Başbakan Maliki’nin açıklamaları, Irak’ın 2003’teki işgalden sonra her alanda yeni bir döneme girdiğine işaret ediyor. El- Hayat gazetesinin Irak Başbakanı Nuri el-Maliki ile yaptığı röportaj, Yakındoğu Haber tarafından tercüme edildi.
YDH- Irak Başbakanı Nuri el-Maliki bugün el-Hayat gazetesinin Bağdat muhabiri Cafer el- Ahmar’a verdiği röportajda siyasi süreçten güvenlik durumuna, bölgesel ilişkilerden federalizm konusuna, petrol yasasından işgali sonlandıracak çekilme takvimi meselesine ve Türkiye ile PKK konusunda yaşanan sorunlara kadar birçok konuda tarihi sayılabilecek açıklamalarda bulundu.
Başbakan Maliki’nin açıklamaları, Irak’ın 2003’teki işgalden sonra her alanda yeni bir döneme girdiğine işaret ediyor. El- Hayat gazetesinin Irak Başbakanı Nuri el-Maliki ile yaptığı röportaj, Yakındoğu Haber tarafından tercüme edildi.
-Güvenlik durumunda gözle görülür bir değişim görüyoruz. Ancak bazıları bunun iki temel nedeni olduğunu söylüyor ve bunun hükümetle bir ilgisi olmadığını düşünüyor. Bunlardan birincisi aşiretlerin silahlandırılması ve finanse edilmesi ki bunu ABD güçleri yapıyor. Diğeri de Mukteda Sadr’ın “Mehdi Ordusu”nun faaliyetlerine son vermesi. Sizin görüşünüz ne?
-Maliki: “Zaferi sahiplenen çoktur; yenilgi ise yetimdir”, derler. Meselelerin önemini abartmak hikmetli bir davranış değil! Hakkı sahibine teslim etmek gerekiyor. Güvenlik durumunun esas düzelme nedeni hazırlık aşamasında başında bulunduğum güvenlik planıdır.
Bu planın ana hatlarını geçtiğimiz Aralık ayında Amman’da Başkan George Bush’la tartışmıştık. Sonra bu planı Irak’taki askeri yetkililerle görüştük ve son halini belirledik. Daha sonra ABD güçleriyle görüştük. Sonuçta “Yasayı uygulama planı” ortaya çıktı.
Bu güvenlik planının ana başlığı “ulusal uzlaşma” idi. Bu projeyi kısa süre önce uygulamaya koymuştuk. Birçok kişi “ulusal uzlaşma”nın salt siyasi nedenlerle başarılı olduğunu biliyor. Zira bunların ana düşünceleri hükümetin grup çıkarı güttüğü suçlaması ve aynı nedenle hükümetin düşürülmesi gerektiği düşüncesiydi.
Hükümetle ilişki kurmayı grupsal olarak, ulusal olarak ve bölgesel olarak engellemeye çalışıyorlardı. Bakanların adaylığını, vekillerin veya büyükelçilerin tayinini zorlaştırıyorlardı. Amaç “Birleşik Irak İttifakı” devleti yönetmeyi başaramadı, dedirtecek bir süreç yaratmaktı.
Siyasi sürece muhalif olan güçler, genel olarak bu düşünce ekseninde hareket ediyorlardı. Bu güçlerden bazılarının siyasi sürece katılma nedeni bile siyasi süreci tıkamaktı. Burada siyasi sürecin zora girme nedenlerinin başında da siyasi sürece katılan bazı grupların olduğunu kaydetmek gerekiyor.
Sadece Başkanlık Konseyi’nde durdurulmuş 26 kanun var. Bu kanunları durduran Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi’dir. Oysa bunlar Irak halkını temsil eden Irak parlamentosunun onayladığı kanunlardır.
Plan bu hükümetin mezhepçi ve İrancı olduğu suçlaması esasına dayanıyordu. Böylece Sünni Arap kamuoyu hükümete karşı harekete geçirilecekti. Biz bu kampanyayla mücadele ettik. Bu kampanyayı etkisiz hale getirmeye çalıştık. Arap ülkelerine ilk ziyaretimin amacı buydu. Bu ziyaretimde Irak’ın Arap boyutuna vurgu yaptım ve bu eğilimden uzak olmadığımızı ortaya koydum.
Şu anda da Arap ülkeleriyle ilişki kurma noktasında ısrarımız var. Bu ısrarımızı Başbakan olduktan sonra ilk Arap ülkesi olarak önce Suudi Arabistan’ı ziyaret ederek gösterdim. Sonra Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve Mısır’ı ziyaret ettim.
