YDH- Şam’da bulunan arkadaşımız Gazeteci Mehmet Serim, ABD-Rus çözüm planını ve planın uygulanmasına yönelik muhtemel seçenekleri analiz etti.
YDH- BM Suriye Özel Temsilcisi Ahdar İbrahimi’nin Şam’a ABD-Rus ortak çözüm planını götürmesi, Suriye krizinin Cenevre mutabakatı çerçevesinde çözülebileceği yönünde beklentiler oluşturdu. Şam’da bulunan gazeteci arkadaşımız Gazeteci Mehmet Serim, ABD-Rus çözüm planını ve planın uygulanmasına yönelik muhtemel seçenekleri analiz etti.
BM ve Arap Birliği Suriye Özel Temsilcisi el-Ahdar el-İbrahimi Şam’a bir kritik ziyaret daha gerçekleştiriyor. İbrahimi’nin Suriye ziyaretinden sonra Moskova’ya gitmesi bekleniyor.
Bu ziyaret sonrası “Esad’lı geçiş” formülü üzerinde anlaşma sağlandığı açıklaması yapılması olasılığı yüksek sesle dile getirilmeye başlandı.
Hatırlanacağı gibi Rusya’nın “sürpriz bir formül sunacağı” belirtilmişti.
Eğer Rusya’nın formülü Esad’lı geçiş formülü ise aslında sürpriz değil. Çünkü hem Rusya, hem İran hem de bizzat Beşşar Esad’ın kendisi bu formüle yakın duruyordu. Bu formül için sürpriz olsa olsa ABD’nin bu formülü kabul etmesi olur.
Peki bu formül üzerinde anlaşılırsa takvim nasıl işleyecek? Hem yönetimden hem de muhaliflerden katılımla bir geçiş hükumeti oluşturulacak. Diğer yandan Esad 2014’te görev suresinin bitimine kadar (bazı yetkileri kısıtlanmış halde) koltukta kalacak. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise aday olmayacak.
Yönetim yeni hükümette de etkili olabilir
Yönetimin tarafından rejimin ağır toplarının yerlerinden olacağı düşünülmüyor. Yeni hükumette yer alacak olanlar eskinin devamı olacaklar. Çünkü bazı kurumları Esad hemen teslim etmeyecektir. Hatta Esad teslim etmeyi kabul etse bile kurumların kemikleştiği Suriye’de bu tutum bizzat bu kurumların direnci ile karşılaşabilir. Bunlar Özellikle içişleri bakanlığı, ordu, muhaberat birimleri olarak sıralanabilir.
Şu anda görevde olanlarla devam edilir mi belli değil; ancak yeni isimler önerilse bile bu isimlerin rejimin has adamları olacağına kesin gözüyle bakılıyor.
Esad’ın bazı yetkilerinin kısılması ise daha çok kağıt üstünde olacak gibi görünüyor. Çünkü rejimin bugüne kadar (aslında) kendisi olan ve devamını sağlayan bu kurumlardaki radikal bir değişiklik sureci çok daha karmaşık bir hale getirebilir.
Dolayısıyla “Esad adına” hareket edecek bu isimlerle Esad asıl iktidarın sahibi olmayı sürdürecek.
Muhalifler tarafında işler biraz karışık
Muhaliflerin tarafında ise hükumete katılma olasılığı olanların birçoğunun hem yönetim, hem yöneticiler ham de halk içinde kabul görmesi çok zor gibi görünüyor.
Süreç içinde öne çıkan isimleri şöyle bir hatırlayalım;
Burhan Galyun:
Daha en bastan beri (İstanbul Konseyi ile birlikte) halk içinde bir tabanının olmadığı görülüyordu. Ancak “zorla” Suriye halkına kabul ettirilmeye çalışıldı.
Daha önce Hz. Muhammed’e hakaret ettiği için akademik ceza alan Galyun’un Müslüman Kardeşler ile birlikte hareket etmesi “kendisini sattı” yorumlarına neden olmuştu.
Müslüman Kardeşler ve diğer gruplara mensup İstanbul Konseyi üyeleri de Burhan Galyun ile aynı grupta yer almaktan rahatsız olmamışlardı. İstanbul Konseyi ile ilgili gelişmeleri yakından takip eden halk ise bu ve başka nedenlerle İstanbul Konseyi ve Galyun gibi isimleri benimsemedi.
İstanbul Konseyi’nin vizyonsuzluğu ve açıklama yapılacağı zaman kendilerini besleyen devletlerin ağzına bakan İstanbul Konseyi, tüm zorlamalara rağmen maya tutturamadı.
Konsey’in dış askeri müdahaleyi istemesi ise Suriye içindeki muhalifler tarafından bile tepki ile karşılandı.
Muaz el-Hatib:
Muaz el-Hatib Emevi camii eski hatiplerinden. El Hatib, aslında mühendis; ancak daha önce Batılı petrol firmaları adına Suriye’de lobicilik faaliyetlerinde bulunduğu biliniyor.
