40 gün oldu ama o sonsuza kadar yaşayacak

img
40 gün oldu ama o sonsuza kadar yaşayacak YDH

Bu yola devam etmek, direniş ve dayanıklılığın bayrağını dik tutmak için tüm bu inanç ve sarsılmaz dirençle birlikte, şu gerçeği de inkar edemeyiz: Kırk gün oldu.




Biz onun sesini dinleyerek büyüdük. Onu izleyerek büyüdük. Onu ve konuşmalarını sabırsızlıkla beklerdik... Hâlâ da bekliyoruz. Bu satırları yazarken aklıma Che Guevara'nın bir sözü geliyor: “Gerçek devrimciye büyük bir sevgi duygusunun rehberlik ettiğini söylememe izin verin. Bu nitelikten yoksun gerçek bir devrimci düşünmek mümkün değildir.” 

Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah'ın şehadetinin üzerinden kırk gün geçti; bu adam umudun, fedakârlığın, dayanıklılığın ve direnişin sembolüydü, ama daha da önemlisi sevginin vücut bulmuş haliydi. 

Direniş ve fedakârlık sevginin en derin hali değilse nedir?

Bu adamın feda ettiklerinin, ondan önce birçoklarının feda ettiklerinin ve sayısız diğerlerinin feda etmeye devam edeceklerinin büyüklüğünü kavramak için sevginin özünü anlamanız gerekir: toprağınıza, halkınıza, egemenliğinize ve haysiyetinize olan sevginin özünü. İşte bu sayede gerçek vatanseverliği yeniden tanımlayabilir ve kavrayabiliriz.

Onu 83 tonluk ABD yapımı bombalarla susturmaya, Direniş'in azmini söndürmeye ve Hizbullah'ı bitirme umutlarının önünü açmaya çalıştılar. Ancak onun şehadeti bunun tam tersini başardı çünkü direniş direncini koruyor, coşkusunu arttırıyor ve o da varlığını sürdürüyor. 

Dünyada çok az siyasi figür Seyyid Hasan kadar saygı görür. 

Kendisinden Seyyid Nasrullah olarak değil, Seyyid Hasan olarak bahsetmeme izin verin...biz ona sevgiyle 'el-Seyyid' diyoruz. Hizbullah'ın eski Genel Sekreteri olarak, Lübnan'daki İsrail ve Batı etkisi ve müdahalesine karşı mücadelede merkezi bir figür olarak hatırlanmaktadır. Ancak, siyasi rolünün ötesinde, derin kişisel fedakarlıklarda bulunmuş bir adamdır ve her bir tercihi kendinden daha büyük bir davaya olan sarsılmaz bağlılığını yansıtmaktadır.

Bir fedakarlık simgesi

Seyyid Hasan'ın en büyük oğlu Hadi, 1997 yılında Güney Lübnan'da İsrail işgal güçleriyle girdiği çatışmalar sırasında şehit oldu. Hadi, kendi kuşağından pek çok erkek gibi, babasının hayatını şekillendiren ideolojik bir dava olan Lübnan'ın egemenliği için savaşmaya kendini adamıştı. Ancak Seyyid Hasan için oğlunun kaybı, acılı bir babanın yürek burkan gerçekliğinden çok daha fazlasıydı; direniş mücadelesine olan bağlılığının samimiyetinin altını çizen son derece sembolik bir olaydı. 

Hadi cepheye katıldığında, Seyit Hasan onu bir lider gözüyle gördü ve işgalciye karşı bu yolda devam etmesi için cesaretlendirdi. Seyyid Hasan bunu yaparak ailesinin kanını, Lübnan'ın kurtuluş savaşı sırasında hayatlarını feda eden ve etmeye devam eden sayısız kişinin kanıyla aynı kategoriye koymuş oldu.

Hadi'nin şehadeti Seyyid Hasan'ın takipçileri için güçlü bir mesaj oldu: Hizbullah liderliği hiç kimsenin fedakarlığından üstün değildi ve Seyyid Hasan'ın direniş mücadelesine bağlılığının sadece bir retorik değil, kesin bir inanç meselesi olduğunu gösterdi.