Tüm bu ülkelerde mezhepçi olmadığımızı vurguladık. Pratik olarak da hükümetimizin mezhepçi olmadığını gösterdik. Zira hükümet tüm vatandaşlara eşit davrandı. Hem Sünni hem de Şiilerden yanlış yapanlarla mücadele etti.
Sloganım şuydu: “Benim dostum, yasalara uyan kimsedir. Düşmanım da yasalarla savaş kimsedir. Benim için kişinin mezhebi kimliği önemli değildir!”
Vatandaşlar hükümetin mezhepçi olmadığını anlayınca güvenlik güçleri Kerbela’da, Necef’te, Divaniyye’de, Nasıriyye’de, Basra’da ve Sadr kentinde yanlış yapanları etkisiz hale getirdi. Aynı şey Diyala ve Ramadi’de de oldu.
Vatandaşların, hükümetin mezhepçi olmadığını görmesi hükümeti düşürmek için mezhepçilikle suçlayan siyasetçilere ve partilere karşı çıkmalarını sağladı. İlk olarak Enbar aşiretleri bize geldi. Biz de aşiretlerin yanında durduk; onları destekledik; bunun sonuçlarına da katlandık. Sonunda zafer kazandılar ve bölgelerindeki teröre son verildi.
Dolayısıyla ilk adım hükümetin mezhepçi olmadığının kanıtlanmasıydı. Zira Enbar’a hiçbir kente yapılmayan yardım yapıldı. Burayı finanse ettik; polis güçleri ve Enbar’daki orduyu destekledik. Sayılarını 25 bine çıkardık. Oysa Enbar’da nüfusuna göre normalde 13 bin güvenlik görevlisi olmalıydı.
Bu bilgileri övünmek için vermiyorum. Amacım dönüşümün bazı siyasetçilerin bizi mezhepçilikle suçlama propagandasının etkisizleştirilmesiyle başladığını ifade etmek! Bu kimselerin amacı siyasi süreci başarısızlığa uğratmaktı. Ama hükümetin yasalara uyduğunu ve yasaları vatandaşlara adil biçimde uyguladığı; hangi mezhepten, gruptan ve milletten olursa olsun yanlış yapanlarla mücadele ettiğini görülünce iş değişti.
Burada şu bilgiyi de ilk kez vermiş olayım: Amerikalılar öncelikle hükümetin aşiretleri silahlandırma planını desteklememişlerdi. Bilakis bu plana karşıydılar. Amerikalıların aşiretleri silahlandırmaya başladığı bilgisi doğru değildir. Ayrıca hükümetin de aşiretleri aşiretler olarak değil; güvenlik gücü elemanları olarak silahlandırdığını vurgulamamız gerekiyor.
Ama genel kanaat aşiretlerin silahlandırılması ve finanse edilmesini Amerikalılar tarafından yapıldığı yönünde…
Bu doğru değil. Bu hükümetin planıydı. Başarılı olunca Amerikalılar bu sürece dahil oldu. Bildiğiniz gibi onların sloganı silahlandırmanın ve milislerin engellenmesi üzerine kuruluydu. Ancak Enbar tecrübesinin başarılı olduğunu gördüklerinde bu doğrultuda hareket etmeye başladılar.
-Peki, güvenlik güçlerindeki yolsuzluk konusunda ne diyeceksiniz?
-Maliki: Biz güvenlik güçlerinde çok kapsamlı bir reform süreci başlattık. Bu süreç devam ediyor. Bazı güvenlik güçlerinin siyasetçilere çeşitli aidiyetleri nedeniyle şirin davranmasına karşıyım. Hatta polis ve ordu içinde vatana bağlılık yemini ettirdim. Parti çalışmasını ve siyasi partiye bağlı olmayı yasakladım. Milislerle ilişkisi olan güçleri cezalandırma ve güvenlik güçlerinden çıkarma yoluna gittim.
Ordu ve polise başlangıçta partilerden sızılmıştı. Baasçılar, Sünni ve Şii milisler, hatta El Kaide ile ilişkisi olanlar vardı. Bu Irak’ı yıkıma uğratan stratejik hatalardan biriydi. Bu yanlışı eski ABD yöneticisi Paul Bremer ordu ve polis gücünü kurarken yaptı. Ordu ve polise eleman alımlarında bunların arka planına bakılmadı.
Ben ordu ve polisle doğrudan ilişki kurdum. Morallerini yükselttim. Hiçbir siyasetçiyle görüşmeyi kabul etmemelerini istedim. Askeri komuta hariç kimseden emir almamalarını istedim. Eskisi gibi sadece güvenlik gücü olmalarını istedim.