El-Hatip’in “rejimin tüm unsurları ve simgeleri ile birlikte devrilmesi” maddesini de içeren” bildiriyi yayımlayan Doha koalisyonun başında olması, başta azınlıklar olmak üzere ılımlı Sünnilerin de aralarında bulunduğu geniş kitleler tarafından tedirginlikle karşılandı.
Üstelik el-Hatib “devrim” adına herhangi bir mücadele vermemişti ve bu göreve Clinton tarafından getirilmişti.
ABD’nin el-Kaide uzantılı Nusra Cephesi terör örgütünü “terör örgütleri listesine alması sonrası, el-Hatib, kendisini bu göreve getiren ABD yönetimi ile de ters düşen bir açıklama yaptı ve Nusra Cephesi’nin Suriye devriminin bir parçası olduğunu” ağzından kaçırdı.
El Hatib’in sözlerinin sadece azınlıkları değil ılımlı ve çok geniş Sünni kitleyi de tedirgin edebileceğini hesaplayamamıştı.
El Hatip ile ilgili PR çalışmasını yürüten dünya basını “size yakın isim” mesajı vermek için el-Hatib’in “ehl-i beyt’ten” geldiğini yazıp söylese de başta Aleviler olmak üzere kimse bu ucuz numarayı yutmadı.
El Hatib’in Ehl-i Beyt’ten olduğu pompalamasını azınlıklar açısından tamamlamak için ise İstanbul Konseyi’nin başına bir Hıristiyan getirildi.
Riyad Seyf:
Muaz el-Hatib’in yardımcısı Riyad Seyf eski bir işadamı ve milletvekiliydi. Dünyaca unlu bir ayakkabı firmasının Suriye distribütörlüğünü yapan Seyf bu isini başkasına kaptırıp oğlu da öldürülünce sıkı bir muhalif oldu. Olayın tam olarak ne şekilde geliştiği bilinmese de Riyad Seyf de diğer birçok isim gibi ülkenin kaymağını yiyenlerden olarak görüldü.
Geroge Sabra:
Galyun sonrası göreve getirilen son derece sönük Abdulbasit Seyda’dan koltuğu devraldı. Aslında Clinton’un “bütün umutlarımızı boşa çıkardınız, zamankimizi ve paramızı boşa harcadınız” mealinde sarf ettiği “itiraftan” sonra İstanbul Konseyi’nin zaten ipi çekilmişti.
Ancak Doha’daki pazarlıklarda Konsey’in feshedilmesi “Koalisyonda çatlak yaratabilir ve eğer Koalisyon ise yaramazsa İstanbul Konseyi’ni tekrar parlatırız” düşüncesi ile ertelendi.
Riyad Hicab:
Başbakanlığa atanmadan önce Kuneytra valiliği, Lazkiye valiliği, tarım bakanlığı görevlerinde bulunan Riyad Hicab “çalışkanlığı” ile tanınıyordu. Ancak göreve getirildikten birkaç ay sonra yurtdışına kaçması imajını yerle bir etti.
Hicab’ın kaçışı dünya basınında çok büyütülse de Suriye içinde “giderse gitsin” tepkisi ile karşılaştı. Hicab’ın kaçtığının açıklanması haberden ibaret kaldı, halkta hiçbir tepki uyandırmadı. Hatta daha da ötesi Hicab “vatan haini” olarak görüldü.
Menaf Tlass:
Menaf Tlass Suriye’de yolsuzluğa batmış sistemin ve yönetimin “kaymağı yiyen” tabakasından biri olarak görülüyordu. Aynı zamanda zevk ve eğlenceye olan düşkünlüğü ile de bilinen Tlass’ın Fransa’ya kaçması Riyad Hicab’ın kaçışından fazla etki uyandırmadı.
Tam tersi Tlass’ın gitmesi birçok kişide “bizi sömüren bir kişiden daha kurtulduk” sevinci yarattı. Üstelik Tlass bir habere göre “Suriye ordusu izci takımı değildir” diyen babası tarafından bile dışlandı.
Riyad Es’ad, Mustafa Şeyh, ve diğer askerlerden bahsetmek ise burada zaman kaybından başka bir şey değil.
Cihad el-Makdisi:
Dışişleri bakanlığının “parlayan yıldızı” el-Makdisi’nin yönetimden ayrıldığı ve yurtdışına çıktığının açıklanması bugüne kadar yaşanan “ayrılmalar” içinde en çok konuşulanı oldu. Cihad el-Makdisi halk tarafından çok sevilen bir isimdi.
Ancak Makdisi’nin gidişi ile ilgili soru işaretleri bitmiyor. Bazı Lübnan gazeteleri Makdisi’nin kişisel sebeplerden dolayı üç ay izin aldığını yazdı.
