liderlerine karşı tepkisini kışkırtmayı amaçlıyor.
Ayrıca, mültecilerin bulunduğu bölgelerde kriz yaratma hedefinde; bu durum, düşmanın Lübnan devletine ağır darbeler indirme riskini de beraberinde getiriyor. Bu şekilde İsrail, Lübnan hükümetini müdahaleye zorlamayı ve taleplerine boyun eğmeye hazır hale getirmeyi hedefliyor.
İkinci yol ise ABD, Birleşik Krallık ve Almanya tarafından, bazı Arap ülkelerinin — özellikle de Birleşik Arap Emirlikleri’nin— desteğiyle yürütülüyor. Amaç, Hizbullah’a karşı olan siyasi güçleri ve halk gruplarını, teslimiyetin bir “milli seçenek” olarak sunulması yönünde bir siyasi ve toplumsal harekete teşvik etmek.
Fakat bu seçenek, bazı Lübnanlı mecraların bu seslere açık bir kürsü sunmasına rağmen büyük zorluklarla karşılaşıyor. Bu bağlamda ABD Büyükelçiliği, kendi destekçilerinin bu yönde bir hareket başlatamadığı için hayal kırıklığı yaşıyor; tıpkı Lübnan Kuvvetleri’nin son Ma’rab toplantısında başarılı olamaması gibi.
Lübnan ile diplomatik temaslar durmuşsa da Beyrut’a Amerikan kaynaklarından ulaşan bilgilere göre, İsrail hükümeti hâlâ kendi şartlarını dayatabilecek bir konumda olduğunu düşünüyor.
Arap ve Avrupalı arabulucular, Washington’un İsrail’e ne Lübnan’da ne de Gazze’de savaşı durdurması için baskı yapma niyetinde olmadığını kabul ediyorlar. Bu arabulucular, ABD başkanlık seçimlerinin sonucuna umut bağlanmaması gerektiğini vurguluyorlar; zira İsrail, resmî veya gayri resmî şartlardan çok daha fazlasını talep eden bir plan izlemeye kararlı.
Netanyahu, savaşın hedefleri konusunda net açıklamalarda bulundu. Konuya hâkim olanlara göre, İsrail'in fiilî eylem planı şu başlıklardan oluşuyor:
Birinci olarak, askeri baskıyı sürdürmek ve Lübnan’ın pek çok bölgesini kalıcı olarak işgal edebilecek saha koşullarını oluşturmak amacıyla yoğun bir askeri çaba sarf ediyor.
İsrail, Lübnan’ın doğu bölgelerinde geniş çaplı askeri operasyonlar planlıyor ve birliklerini, Bekaa Vadisi’nin orta ve batı kesimlerinden Suriye sınırına doğru büyük bir harekât başlatma şansını araştırarak hazırlıyor.
Bu operasyonlarla birlikte, özellikle Kuzey Bekaa ve Akkar bölgelerinden itibaren Lübnan’ın kara sınırını askeri bölge ilan ederek sivil girişlere kapatmayı hedefliyor.
İsrail, bu hamle ile kara sınırlarında bir “fiilî durum” yaratmayı ve aynı zamanda, ABD’nin Beyrut Uluslararası Havalimanı ve limanlar üzerinde gözetimini güçlendirmeyi amaçlıyor.
İkinci olarak, sınırdaki Lübnan köylerini tamamen yok etmeyi ve bu bölgeleri Suriye’deki Kuneytra’ya benzer bir hale getirerek halkın geri dönmesini engellemeyi planlıyor.
Bu süreçte tüm sivil ve kamu altyapısını yok ederek, insanların evlerine dönmesini imkânsız hale getirmek istiyor. Ancak İsrail, böyle bir durumun, kuzeydeki İsrail yerleşimlerinden tahliye edilen halkın geri dönmesi yönündeki kendi ilan edilmiş hedefini kalıcı olarak ortadan kaldıracağının da farkında.