Sonunda askerler siyasetçilerin baskılarına karşı çıkmaya ve sivillerin kendi işlerine karışmasını engellemeye başladı. Ordu ve polisin moralinin artmasıyla birlikte de önemli görevlerin üstesinden gelebildiler.
Bu güçlerin Ramadi, Diyala, Sadr kenti ve başka yerlerde başarıları görüldü. Tabi çok uluslu güç de önemli rol oynadı ve sayısının artırılması da güvenliğin iyileşmesine yardımcı oldu. Bağdat’ta teröristlerin merkezleri vardı; ama el-Kaide kontrol altına alındı ve başkentte onlar için güvenli bir yer kalmadı. Bunda bizim ve çok uluslu gücün çabaları etkili oldu. En önemlisi vatandaşların dayanışmasıydı. Şu anda asıl güç merkezimiz vatandaşların dayanışması. Bu, çok uluslu güçten de bizim güçlerimizden de daha önemli.
-Ama güvenlik durumu halen daha Basra ve Divaniyye gibi güneydeki bazı kentlerde iyi değil. Neden öyle?
-Maliki: Aslında bu bölgeler en güvenli bölgelerdi. Yeniden yapılanma ve yatırımlar başlamıştı. Zira bölgede nispi istikrar hakimdi. Ancak Sadr grubu, “Gökyüzü Ordusu” grubu ve Sarhi grubuna bağlı bazı oluşumların dış etkenli hareketleri sorun yarattı. Ama hükümetin bu gruplara yanıtı sert oldu. Örneğin Kerbela’da…
-Peki ya Mukteda Sadr’a bağlı Mehdi Ordusu’nun faaliyetlerine son vermesi güvenlik durumunda istikrara katkıda bulunmadı mı?
-Maliki: Bu kararın da etkisi oldu; ama bu kararı yasalara karşı çıkanlara yönelik büyük operasyonlar başladıktan sonra açıkladı. Bu gruplardan bazıları Sadrcı olduğunu iddia ediyordu. Sadr kararı açıkladıktan sonra Sadr grubuna sızan bazı küçük gruplar –ki bunlar zaten gerçekte Sadr grubundan değildi- kendi başına suç işlemeye devam ettiler. Adam öldürmeler, talanlar, adam kaçırmalar! Hükümet de bunları “çete” diye niteleyerek sıcak takibe başladı. Artık bunlar siyasi bir grubu temsil etmiyorlardı. Şu anda ise güneyde durum kontrol altındadır.
-Ama güvenlik güçleri Divaniye’nin yarısının hükümetin kontrolü dışında olduğunu söylüyor. Basra’da ise durum siyasi güçler arası gerginlikler nedeniyle istikrarlı değil.
Maliki: Divaniye’de durum şu anda kontrol altında. Bölgede suçluların yakalanması için büyük bir güvenlik operasyonu başlatmıştık. Onlarca kişi tutuklandı. Bunların arasında il meclisi üyeleri bile var.
Basra’da ise önemli çabalara ihtiyaç var. Orada siyasi durum gerçekten karışık. Sorun hükümetle ilgili değil. Sorun oradaki siyasi güçler ve aşiretlerle ilgili. Basra’nın iç sorunları var. Bu sorunlar eski rejim dönemine dayanıyor. Aşiretlerin kendi aralarında sorunlar var. Petrol kaçakçılığı vb. sorunlar var.
-Ama sorunun esas parçası siyasi güçlerin kentin imkânları için verdiği mücadele değil mi?
Maliki: Evet, bazı anlaşmazlıklar siyasi güçler arasında. Bazıları idari yolsuzluk ve hırsızlıkla ilgili, bazıları aşiretlerin, bazıları ise partilerin anlaşmazlıklarıyla… Söylemeye çalıştığım bu çalışmaların devlete karşı olmadığı yahut devlet projesini yıkmak istemediği. El Kaide ve örgütlenmeleri ise devletle savaşıyor; yerine kendi “İslam devletleri”ni kuracaklarını söylüyorlar. Basra’da ise durum farklı. İkincil çekişme ve mücadeleler.
-Ama sonuç aynı değil mi? Bölgede güvenlik durumu bozulmuyor mu?
-Maliki: Bu mücadeleler de güvenliğe zarar veriyor; ama hedef farklı. Bir aşiret diğeriyle çatışıyor mesela. Bu, bölgede eskiden beri var olan bir şey. Biz bu çatışmaları onaylamıyoruz. Bunlar sıkıntı verici; zira güvenliğe zarar veriyorlar. Ama şu anda üzerinde durduğumuz devlete karşı siyasi bir faaliyet olmadığı.
