Eğer İsrail, Hizbullah'ı savaşla bitirebileceğine inansaydı, Hizbullah'a karşı savaş başlatmakta bir gün dahi gecikmezdi; ama İsrail korkuyor ve tereddüt ediyor:
Arap/Filistin-İsrail çatışmasında oyunun kuralları tamamen değişti.
İsrail sadece birkaç gün süren kısa, yıldırım savaşlarına alışkındır. 2006'da Lübnan'a karşı yapılan savaş belki de İsrail tarihinin en uzun savaşıydı ve 33 gün sürdü.
Bugün Gazze'nin yüzölçümü küçük, nüfusu az ve her taraftan kuşatılmış olmasına rağmen altıncı ayına giren Gazze savaşının haftalar mı yoksa aylar mı süreceği bilinmiyor.
İsrail, savaşın başlamasından sonra belirlediği hedeflere, özellikle de Gazze'deki direniş hareketinin (özellikle Hamas'ın) tasfiyesi ve tüm nüfusun Mısır'a sürülmesi hedeflerine henüz ulaşamadı. Yani Gazze'yi haritadan silmeyi başaramadı.
İsrail şu ana kadar Gazze’yi yok etmekten ve sivil halkı öldürmekten başka bir şey yapmadı. Bu ise ona bir zafer getirmedi: Ne esirler serbest bırakıldı, ne de Hamas liderlerine ulaşabildi.
Tam tersine İsrail, kör nefretiyle en büyük aptallığı yaptı, yüzyılın en büyük soykırımının faili oldu. Ne İsrail, ne de Yahudi halkı, soykırım fail olma imajından kurtulabilecektir.
İsrail, ‘holokost’ denen şeyin ‘kurbanı’ olduğu imajını tekelinde tutarken, şimdi insanlığa karşı soykırım yapan bir ‘devlet’ oldu.
Savaş devam ederken Batı, Gazze'de Filistinlilere karşı gerçekleştirilen soykırımın suç ortağı olma imajından kurtulamayacak.
Savaş devam ederken Arap ve İslam dünyasının liderleri ise Filistin katliamının utancından ve suç ortaklığı imajından kurtulamayacak.
Gazze yerle bir edildi, halkı açlıktan öldü, katliamlara maruz kaldı. Buna karşı İsrail, Batı, Araplar ve İslam dünyası, ahlaksızlığın ve insanlık dışı bir soykırımın suçlusu veya suç ortağı oldu. Bu hiçbir şeyin temizlemeyi başaramayacağı bir lekedir. Tarihin kitaplarından ve nesillerin hafızasından asla silinmeyecektir.
Lübnan Cephesi
Gazze'deki savaşa paralel olarak Gazze'yi savunmaya ve oradaki direniş hareketini desteklemeye çalışan bir başka cephe de yanıyordu ki o da İsrail-Lübnan cephesiydi.
7 Ekim 2023'te gerçekleştirilen ‘Aksa Tufanı’ operasyonunun ertesi günü Lübnan cephesi açıldı ve Hizbullah savaşçıları İsrail güçleriyle savaşmaya başladı.
Lübnan cephesinin açılmasının en önemli avantajlarından biri, İsrail'in gücünün tamamını Gazze'ye sevk etmesini engellemesidir.
Lübnan cephesi sadece bir destek cephesi değildi. Şu ana kadar 250'den fazla Hizbullah direnişçinin şehit düştüğü gerçek bir savaştı. Pek çok sivilin yanı sıra İsrail tarafında da onlarca İsrailli öldürüldü.
Bugün Lübnan cephesi iki düzeyde ilerliyor: askeri ve siyasi.
Dünyanın İsrail'in yanında yer almasının ardından güç dengesinin İsrail lehine bozulduğuna şüphe yok. Ancak bu İsrail tehdidi bir piknik olmayacak ve eğer gerçekleşirse Lübnan'a yönelik savaş farklı olacaktır.
Cephede her gün çatışmalar yaşanıyor, sınır hattının her iki tarafında da kayıplar var: Ekonomik çark durmuş, bölge sakinleri iç bölgelere göç etmiş ve evler yıkılmış bulunuyor.