İsrail basını, Netanyahu’nun “İsrail’in Suriye ile Lübnan arasındaki sınırı kapatma ihtiyacı” konusundaki sık sık tekrarladığı açıklamaları hakkında çeşitli haberlere yer verdi.
İşgal altındaki topraklarda yorum yapan analistler, Netanyahu’nun bu talebi, “Lübnan hava sahası ve denizi üzerinde kontrol sağlamak gibi başka ulaşılması zor şartlarla birlikte” dile getirdiğini belirtiyor.
Filistin’deki bir uzman ise İsrail’in “Lübnan’ın tamamını Batı Şeria’daki işgal altındaki bölgelere benzer bir hale getirmeyi; belirli bölgelere kara giriş hakkını zorla elde etmeyi ya da tehdit oluşturduğunu düşündüğü herhangi bir bölgeye hava saldırıları ve askeri operasyonlar düzenlemeyi” planladığını ifade etti.
Düşmanın gözü Suriye’de
Netanyahu’nun, sadece Lübnan’da değil, Suriye’de de bir değişim yaratmayı hedeflediği görülüyor.
Diplomatik raporlara göre, İsrail, “Şam’da neler olup bittiğini ve BAE’nin, Ürdün’le iş birliği içinde, Suriye Devlet Başkanı Beşşar el-Esed’in İran ve Hizbullah ile olan ittifakını sona erdirmeye ikna etme çabalarının neler getirebileceğini” yakından takip ediyor.
Raporlara göre, Tel Aviv, Suriye’nin tutumunda büyük bir değişiklik olacağına dair “büyük bir beklenti içinde değil” ama Abu Dabi ve Amman’daki müttefikleri, Esad’ı, İran Devrim Muhafızları ve Hizbullah’ın Suriye topraklarından ayrılmalarını istemeye, Direniş Ekseni’ne bağlı tüm unsurların merkezlerini kapatmaya ve Suriye topraklarından Lübnan’a herhangi bir maddi ya da askeri destek geçişine izin vermeme taahhüdünde bulunmaya ikna etmek için süre talep ediyor.
BAE, el-Esed’e büyük mali teşvikler sunarak onu İran ekseninden uzaklaştırmaya çalışıyor ve Suriye genelinde kapsamlı bir yeniden inşa süreci başlatmaya hazır olduğunu belirtiyor.
Ürdün ise, Suriye’nin güney ve doğusunda hükümete muhalif tüm örgütleri ortadan kaldırma taahhüdünde bulunuyor.
İsrail gazetesi Yedioth Ahronoth dün yayımladığı haberde, İsrail içinde pek çok çevrenin Lübnan’da ateşkes sağlanmasını arzuladığını, fakat Netanyahu’nun bunlardan biri olmadığını belirtti.
Gazete, “Amerikalılar, İngilizler, Fransızlar, Ruslar, belki İranlılar bile, Lübnan hükümeti, İsrail ordusu ve Hizbullah’ın” ateşkes istediğini yazdı ve bunun temelinde BM Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı kararının yattığını, ancak tartışmaların eşlik eden koşullar üzerine yoğunlaştığını da ekledi.
Haberde, İsrail güvenlik kurumundaki yetkililerin, İsrail ile ABD arasında yan bir anlaşmaya varmanın yeterli olacağını düşündükleri aktarıldı.
Bu anlaşmaya göre, eğer ateşkes ihlal edilirse İsrail ordusunun Amerikalıların desteğiyle Lübnan’a yeniden müdahale edebileceği öngörülüyor.
Yetkililer, “şu anki askeri kazanımlar, kuzeydeki İsrail halkının beklentileri ve Lübnan’da her gün kanla ödenen bedel” nedeniyle bu anlaşmanın bir an önce sağlanması gerektiğini savunuyor.
Fakat gazete, Netanyahu’nun başlangıçta Lübnan’a girmekten çekindiğini fakat şimdi Lübnan’dan çıkmaktan korktuğunu vurguladı.
Çeviri: Emre Köse