Hasımlar arasında devletle savaşan bir taraf yok. Tabi bazıları çok uluslu güçle savaşıyor; ama genel olarak buradaki çelişmeler genel olarak küçük grupların çalma, talan, aşiret ihtilafları. Bununla birlikte devlete karşı siyasi bir proje yürütmüyorlar. Ancak hükümet bu faaliyetleri de kontrol altına almaya çalışıyor.
-“Ulusal Uzlaşma Projesi”nden bahsettiniz. Ancak Sünniler şu anda siyasi sürecin yahut sürece etkin katılımın dışında. Federalizm projesine, petrol yasası ve Baasçılarla mücadeleye karşı çekinceliler. Acaba onları yeniden siyasi sürece çekmek için bir inisiyatif olacak mı?
-Maliki: Eski siyasi süreç dolayısıyla Sünnilerin “Uzlaşma Cephesi”nden ibaret olduğu izlenimi doğdu. Bu yanlış bir izlenim. Sünniler bu oluşumdan çok daha genişler.
-Ama Sünnileri parlamentoda “Uzlaşma Cephesi” temsil ediyor!
-Maliki: Doğru. Ancak seçimlere (temsilcisiyle) katılmayan birçok Sünni grup var.
-Ama aynı durum Şii Birleşik Irak İttifakı veya Kürtler için de geçerli değil mi?
-Maliki: İttifak’ın Şii grupları temsili geniş tabanlıdır. Bu nedenle İttifak dışındaki Şiiler çok az. Kürtler için de durum aynı. Kürdistan İttifakı Kürtlerin kahir çoğunluğunu temsil ediyor; ancak durum “Uzlaşma Cephesi” Sünnileri temsili noktasında aynı değil. Uzlaşma Cephesi ile Sünnilerin önemli kesimini temsil eden aşiretler arasında ciddi ayrılıklar var. Uzlaşma Cephesi’nin aksine Sünni toplumun ana temellerinden biri olan aşiretler bizimle birlikte hareket ediyor.
Bu nedenle Sünnilerin siyasi sürece katılmadıklarını söylemek doğru değil. Bilakis birçok alanda siyasi süreçteler. Nüfuslarından daha fazla orduya alındılar. Ordu komutanlarının kahir çoğunluğu Sünni’dir. Bazı bölgelerde yüzde 40-50 civarında bu geçerli. Irak’ta toplam Sünni nüfus yüzde 20-22 arasında. Polis güçlerinde ve devlet dairelerinde de aynı durum geçerli.
Söylediğim gibi Sünnilerin Uzlaşma Cephesi’nden ibaret olduğu; dolayısıyla hükümette yer almamaları nedeniyle de yönetimin mezhepçi olduğu suçlamasına gidiliyordu; ama işin aslı böyle değil. Öncelikle Sünniler Uzlaşma Cephesi’nden çok daha genişler. Birçok kalifiye Sünni siyasetçi ve aşiret, Irak’ta bazı gruplardan daha etkin.
-Yönetimin yüksek makamlarındaki katılımı nerede peki?
-Maliki: Biz Sünnilerin yönetimde temsili için çaba gösterdik. Bu onların hakkıdır. Yine tekrar ediyorum; yönetimdeki Sünnilerin hacmi nüfuslarına oranla çok fazla. Nitekim siyasete katılımlarında hükümetteki dört bakanlıktan başka bir şey kaybetmiş de değiller. Bunlardan ikisi devlet bakanı diğerleri ise Yüksek Öğretim ve Kültür Bakanlıları. Ama Cumhurbaşkanlığı’nda varlar; meclis başkanlığı onlarda. İstifa eden bazı bakanları yerine aday Sünni bakanlar atayacağız. Bunlar Savunma, Planlama ve diğer bakanlıklar. Bu bakanlar Sünni siyasi partilerden değiller.
-İstifa eden Sünni bakanların yerine Sünni aşiretlerden alternatif getirme işi tamamlandı mı peki?
-Maliki: Evet, gerek Başkanlık Konseyi gerek başka kanallarla defalarca denememizin ardından Uzlaşma Cephesi bakanlarından ümidi kestik. Yasal süre dolduğu halde istifalarını dondurmuştum. İlgili bakanlar makamlarına dönmek istedikleri ve bunu bize bildirdikleri halde Uzlaşma Cephesi dönmelerine izin vermedi. Biz de aralarında sorun çıkarmak istemedik.
