1701 sayılı karar: Deveyi iğne deliğinden geçirmek

img
1701 sayılı karar: Deveyi iğne deliğinden geçirmek YDH

"Amerika'nın onayı olmadan BM Güvenlik Konseyi ateşkes kararı alamıyor. Bu açıdan, Lübnan devleti gibi güçsüz, olup bitenler karşısında sadece ağlayan bir kurum haline gelmiş durumda."




YDH - BM’nin 1701 sayılı kararı, İsrail ile Hizbullah arasındaki ateşkesi sağlamak amacıyla çıkarılmıştı, ancak çeşitli nedenlerden ötürü uygulanabilirliği zor. El-Ahbar yazarı Nikola Nassif'e göre bu nedenler arasında BM Güvenlik Konseyi’nin bu kararı etkin bir şekilde uygulayacak bir mekanizmasının olmaması, ABD'nin Siyonist rejime ateşkes dayatma iradesi göstermemesi ve tarafların karara uymayı reddetmesi yer alıyor. İsrail, Hizbullah’ın tüm Lübnan'da silahsızlandırılmasını isterken, Hizbullah ise direnişini sürdürme kararlılığında. Bu nedenle, mevcut durumda 1701 sayılı kararın uygulanması, savaşan taraflardan birinin galip gelmesine bağlı kalmış durumda.

Son dönemde önemli bir Arap büyükelçisinden işitilenler, İsrail ile Hizbullah arasında süregelen savaşın mevcut ve yakın gelecek aşamalarına dair kasvetli değil, neredeyse karanlık bir tablo çiziyor.

Büyükelçinin üzerinde durduğu üç önemli husus var:

-İsrail, Hizbullah'ın askeri olarak "sona erdiğinden" ve silahlı yapısının ortadan kalktığından emin olmadan ateşkes yok.

-Güney Lübnan halkının, İsrail’in belirlediği Mavi Hat ile kuzeyde bir derinliği kapsayan bölgeye dönmesine izin verilmeyecek. İsrail, güneydeki kasaba ve köyleri, özellikle de sınır şeridine yakın olanları, sadece yanmış ve harabe bir tampon bölge değil, yaşamaya elverişsiz, kuru bir arazi haline getirmeyi amaçlıyor. Büyükelçi acıyla şu ifadeyi kullanıyor: “Güney halkından güneyi unutmaları isteniyor.”

-Güney Lübnanlıların topraklarına dönmeleri, ateşkes anlaşmasının çok ötesine geçen bir barış anlaşması yapılmadıkça mümkün olmayacak.

Büyükelçi, bu öngörülerinde abartmış da olabilir ya da belki daha kötü bir tabloyu saklıyor olabilir ama durumun ciddiyeti gözle görülür.

İsraillilerin veya Amerikalıların farklı bir tonda dile getirdiği, ateşkesten önce bir siyasi anlaşma olasılığına dair artan söylentilere rağmen, şu anda hem İsrail hem de Hizbullah için savaşın şiddeti ve sertliği tek gerçek olarak ön planda.

İki taraf da bu savaşı şimdilik temel mücadele olarak görüyor. Lübnan devletinin aksine, iki taraf da 1701 sayılı kararı bir siyasi anlaşma olarak görmüyor ve kendileri için gerekli şartlar sağlanmadan ateşkesi umursamıyor.

İsrail, Hizbullah'ın tamamen silahsızlandırılmasını ve silahlı varlığının sona erdiğini kabul etmesini istiyor.

Öte yandan, Hizbullah, direnişinin devam ettiğini, askeri kapasitesinin hem kendi topraklarında hem de Lübnan'da İsrail’e karşı mücadele edebildiğini, bölgesel pozisyonunu ve müttefiklerini koruduğunu, ideolojisine ve dini bağlılığına sadık kaldığını göstermek istiyor.

Savaşan iki tarafın bu olumsuz duruşları göz önüne alındığında, 1701 sayılı kararın yakın bir gelecekte uygulanabilir olmadığını görüyoruz.

Bu karara, adeta bir devenin iğne deliğinden geçirilmesine çalışmak olarak bakılıyor.

Bu durumun nedenleri çeşitli:

Birincisi, kararın dayanağı olan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin bu kararı uygulama yetisinden yoksun olması. Güvenlik Konseyi, savaşan taraflar arasında derhal bir ateşkes sağlamadan 1701 sayılı kararı uygulamaya geçemiyor.

Amerika'nın onayı olmadan BM Güvenlik Konseyi ateşkes kararı alamıyor. Bu açıdan, Lübnan devleti gibi güçsüz, olup bitenler karşısında sadece ağlayan bir kurum haline gelmiş durumda.

Amerika'nın iradesi olmadan İsrail’e ateşkes dayatılmadıkça, şiddetli savaşın durması pek mümkün görünmüyor.

İkinci sebep, 1701 sayılı kararın uygulanması için bir mekanizmanın olmaması, tıpkı 1559 sayılı kararda olduğu gibi bir sorun teşkil ediyor.