Hizbullah yetkilileri, İsrail'in Gazze'ye yönelik savaşının durması halinde Lübnan sınırındaki çatışmaların da duracağını belirtiyor ve Lübnan'daki savaşın Gazze'deki direnişe destek amaçlı olduğunu yineliyor.
Bunun anlamı şudur: Hizbullah, İsrail'le topyekun bir savaş olmasını istemiyor, İsrail'e Gazze'deki savaşı durdurması için baskı yapmayı amaçlıyor. Dolayısıyla İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırganlığı durursa, Güney Lübnan'daki savaş da durur.
Ancak ‘yeni’ olan İsrailli yetkililerin buna karşı açıklamalarda bulunmasıdır. Onlar Gazze'deki savaş dursa bile, Lübnan'la savaşın durmayacağını söylüyor.
Her ne kadar Lübnan cephesi Gazze savaşının başlangıcından bu yana alevler içerisinde olsa da İsrail tarafı ve Hizbullah, iki tarafın 2006 savaşından bu yana oluşturduğu “angajman kurallarına”, yani çatışma kurallarına bağlılıklarını hâlâ sürdürüyor.
Yani göze göz, dişe diş, eve ev, sivile sivil, askere asker, ve bazı ihlallere ve savaşın coğrafi kapsamının genişlemesine rağmen kurallar devam ediyor ve durum hala kontrol altında.
İsraillilerin Gazze'deki savaşı durdurmanın Lübnan'daki savaşı durdurmak anlamına gelmediğini söylemesi, Hizbullah üzerinde açık bir baskıdır ve “Gazze'de yaptığımızın aynısını Lübnan'da da yapacağız” ve “Hizbullah'a karşı da yanımızda Batı olacak” diyorlar.
Dünyanın İsrail'in yanında yer almasının ardından güç dengesinin İsrail lehine bozulduğuna şüphe yok. Ancak bu İsrail tehdidi bir piknik olmayacak ve eğer gerçekleşirse Lübnan'a yönelik savaş farklı olacaktır.
İsrail, Gazze'deki savaşın Hizbullah'ın askeri gücünden kurtulmak için bir fırsat olmasını umuyor ve bu hedefe ulaşmak için mevcut koşullardan daha iyi bir şey yok; ya da İsrailliler öyle düşünüyor.
Hizbullah'ın caydırıcı gücü
Eğer İsrail, Hizbullah'ı savaşla bitirebileceğine inansaydı, Hizbullah'a karşı savaş başlatmakta bir gün dahi gecikmezdi; ama İsrail korkuyor ve tereddüt ediyor:
1- Hizbullah'ın askeri gücü hala tam olarak bilinmiyor. Kendisine karşı yapılacak bir savaşın onbinlerce füzenin İsrail'e inmesi anlamına geleceği konusunda İsrail'i sürekli tehdit ediyor. Artık bunların gerçek ateş gücünün boyutunu ise hiç kimse bilmiyor. Hizbullah'ın hazırladığı sürprizleri ise hiç kimse tahmin bile edemiyor.
Hizbullah'ın hem İran hem de Suriye'yle sıkı bağlantısı, Hizbullah'la yapılacak bir savaşın Lübnan'la sınırlı kalmasına izin vermeyebilir.
2- Savaşın yansımaları tüm kuzey ve orta İsrail bölgesini etkileyecektir. Özellikle İsrail'in kuzey bölgesi, “Gazze kuşağı” bölgesinden farklı olarak, nüfus açısından yoğun, sanayi ve tarım bölgesidir.
3- Hizbullah'ın hem İran hem de Suriye'yle sıkı bağlantısı, Hizbullah'la yapılacak bir savaşın Lübnan'la sınırlı kalmasına izin vermeyebilir. Ateş topunun tüm bölgeyi (Yemen dahil) etkileme ihtimalini kimse kehanet olarak görmüyor. Özellikle de Hizbullah İran'ın Ortadoğu'daki en etkili kolu olduğundan, İran bu kolun kesilmesine izin vermeyecektir.
4- ABD ve Fransa gibi çatışmayla ilgilenen başlıca ülkeler, İsrail ile Hizbullah arasındaki çatışmanın bir sonucu olarak herhangi bir bölgesel savaşın hesaplanamayacak yansımalarından korkuyorlar.