Ama dönmelerine imkan kalmayınca da Uzlaşma Cephesi dışında alternatifler aradık. Elimizde yetenekli ve eğitimli isimler vardı. Enbar Meclisi bize aday listesi sundu. Musul ve Tikrit aşiretlerinden de aday isimleri geldi. Biz de sorunu çözdük. Şu anda bu işin son aşamasındayız. Sonra isimleri onaylanması için parlamentoya sunacağız.
-Peki Sadr bloğunun bakanları ne oldu?
-Maliki: İki bakan atadık. Diğer ikisini de atama aşmasındayız.
-Sadr grubundan kim?
-Maliki: Hayır. Sadr grubundan değil, başka bir partiden de değil… Bağımsız olacaklar. Bu adımı genelleştirmeyi düşünüyoruz. Bakanların partici olmasına karşıyız. Bu durum da amacımızı gerçekleştirmek için bir fırsat. Hem Uzlaşma Cephesi hem de Sadr bloğu bakanları değişecek.
-Petrol yasası konusunda çok gürültü var. Sırlar ve karmaşa var. Uzmanlar yasanın iyi olduğunu ancak Irak’ın çıkarlarını koruyacak bazı eklere ihtiyaç duyulduğunu söylüyor. Ama dışarıdan söz konusu eklemeler olmadan onaylanması noktasında bir istek var. Neden yasa hala onaylanmadı?
-Maliki: Yasanın eklemeler olmadan onaylanması noktasında bir istek gözlemlemedim. Ekler konusunda ittifak var. Federal devlet sınırları ile özerk yönetim sınırları içerisindeki petrol alanları konusunda belirlemeler yapılacak. Şii İttifakı Irak’ın birliği, güçlü olması, petrol gelirlerinin adil ve eşit paylaşımı konusunda ısrarlı.
Bu nedenle anayasada petrol ve gaz kaynaklarının tüm Irak halkının mülkü olduğunu vurguladık. Bu arada Irak’ın ana petrol ve gaz rezervlerinin Şii bölgesinde olduğuna da dikkatinizi çekerim. Batı ve Kuzey’de de var; ama biz hiçbir zaman Şii petrolü, Sünni petrolü ve Kürt petrolü demedik. Amacımız her zaman için petrolün Irak halkına ait olması; yönetiminin de adil bir şekilde yapılmasıydı.
Anlaşmazlıklar petrol gelirlerinin dağılımındaki detaylarda çıktı. Bu sadece Kürtlere yaşanan bir sorun değil. Sünnilerin de itirazları var. Şiiler hiç çekinmeden yasayı onayladılar. Bu noktada kendilerinin Birleşik Irak için bir fedakârlıkta bulunduklarına inanıyorlar. Petrolün çoğu bizim bölgemizde ve bunu değerlendirmek istiyoruz da diyebilirlerdi.
Petrol yasasının onaylanmamasının ana nedeni yasasın aslına ilişkin değil yan konular. İttifak ile Kürtler arasında yasanın bazı maddelerinde anlaşmazlık var. Dolayısıyla sadece Sünniler yahut sadece Kürtler yasanın onaylanamamasından sorumlu tutulamaz.
Kürdistan Özerk Yönetimi’nin bazı anlaşmalara imza atmış olması da sorun yarattı. Petrol Bakanı bu anlaşmaların anayasaya aykırı olduğunu söyledi. Bu sorun da çözülmesi gereken bir konu.
-Öyle görünüyor ki Amerikalılar dışında yasanın onaylanmasından ne Sünni ne Şii ne de Kürtlerin bir çıkarı var.
-Maliki: Yeni yasanın onaylanması bizim çıkarımıza. Petrol yasası konusunda büyük anlaşmazlıklar olmadığını söyledim. Ancak onaylanmasını geciktiren bazı sebepler var. Eğer yeni kanun noktasında taraflar anlaşamazsa; hükümetin petrolü devletin büyüklüğüne hizmet etmesini salık veren çizgisi desteklenmezse; parlamento yeni yasayı onaylamazsa hükümet eski yasaya göre hareket etmek zorunda kalacak. Bu yasa, anlaşma yapılmasını ve yatırımı engellemiyor. Yatırım için bizimle bağlantı kurmak isteyen petrol şirketleri var; ama biz tüm bu sorunları çözecek bir petrol kanunun çıkmasını bekliyoruz.
-Federalizm konusunda tavrınız ne? Anayasada federal düzen kabul edilmiş durumda; ama birçok anlaşmazlık da var. Birleşik Irak İttifakı içerisinde bile… Yüksek Konsey, federalizmi şiddetle destekliyor. Sadr grubu ve Fazilet Partisi ise karşı çıkıyor.