Direniş ve fedakarlıkla örülü bir hayat

“İsrailliler bu arenanın hedef alınacağını, insanları korkutmak ve uzak tutmak için bu kürsünün yok edileceğini söylediler... Evet, burada sizin önünüzde ve aranızda durarak hem sizi hem de kendimi riske atıyorum. Başka seçenekler de vardı...30 dakika öncesine kadar bu konuyu tartışıyorduk. Ancak aklım, kalbim ve ruhum sizinle uzaktan ya da bir ekran aracılığıyla konuşmama izin vermez.” —Seyyid Hasan, 2006 zafer konuşması sırasında 

Seyyid Hasan, Batı'ya ve İsrail'e meydan okuyan bir direnişin lideri olarak sürekli tehdit altında yaşıyordu. İsrail istihbaratı ve diğer düşman ajanlar yıllardır onu hedef alıyor ve ortadan kaldırılmasını Hizbullah'ın liderliğini istikrarsızlaştırmanın anahtarı olarak görüyorlardı. Seyyid Hasan, Direniş ve liderliği için bir fedakarlık olarak, kamuoyu önüne çıkmayı büyük ölçüde sınırlamak zorunda kaldı. On yılı aşkın bir süre boyunca fiziksel anlamda kamusal yaşamdan büyük ölçüde uzak kaldı. Bu yokluğun muazzam bir kişisel maliyeti oldu.

Kamusal anlamda halkından uzakta bir yaşam sürdürmek, anavatanında özgürce hareket edemediği ve toplumunun arasında dolaşmanın basit özgürlüğünün tadını çıkaramadığı anlamına geliyordu. Bu yaşam, insanın temel bağlantı kurma arzusundan fedakarlık etmesi anlamına geliyordu. Yine de, Hizbullah liderliğinin güvenliğini ve devamlılığını kendi refahına tercih ederek bu yükü kabul etti.

İzolasyona rağmen Seyyid Hasan, toplumunun hayatında aktif ve etkili bir figürdü, sesi ve görüntüsü ekranlardan yansıtılıyordu, fiziksel varlığını aşan bir direniş sembolüydü. Gizli bir yerden yaptığı her konuşma, topluluğuna ortak davalarına olan bağlılığını hatırlatıyordu. 

Bu aynı zamanda bir baba, koca, kardeş ve evlat olarak yaşamına kısıtlamalar getirdi, onların ve kendisinin güvenliği için karısından ve çocuklarından ayrı yaşadı. Çoğu babanın aksine, ailesinin günlük dönüm noktalarında, sevinç anlarında ve hatta keder anlarında yanında olamıyordu. Bir lider olarak rolü, bu kişisel bağların da feda edilmesi gerektiği anlamına geliyordu, kendi etinden ve kanından uzak bir hayat yaşıyordu. 

Seyyid Hasan nadiren verdiği röportajlarda ailesinden uzakta yaşamanın acısından ve yaşam tarzının duygusal bedelinden bahsetti. O anlarda, Genel Sekreterliğin arkasındaki adamın, her baba gibi çocuklarına yakın olmayı arzulayan ama yokluğunun gerekli bir yük olduğunu anlatan yüzünde bir bakışı oluyordu.

Siyasi nedenlerin ötesinde bir dava

“Hepinizi temin ederim: düşmana, dosta ve tüm dünyaya: Hizbullah'ı ortadan kaldıramazsınız, Filistin'deki onurlu Direniş hareketlerini de ortadan kaldıramayacaksınız. Bunu asla yapamayacaksınız. Direniş konvansiyonel bir ordu değildir çünkü Direniş her şeyden önce halktır. Zafere inancı, iradesi ve güveni olan, şehitliği seven, zilleti ve utancı reddeden bir halk... Bu halk hiç kimsenin yenemeyeceği bir halktır. Erkeklerini, kadınlarını, çocuklarını ve yaşlılarını öldürebilirsiniz. Binalarını ve evlerini başlarına yıkabilirsiniz. Ama onları yenemezsiniz. Ve bizimle birlikte, sizi temin ederim, Direniş kırılmayacaktır. Ve Direniş yenilmeyecektir.” —Seyyid Hasan, 2006

Dünyanın dört bir yanından bastıran ve kendisini etkilemeyi başaramayan ülkelerin baskılarına direnerek azınlığın yanında yer aldı. Siyasi ve diplomatik zorluklarla karşı karşıya kalan Seyyid Hasan, egemenlik ve direniş konularında sağlam durarak olası ittifakları ve Lübnan'daki güç değişimlerine daha geniş bir katılımı feda etti. Bu baskılar sadece onun geçici siyasi çıkarlar yerine ilkelere olan bağlılığını vurguladı. 

Siyasi ve popüler çıkarları pahasına da olsa inançlarına sadık kalarak takipçilerinin saygısını kazandı ve sağlam, sarsılmaz idealleri savunan bir figür olarak ün kazandı. Direniş'in etkisiz hale getirilmesi pahasına da olsa, geri adım atması ve karşılığında siyasi kazanımlar elde etmesi için birçok teklif yapıldı.