Dolayısıyla İsrail'in bu fırsatı değerlendirip kuzey sınırlarında tehdit oluşturan Hizbullah'tan kurtulma yönündeki yoğun arzusu ile Batı'nın, özellikle de ABD ve Fransa'nın hesapları arasında, Lübnan sınırındaki askeri durum, saldırının başlamasıyla dalgalanıyor.
Topyekûn savaş ya da “yeni angajman kurallarının” belirlenmesi seçenekleri arasında durumun şu anki haliyle kalması hem İsrail'i hem de Hizbullah'ı da ‘tatmin’ ediyor.
Fransa ve Amerika'nın hesapları
Bu bağlamda Fransa, kendisi için Ortadoğu’da son ve en önemli Frankofon ülke olan Lübnan'ın iç durumu üzerindeki uzun vadeli sonuçlarını bilmediği için topyekün bir savaşın çıkmasını engellemeye en çok çabalayan ülke gibi görünüyor.
Fransa, Lübnan’ı hâlâ yaklaşık bir buçuk milyonluk (Lübnan nüfusunun yüzde 30'u) önemli bir Hıristiyan nüfusun yaşadığı bir nüfuz merkezi olarak görüyor ve Hıristiyanların çoğunun Lübnan'ı terk etmesinden korkuyor. Lübnan’da büyük bir savaş çıkması durumunda Fransa son kalesini de kaybedecek.
Fransa ayrıca, kapsamlı bir savaş durumunda, bir İtalyan ve Katar şirketiyle ortak olarak Total Energies aracılığıyla kendisine Lübnan karasularında (İsrail'in tam sınırında) petrol arama hakkı elde ederek kazandığı ayrıcalıkları kaybedeceğinden korkuyor.
Amerika Birleşik Devletleri ise Gazze'ye karşı İsrail'e tam destek vermesine rağmen gerek nükleer dosyada, gerekse Irak ve Yemen'deki durum itibarıyla İran'la bağlarını korumaya çalışıyor.
ABD, İsrail ile Lübnan arasında kapsamlı bir savaşın patlak vermesinin kendi çıkarları açısından hesaplanamayan ve beklenmedik sonuçlarından korkuyor. Bu nedenle ABD Başkanı Joe Biden'ın enerji danışmanı Amos Hochstein, topyekün bir savaşa girmeden İsrail'in kazanımlarını elde etmeye çalışmak amacıyla Lübnan'a birçok ziyarette bulunuyor.
İsrail'in talepleri
Bu bağlamda Washington'un Lübnan'a önerdiği şey, Hizbullah savaşçılarının Litani Nehri'nin kuzeyine veya sınır hattının en azından birkaç kilometre kuzeyine çekilmesidir.
Washington'un iddiasına göre, böyle bir geri çekilme, sınır yerleşimlerini terk eden israil vatandaşlarını yaşadıkları yerlere geri dönmeye ikna etme konusunda İsrail liderliğini tatmin edebilecek.
Geri dönüş için tek koşulları Hizbullah'ın sınır hattından çekilmesiydi. Geri dönmedikleri sürece İsrail, Hizbullah'ın kazandığını düşünüyor.
Amerika da, eğer Hizbullah çekilmesi gerçekleşirse Lübnan Cumhurbaşkanı'nın Hizbullah'ın istediği aday olacağını Hizbullah'a vaad ediyor.
Doğal olarak Hizbullah bu konuyu reddediyor ve İsrail’in 1701 sayılı kararı uygulamasını, 1967'den bu yana işgal ettiği Lübnan topraklardan tamamen çekilmesini ve ihlallerini durdurmasını istiyor.
Lübnan'ın kara, hava ve denizde egemenliğinin sağlanmasının İsrail tarafından garanti edilmesini istiyor.
Hizbullah ayrıca Güney Lübnan'daki çözümü, yeni Lübnan cumhurbaşkanının kim olacağıyla ilişkilendirmeyi de reddediyor.
Lübnan içindeki pozisyonlar
Burada Hizbullah birçok baskı altında.
Birincisi, Hizbullah'a düşman olan Lübnan siyasi partilerinden Samir Caca liderliğindeki “Lübnan Kuvvetleri” ile Sami Gemayel liderliğindeki “Falanjist Parti” Lübnan sağcı partileridir. Bu iki partinin Siyonist hareketle geçmişe dayalı işbirliği herkes tarafından biliniyor.