-Maliki: Biz federalizmi onaylayan anayasaya bağlıyız. Parlamento gözetiminde bunun uygulama yöntemlerini koyacağız. Bize düşen yalnızca Irak halkının onayladığı anayasayı uygulamak. Zamanlamasına gelince; belli bir takvim belirlenebilir. Ama şu anki şartlarda bu takvime de uyulmayabilir. Başka bir zaman bırakılabilir. Bunun için daha uygun şartlar gerekiyor.
Bana göre anayasanın onayladığı federal yönetim şekli iyi ve Irak’a hizmet edebilir. Yetkiler ve sorumluluklar devletin bölümlerine dağıtılır. Bu yönetimde bir sorun göremiyorum. Ama her iyi olan şey de hazırlığı iyi olmadan başarılı olamayabilir. Eğer öncüller doğru ve net olmazsa; takvim doğru belirlenmezse federalizm olumlu sonuçlar vermeyebilir. İstikrarsızlık ve iç karışıklık yaşanabilir. Ama federalizmden vazgeçmek hükümetin sorumluluk ve yetki alanında değil; zira federalizm artık anayasal bir kavram.
Başkanı olduğum Dava Partisi’ne gelince; partim federalizmi destekliyor. Aynı zamanda da güçlü bir devlet istiyor. Federalizmin iki uygulaması var: Birincisi merkezi yönetimi zayıflatacak türden. Bu durumda merkezi hükümet sadece gelirleri teslim alıp dağıtmaktan sorumlu olur. Diğer uygulaması ise duruma hakim merkezi yönetimin içerisinde bir federalizm. Dava Partisi olarak böyle bir federalizme sıcak bakarız.
-Şu anda kentlerle merkezin arası zayıf. Basra bunun açık örneği. Federalizmle birlikte bu nasıl çözülecek?
-Maliki: Bu konuda tam da düşündüğümü söylediniz. Eğer federalizm söylenen şekilde onaylanırsa Savunma, İçişleri, Eğitim ve Sağlık Bakanlıklarına gerek kalmaz. Yani devlet diye bir şey kalmaz. Şu anda uygulanması istenen şekliyle federalizm birçok itirazın odağı. Sonuçta devlet diye bir şey kalmayabilir. Ya bölünme olur ya parçalanma yahut çekişme.
-Hükümetin mali yönetimini nasıl değerlendiriyorsunuz. Olan bitenden razı mısınız? Vatandaşlar hizmetlerden şikayetçi.
-Maliki: Ekonomi yönetiminde ciddi ilerlemeler oldu. Basın bunu pek gündeme taşımadı. Basın daha çok felaketle, kanla, ölümler ve sürgünle ileniyor. Genel olarak olumsuzluklara odaklanmış durumda. Bu nedenle güvenlik durumundaki iyileşme de ekonominin iyileşmesinden daha fazla dikkat çekiyor.
Verilen hizmette önemli iyileşmeler var. Sayısal verilerde de bu göze çarpıyor. Elektrik Bağdat’ta artık günde 14-16 saat kadar sağlanabiliyor. Önceden bu 2-4 saat arasındaydı. Diğer kentlerde daha uzun sürüyor. Benzin satışları normalleşti. Eskisi gibi benzin istasyonlarında kuyruklar oluşmuyor. Doğalgaz bulunuyor ve fiyatı da 3 bin dinarın üstünde değil. Bir zaman gelmişti ki 15 bin dinara çıkmıştı. Başkentte içme suyu var; eskiden yoktu.
Vatandaşların geliri de 2-5 dolardan asgari 250 dolara çıktı. Dinarın alım gücü arttı. 1550 dinar bir dolarken şu anda 1230 dinar bir dolar. Yüzde 60’lık enflasyonu yüzde 16 ya düşürdük. İşsizlik yüzde 50’den yüzde 16’ya geriledi. Elektrik ve benzinin sağlanmasıyla birlikte şirketler ve atölyeler de canlandı. Bu ikisinin zayıflığı çok fazla olumsuzluk yaratıyordu.
-Neden petrol gelirleri sadece Amerikan bankalarında rezerv ediliyor? Çeşitli Avrupa ve Asya bankalarına neden konulmuyor? Irak doların zayıflaması nedeniyle kaybetmiyor mu? Bu paranın tamamı kontrolünüzde mi?