Makdisi’nin ortadan kaybolmasının yönetimin bir manevrası olduğunu düşünenler bile var. gerçekten böyle midir zamanla ve geçiş formülü süreci içinde göreceğiz.
Dışarıdaki muhalifler içinde Suriye kamuoyunca en olumlu karşılanan isim ise Heysem Menna. Suriye iç muhalefetinden “Ulusal Koordinasyon Kurulu’nun başkan yardımcısı ve Yurtdışı sorumlusu olan Menna, bugüne kadar yaptığı açıklamalarda zaman zaman kızgınlığa sebep olsa da yönetim yanlıları tarafından bile “ne dediğini bilen, tarafsız, düşüncelerinde temelli ve dürüst” birisi olarak anılıyor.
Heysem Menna’nın yeni hükûmet formülü için düşünülen muhaliflerden biri olduğu kuvvetle muhtemel.
Doku uyuşmazlığı ihtimali
Son iki ismin dışında yukarıda anılan isimler ve benzerlerinin Suriye halkının küçük bir kısmı tarafından kabul görse bile, bürokratlar ve uzun bir suredir askerlerini kaybeden ordu tarafından kabul edilmesi neredeyse imkânsız gibi görünüyor.
Dolayısıyla bu isimlerin birinin Suriye’ye gelecek olma ihtimali bile tansiyonu tek başına yükseltmeye yetecektir.
Bu nedenle bu isimlerin üzerinde anlaşıldığı belirtilen formülde yer allamaları çok da mümkün görünmüyor.
İç muhalefet
İç muhalefet içinde en çok göze çarpan lideri Hasan Abdulazim. Yıllardır rejime karşı verdiği mücadelede birçok kez hapse giren Abdulazim eğer grup, parti ya da oluşumlardan birer kişi şartı varsa aynı gruptan Heysem Menna’nın geçiş hükûmetine girmesi halinde şanslı gibi görünmüyor.
“Sosyalist Milliyetçi Parti (SMP) ve ”Halkın İradesi Partisi” (HIP) ile başka bazı küçük partilerden oluşan “Değişim ve Özgürlük için Halk Cephesi” ise hâlihazırda hükûmette iki bakan bulunduruyor.
Bu sebeple “yönetim ile birlikte hareket eden muhalifler” olarak görülen Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kadri Cemil (HIP) ve Ulusal Uzlaşma Bakanı Ali Haydar’ın (SMP) geçiş hükûmetinde ne şekilde yer alacakları belli değil.
Sosyalist Milliyetçi Parti 80 yıllık geçmişi ile Suriye’nin en köklü partilerinden biri. Halk içerisinde de çok sayıda taraftarı olan SMP krizde tamamen barışçı değişimden yana tavır almıştı. Bu nedenle Suriye yönetiminin sıcak baktığı ve hatta değişim ve krizi atlatma surecinde ihtiyaç duyduğu bu oluşum (cephe) yeni hükûmette mutlaka temsil edilecek ve kabul görecektir.
Özgür Suriye Ordusu, selefiler ve diğerleri
Doha Koalisyonu “şemsiye” olma iddiası ile askeri cepheyi de birleştirme mesajları verince bazı selefi gruplar ortak bir açıklama ile koalisyonu tanımadıklarını ilan etmişti. Nusra Cephesi ise ABD tarafından terör örgütleri listesine alınmış durumda.
Doha Koalisyonunu kendilerine karşı kurulmuş bir tuzak olarak değerlendiren bu örgütler, kendilerini Suriye’ye gönderen ülkelerin sözünü dinleyecek mi? Ya da bu örgütleri Suriye’ye gönderen, silah ve maddi imkan sağlayan ülkeler bu örgütleri “yönetimin anlaşmaya uymaması halinde tekrar devreye sokmak için Suriye’de tutmaya devam edecekler mi? İkisi de yüksek ihtimaller.
Rusya – ABD formülü kabul görür ve ilan edilirse bu örgütler açısından yeni bir durum da ortaya çıkacak: Suriye yönetimi şu ana kadar “savaştığı teröristler” olarak tanımladığı bu gruplarla mücadelesini uluslararası zeminde de kabul ettirmiş olacak.
Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) adı altında savaşan örgütlerin ise “(yeni) yönetimin sözünü dinleme” olasılığı var. Ancak böyle olması halinde bile ÖSO adı verilen bu gruplar bir yerden yönetilmediği için çeteler var olmaya, yeni suç şebekeleri ortaya çıkmaya devam edecek.
Ancak her durumda Suriye’de gelinen bu kanlı aşamadan sonra yer yer ve zaman zaman çatışmaların, bombalı eylemlerin, intikam saldırılarının süreceği kesin gibi.
Dolayısıyla artık istikrarı bozulmuş bir ülke olan Suriye Irak’a dönüşmese bile (belki de uzun) bir süre daha “Irak manzaraları” göreceğiz demektir.