Bu konu, son haftalarda Meclis Başkanı Nebih Berri ile ABD Özel Temsilcisi Amos Hochstein arasında müzakere edildi ve Berri, BM Güvenlik Konseyi kararının uygulanması için güncellenmiş bir mekanizma üzerinde anlaşmaya vardıklarını teyit etti.

Fakat bu mekanizma için İsrail’in cevabı bekleniyor. 1701 sayılı karar alınırken -tıpkı 2004 yılında alınan 1559 sayılı kararda olduğu gibi- uygulanması, ilgili tarafa (1559 sayılı kararda Lübnan'a, 1701 sayılı kararda ise Lübnan ve İsrail'e) bırakıldı.

Oysa bu mekanizmayı belirleyip iki ülkeyi de buna uymaya zorlamak, BM Genel Sekreteri’nin görevi olmalıydı, zira kendisi kararların aşamalarına dair periyodik raporlar sunuyor. Ancak bu gerçekleşmedi.

Lübnan devleti, kararı topraklarında uygulamaya koymak üzere, güneydeki uluslararası güçlerin desteğiyle görevlendirildi ve bu görevi -uygulama sürecini mavi miğferlilerin desteğiyle yürütme- yerine getirme sorumluluğu Lübnan ordusuna verildi.

O dönemde İsrail, birliklerini Lübnan topraklarından çekerek ve Hizbullah savaşçılarını Litani Nehri’nin kuzeyine taşıyarak anlaşmaya uyarak bu kararı uyguladı.

Ancak karar, 8 Ekim 2023’ten itibaren yeniden kademeli olarak patlak veren bir duruma dönüşene kadar, sanki uzun süreli geçici bir ateşkes gibi uygulandı.

Bugün gelinen nokta, kararın yalnızca kâğıt üzerinde var olduğu ve gerçek hayatta uygulanmadığı bir durum.

Berri’nin, Hochstein ile üzerinde anlaştıkları güncellenmiş uygulama mekanizmasını son bir umut olarak görmesinin nedeni de budur.

Berri’ye göre, ateşkes sağlanır sağlanmaz bu mekanizma devreye sokulmalı. Fakat, en azından kamuoyuna yansıyan açıklamalara göre, İsrail ve Hizbullah’ın mevcut tutumları tam anlamıyla bunun tersine işaret ediyor.

Üçüncü sebep: 1701 sayılı karar, BM Şartı'nın Altıncı Maddesi kapsamında olduğundan, savaşın iki tarafına da uygulanması zorlaşıyor; zira taraflar, yürürlükteki yasal şekliyle bu karara uymayı reddediyor.

Kararın Yedinci Maddesi taşınması neredeyse imkânsız, zira BM Güvenlik Konseyi üyelerinin tam desteğini almak zor. Ayrıca, kararı bir bölümden diğerine taşımak 2006'da Altıncı Madde ile ilişkilendirilen oylama gibi oy birliğiyle kabul edilmesi mümkün olmayan köklü bir değişiklik anlamına gelir.

Bu nedenle kararın uygulanması, savaşın taraflarının askeri sonuçlara dayanarak son aşamada birinin galip geleceği bir sürece bağlı kalmış durumda.

Dördüncü sebep: İsrail’in son dönemde sıkça dile getirdiği tavrına göre, 1701 sayılı kararla ilgilendiği kısım Hizbullah'ı sadece Litani Nehri’nin güneyinden uzaklaştırmakla sınırlı değil; aynı zamanda Hizbullah'ın tüm Lübnan topraklarında silahsızlandırılmasını da içeriyor.

İsrail, bunun yanı sıra, 1701 ve 1559 sayılı kararları zorla uygulamayı amaçlıyor. Bu amacın gerçekleşmesi için -1701 sayılı kararda yer almayan bir şekilde- Hizbullah savaşçılarını ve liderlik ile askeri yapılarını Lübnan’ın herhangi bir yerinde, kara ve deniz sınırları dahil olmak üzere, takip etme ayrıcalığına sahip olmayı gerektiriyor.

Böylece, 2006 Savaşı’nın sonunda olduğu gibi Hizbullah'ın güç ve silah yapısını yeniden inşa etmesini önlemeyi amaçlıyor.

Ancak İsrail, bu amacını gerçekleştirirken kararın ilk maddesindeki "çatışmaların durdurulması" hükmünü ihlal ediyor ve bu hükmü askıya alarak Hizbullah ile süregelen çatışma halini devam ettirmek istiyor.

Bu ayrıcalık, Lübnanlı yetkililerde, İsrail'in Hochstein ile üzerinde anlaşmaya varılan mekanizma hakkında neden hala bir yanıt vermediği konusunda şüphe uyandırıyor.

Aynı şüphe, ABD ve İsrail arasında Lübnan’dan bağımsız olarak yürütülen ve Lübnan’a dayatılacak bir müzakere taslağının parçası olarak görülen protokol hakkında da geçerli; bu protokol, güncellenmiş uygulama mekanizmasının tamamlayıcı bir eki olarak Washington'un desteğini alıyor.

Çeviri: YDH