-Maliki: Bu çok önemli bir soru. Güvenlik anlaşmaları meselelerinden. Paralarımız bir tek ABD bankalarında korunuyor. Eğer başka bankalara dağıtılırsa dondurulabiliyor. Eğer petrol gelirleri ABD gibi bir devlet tarafından garantilenmezse birçok devlet eski rejimin borçlarını geri alıyor. Bu garanti olmazsa paramızı kullanmamız mümkün olmazdı. Irak hava yolları, halen hareket edemiyor; çünkü Kuveyt’e borçlu. Birkaç gün önce Bağdat’a giden uçak bedeli olarak 15 milyon dolara haciz koydu. Eğer ABD dışındaki bankalara koyarsak tüm paralarımıza haciz konması gibi bir tehlike var.
-Bu durum ne zamana kadar devam edecek?
-Maliki: Borç ve tazminatlardan kurtulana kadar. Bizim çeşitlendirme düşüncemiz var. Tabi Irak parasına garanti verilmesi durumunda farklı devletlere para yatırılabilir. Japonya, Asya, vb.
-Türkiye ile sorununuzda Kürtlerin Irak hükümetinden memnun kaldığını gördük; ama yapılanları da yeterli görmediler. Irak hükümetinin Kürt temsilcilerin pazarlık yapan Irak heyetinden uzak tutulmasına sert tepki vermesi bekleniyordu?
-Maliki: Kürt temsilciler görüşmelerden uzaklaştırılmadı. Savunma Bakanı başkanlığındaki Irak heyetiyle toplantılara katıldılar. Türkler bu katılımdan hoşnut değil; ama bu Irak’ı ilgilendiren bir mesele. Bizim Kürtleri heyete katmakta iki hedefimiz vardı: Bunlardan birincisi Irak karar mekanizmasında iki başlılık olmadığı konusunda tatmin etmekti. Diğer ise Kürt kardeşlerimiz Türklerle anlaşacağımız konuları net olarak öğrensinler.
-Evet, Türkler halen daha rahat değiller; ama sonraki İstanbul buluşmasında Hoşyar Zebari de vardı. Irak Dışişleri Bakanı sıfatını taşıyordu. Kürt temsilcisi değildi; ama toplantılara katıldı.
-Maliki: Mesele birinin katılıp katılmaması değil. Sorumlu olan Irak devletidir. Meselenin merkezi ulusal bir konu olduğu noktasında anlaştık. Kürt kardeşlerimiz bunu kabul ettiler.
İkincisi; başkalarının hakkını da inkar etmiyoruz. Türkiye bir terör örgütünün saldırılarına maruz kalıyor. PKK bir terör örgütüdür. Uzun süredir sınır bölgesinde barınmaktadır. Bu eski rejim dönemine kadar dayanmaktadır. Bizim anayasamız böyle bir örgütün varlığını kaldırmaz. Üçüncüsü Türkiye’yle iyi ilişkiler kurmak istiyoruz.
-Ama Irak toprakları içerisinde Türk askeri bölgeleri gördük. Örneğin Bamrani ve diğerleri…
-Maliki: Evet, bu güçler Saddam rejimi ile anlaşma gereği 1992’den beri var. Tabi bu noktada iki tarafın da sorumluluğu var. Türklerin sınır bölgelerindeki varlığı eskilere dayanıyor. Peki güvenliği sağlama ve PKK ile mücadele konusunda ne yapabildi? Özerk bölgede 15 yıldır askerleri var.
Ama Türkiye’nin de Irak üzerindeki hakkı da Irak topraklarından saldırıya uğramamasıdır. Bu bizim anayasamızda da var. Irak teröristlerin ne üssü ne de geçidi olabilir. Terör örgütleri komşularımızı tehdit edemez. Türkiye’yle en güzel şekilde ikili ilişkiler kurma niyetindeyiz.
Sorun Türkiye’nin bizim topraklarımızdan saldırıya uğramaması ile Irak hükümetinin kendi toprakları üzerindeki egemenlik hakkını uyum içerisinde tutabilmek. Bu gerçekten de zor bir konu; bir kişinin görüşmelere katılıp katılamamasından çok daha önemli.
Biz bu konuyu ciddiye aldık ve alıyoruz da. Baştan beri PKK’yı terör örgütü olarak gördük. Irak topraklarında faaliyet göstermesine de izin veremeyiz. Dolayısıyla pratik adımlar atmalıyız. Biz bu terör örgütüyle mücadele için elimizden geleni yapmayı taahhüt ediyoruz.
Ama bazı sorunlar var ki bunları ne biz ne de Türkiye çözebilir. Bu örgütü bitirmek gibi. Örgüt üyeleri dağların tepelerindeler. O bölgelere ulaşmak gerçekten zor. Bu örgütün saldırılarını engellemek için çeşitli yollar düşünmek gerekiyor. Diğer yandan da Türkiye’nin Irak topraklarına yönelik herhangi bir saldırısını yahut işgalini engellemeliyiz.