El-Meyadin'in “40 ve Ötesi” belgesel dizisinin bir parçası olarak Seyyid Hasan, 2000 yılında Lübnan topraklarının çoğunun kurtarılmasının ardından ABD'den çeşitli teklifler aldığını açıkladı. ABD, İsrail hapishanelerindeki Lübnanlı rehineler sorununu çözmeyi, Hizbullah'ın siyasi rolünü kabul etmeyi ve Lübnan hükümetine tam olarak dahil etmeyi teklif etti. ABD ayrıca kurtarılmış ve yoksullaştırılmış bölgelerin yeniden inşası için önemli miktarda mali yardım önerdi. Ayrıca Hizbullah'ı “terör listesinden” çıkarma ve “saygın bir uluslararası konuma” yükseltme sözü verdiler.

Ancak bunların ağır bir bedeli vardı: Hizbullah, “Arap-İsrail çatışması” olarak tanımlanan meselede etkisiz hale getirilecek ve fon, silah, eğitim ve uzmanlık desteğinin kesilmesi de dahil olmak üzere Filistin İntifadası'na verdiği desteği durdurmak zorunda kalacaktı ki Hizbullah bunu kesinlikle reddetti. Şehit direniş liderine göre ABD, Hizbullah'ı Şebaa Çiftliklerinin bir çatışmaya değmeyeceği ve meselenin diplomasi yoluyla çözülebileceği konusunda ikna etmeye çalışıyordu. Ancak siyasi ve ekonomik yansımalarına rağmen duruşunu yumuşatmayı reddetmesi, direniş ideallerine olan köklü bağlılığını yansıtıyordu. Onun için bu direniş mücadelesi siyasi güç elde etmek için bir araç değil, başlı başına bir amaç, Lübnan'ın haysiyet mücadelesinde kök salmış bir kimlikti.

Bir halk adamı 

Seyyid Hasan'ın her türlü fedakârlıkla dolu yaşamı, liderliğinin canlı bir kanıtı olmuştur ve şehadeti de bunun güçlü bir kanıtıdır. Halkın arasında yükseldi ve halkının arasında şehit oldu.  Seyyid Hasan, şehit edildiği sokaklarda büyüdü. Ancak onlar, Seyyid Hasan'ın şehit olmasının sadece onun varlığını arttırdığını bilmiyorlardı. Bu yola devam etmek, direniş ve dayanıklılığın bayrağını yüksekte tutmak için tüm bu inanç ve sarsılmaz dirençle birlikte, şu gerçeği de inkar edemeyiz: Kırk gün oldu. 

Varlığıyla bizi onurlandırmasının, bizimle gülmesinin, bizimle ağlamasının, gülümsemesinin sıcaklığıyla bize güven vermesinin üzerinden kırk gün geçti. 

Kırk gün oldu Seyyid. Biz hala eksikliğini hissettiğimiz bir kederin, kalbimizin sessiz köşelerinde sabırla bekleyen bir kederin içinde asılı kaldık.

Zaferimizi kutlayacağımız günü hala inançla beklerken, merak etmekten kendimi alamıyorum - o zafer konuşmasını yapmak için senden başka kim ve nasıl karşımızda durabilirdi? 

Yumruklarımız zaferle havaya kalktığında, “Allah'ım, Allah'ım, Nasrullah'ı bize bağışla” çağrısı olmadan nasıl bir boşluğa düşeriz? 

Ve yine de her zaman bir çağrı daha olacak, diğerlerinin üzerinde yankılanacak: “Lebbeyk ya Nasrullah"

Ben bu satırları yazarken, çocuklarınız ön saflarda direniş ve direncin bayrağını yükseklere taşıyor, zilleti de teslimiyeti de reddediyor. Her birimiz içimizde senden bir parça taşıyoruz ve senden önceki liderler gibi kararlılıkla sürdürdüğün yolda o parçan bize rehberlik ediyor. Sen bir liderden daha fazlasıydın; fedakârlığın sembolü, sıcaklığın ve sevginin işaret fişeğiydin. Geldiğin gibi gittin. Güney Lübnan'ın bir evladıydın. Dünyanın dört bir yanına şok dalgaları gönderdin. Kalplerimiz varlığınla onurlandırıldı ve tıpkı tarihin büyük adamları arasında kendine bir yer edindiğin gibi orada kalacaksın Seyyid. Senin gibi adamlar solmaz; senin gibi adamlar ebedidir, tıpkı fedakârlık yapanların ve direnenlerin sonsuza kadar yaşaması gerektiği gibi.

“Senden sonra biz mi kalacağız? Seni bırakıp sensiz mi yaşayalım? Allah senden sonra hayatı çekilmez kılsın”  —İmam Hüseyin ibn Ali'nin yoldaşları, 10 Muharrem

Çeviri: YDH