İsrail, Hizbullah'a hemen şu an ile yaz başı arasında kapsamlı bir askeri saldırı başlatacağının sinyalini veriyor.
Bu iki parti ve başka bazı sağcı politikacılar, Hizbullah'ı Lübnan devletinin savaş ve barıştaki kararlarına el koymakla suçluyorlar.
İsrailli liderler de Lübnan'a Gazze'nin yaşadığı akıbetin aynısını yaşatma tehdidinde bulunuyor.
Bu bağlamda İsrail hükümeti, yerleşimcileri Lübnan sınırındaki kuzey yerleşimlerine geri göndermeme kararını 7 Temmuz'a kadar uzattı.
İsrail, bu kararında Hizbullah'a hemen şu an ile yaz başı arasında kapsamlı bir askeri saldırı başlatacağının sinyalini veriyor.
Hochstein'ın ziyaretleri bir yandan İsrail'in tehditlerine ayak uydurmaya çalışırken, diğer yandan Hizbullah'tan taviz koparmaya çalışıyor.
Şu ana kadar iki şey önemli:
Birincisi Hizbullah'ın geri adım atmayacağını açıklaması. Hizbullah, İsrail savaşı genişletirse kendisinin de genişleteceğini, kapsamlı savaş başlatırsa İsrail'in çok büyük kayıplar vereceğini ve herhangi bir saldırıya karşı tepkisinin sınırsız olacağı tehdidinde bulunuyor. Dolayısıyla savaş, bölgesel bir savaşa dönüşebilir.
İkincisi, Lübnan hükümetinin tutumu Hizbullah'ın pozisyonunu destekliyor: Gazze'ye yönelik saldırılar sona ererse Güney Lübnan'daki savaş da durur.
Yani Necib Mikati başkanlığındaki hükümetin Lübnan'daki durumu Gazze'deki duruma bağlama yönündeki tavrı, Gazze'deki Filistinliler açısından olumlu bir durum.
Bu aynı zamanda Lübnan'ın Hizbullah'ın arkasında durduğunu veya resmi pozisyonunun Hizbullah’ın pozisyonuyla birliğini de yansıtıyor. Böylece Lübnan cephesinin İsrail üzerindeki baskısını Gazze'ye destek cephesi olarak yerinde tutuyor.
Mikati'nin mevcut konumu, Temmuz 2006'da Lübnan'a yönelik saldırı sırasında Lübnan hükümetinin tutumundan tamamen farklıdır. O dönemde Başbakan Fuad Sinyora'nın tutumu İsrail ve Amerika'nın tutumuyla tamamen tutarlıydı ve Hizbullah'ın tutumuna düşmandı.
O savaşta İsrail'in saldırganlığı sonucu Hizbullah’ın saflarında 1200 şehit verdi.
Hizbullah'ın yeteneği, kapsamlı bir savaşın beklenmedik sonuçları ve Lübnan hükümetinin destekleyici konumu, kapsamlı bir savaşın çıkmasını önlemeye yönelik Lübnan'ın baskı ve güç faktörleridir.
Hizbullah'ın tutumu net: Savaş istemiyoruz; ama saldırıya maruz kalırsak Lübnan'ı sonuna kadar savunuruz.
***
Ancak topyekün savaş kararı, Aksa Tufanı sonrasında kalplerini nefret ve intikamla körleştiren ve artık Filistinlileri insansı hayvanlardan başka bir şey olarak görmeyen İsrail liderlerinin elindedir.
Gazze'de soykırım yaptılar, hala da sürdürüyorlar, Lübnan'da da soykırımı tekrarlamak istiyorlar.
Kim kazanır? Hizbullah'ın caydırıcılık gücü ve savaş nispeten kontrollü (kontrol altında) kalması mı? Yoksa barbarlığı Nazilerin II. Dünya Savaşı'nda Yahudilere yaptıklarını aşan, Gazze'deki Yahudi soykırımı ile kıyaslanamayacak kadar kör İsrail nefreti mi?
Hizbullah'ın tutumu net: Savaş istemiyoruz; ama saldırıya maruz kalırsak Lübnan'ı sonuna kadar savunuruz.
Makalelerdeki düşünceler yazarına aittir ve YDH’nın politikasını yansıtmayabilir.