-Bazı Arap ülkeleriyle ilişkileriniz neden durgun? Oysa Irak bir Arap devleti. Hem de Arap dünyasında ikincil değil merkezi öneme sahip!
-Maliki: Arap dünyasıyla ilişkileri iyileştirmek için çok çaba sarf ettik. Arap dünyasıyla en güzel şekilde ilişki kurma yönünde de isteğimiz var. Bunun hem Irak’ın hem de Arap ülkelerinin çıkarına olacağı kanaatindeyiz.
Irak Arap Birliği ve Arap ülkeleri içerisinde ve bölgesinde etkin olmak isteyen bir devlet. Bu Irak’ın yeni politikasıdır. Bu alanda bir eksiklik varsa bu bizden değil diğer taraftan kaynaklanmaktadır. Arap ülkeleri neden ilişkileri geliştirme isteğimize cevap vermedi? Birçok Batı ülkesinin Bağdat’ta büyükelçiliği olmasına rağmen neden Bağdat’ta elçilik açmadılar?
Burada tekrar ediyorum. Arap ülkeleriyle en iyi şekilde ilişki kurmak istiyoruz. İlişkileri geliştirmek için de çaba gösteriyoruz. Bazılarının zihninde bazı Iraklıların Irak hükümetinin Arap devletlerine ilişkin tavrıyla ilgili yanlış sözleri vardı ki biz tüm yanlış anlaşılmaları gidermeye çalışıyoruz.
Ayrıca burada başbakan olduktan sonraki ilk ziyaretimin Suudi Arabistan, Ürdün, Kuveyt ve Mısır’a olduğuna dikkat çekmek istiyorum.
-Görev süresi yıl sonunda bitecek olan Irak’taki çok uluslu gücün süresini uzatacak mısınız? Yoksa bu güçlerin çekilme takvimini mi isteyeceksiniz? Bu konu neden parlamentoda tartışılmıyor?
-Maliki: Çok uluslu gücün görevinin uzatılması meselesi görüşülüyor. Parlamentoda da tartışılacak. Bu seferki uzatmanın son kez olacağına dair düşünceler var. Ayrıca çok uluslu güç ile Irak hükümeti arasındaki ilişkiyi düzenleyen yasalar da görüşülecek.
Irak’ı bu uzatma sonrası BM sözleşmesinin 7. bendinden çıkarma düşüncesi var. Ülkeye uygulanan sınırlamalar kaldırılmalıdır. ABD ve bazı AB ülkeleri bu çabaları destekliyor. Zira BM kararı çıktıktan sonraki süreçte Irak’ta çok şey değişti.
Irak’ta kitle imha silahı yok. Irak dünya barışını da tehdit etmiyor. İçerideki durum da Güvenlik Konseyi’ne ülkeyi 7. madde çerçevesinde ele almasını meşru kılmıyor. Irak gibi iç sorunu olan birçok ülke var. Ama 7. madde kapsamında değiller. Nitekim bu kapsamda olması dünya barışı ve güvenliğini tehdit ettiği içindi.
Bu nedenle Güvenlik Konseyi’nden Irak’ı 7. madde kapsamından çıkarmasını isteyeceğiz. Bunun muciplerinin ve gerekçelerinin kalktığını belirteceğiz. Bunun yanı sıra birçok örgütü de lağvedeceğiz. Örneğin kitle imha silahları teftiş heyeti…
Bu yıldan itibaren Irak’ı BM’nin 7. maddesi kapsamından çıkarma noktasında diyaloglara şahit olacağız. Aynı şekilde çok ulusla yapılan güvenlik anlaşması da öyle… Bu yılın çok uluslu gücün görev süresini uzattığımız ve BM’nin 7. maddesi kapsamında bulunduğumuz son yıl olmasını diliyoruz.
-Bu Irak’taki çok uluslu gücün ülkeden tamamen çıkması anlamına mı geliyor? Bu durumda ikili güvenlik anlaşmaları mı imzalayacaksınız?
-Maliki: Önümüzdeki yıl çok uluslu gücün sayısı azaltılacak. Yeniden konuşlandırılacak. Hükümetle çok uluslu gücün ilişkileri yeniden düzenlenecek. 2008 sonunda da çok uluslu gücün görevinin bitmesi öngörülüyor. Bundan sonra çeşitli şartlara bağlı olarak ikili güvenlik anlaşması yapılıp Irak 7. madde kapsamından çıkarılabilir. Eğer Irak 7. madde kapsamından çıkmazsa yasal olarak güvenlik anlaşması yapmanın bir saiki zaten olamaz.
Çeviri: Yakındoğu Haber