Ankara’nın Suriye batağından çıkışı için son fırsat

Daha önce dış politika konusunda hayati kararları Milli Güvenlik Kurulunda devlet aklıyla alan Türkiye, Suriye politikasını iktidar partisinin dışişleri bakanının romantizmiyle kurmasının bedelini ödüyor.

 

Suriye’deki güdümlü muhalefetin sahadaki operasyonlarıyla bunları destekleyen uluslar arası güçlerin diplomatik girişimleri arasındaki ilişkinin 18 Temmuz sonrasında değişmeye başladığına tanık oluyoruz.

18 Temmuz saldırısına kadar sahadaki operasyonlar, ABD, Fransa, Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar’dan oluşan “Dostlar”ın uluslar arası girişimleri için uygun zemin yaratmaya yönelikti.

Örneğin 2011’in ağustos ayında muhaliflerin Dera, Hama, Humus ve Deyr ez-Zor kentlerinde alan hakimiyeti kurma girişimleri Arap Birliği’nin devreye girmesi için zemin yaratırken, Baba Amr bölgesinin ocak ayından itibaren kurtarılmış bölge haline getirilmesi de BM Güvenlik Konseyi’nden müdahale kararı çıkarılması için kullanılmıştı.

Öte yandan “Dostlar”ın yer aldığı her çözüm girişimi Suriye yönetimine güvenlik tedbirlerini gevşetmeyi dayatıyor, Şam’ın gevşettiği güvenlik tedbirleri ise silahlı grupların kurtarılmış bölge oluşturması için uygun zemin yaratıyordu.

Nitekim Baba Amr’daki alan hakimiyetinin şartları Arap Birliği girişimi, şu an başta Halep olmak üzere birçok kentteki semt hakimiyetinin şartları da Annan planı sayesinde oluşturuldu.

Ancak 18 Temmuz sonrası süreç, Suriye krizi algısını kurgusal psikolojik zemininden çıkarıp bu krizin kendi nesnel gerçekliği ile gözükmesine neden olduğu için, muhaliflerin sahadaki operasyonları ile muhaliflerin dostlarının diplomatik girişimleri arasındaki koordinasyon da işlevsiz hale gelmeye başladı.

Çünkü 18 Temmuz saldırısına kadar Suriye krizi, “Şam yönetiminin halkın demokratik taleplerini şiddet kullanarak bastırması” diye tanımlanıyor ve kriz, bu kurgusal algı üzerinden yönetiliyordu.

18 Temmuz sonrası süreç ise Suriye krizinin Suriye’nin Dostları” adını kullanan uluslar arası aktörlerin Suriye’de devrim operasyonundan ibaret olduğunu; bir başka deyişle “Dostların” Suriye’ye karşı yerli unsurları ve uluslar arası militan şebekelerini kullanarak bir vekalet savaşı yürüttüklerini ortaya koydu.

18 Temmuz vekalet savaşı; sebepleri, hedefleri ve sonuçları

Peki 18 Temmuz saldırısı neydi ve Suriye’de devrim yapmaya çalışan uluslar arası güçler ile onlarla işbirliği yapan muhalifler arasındaki koordinasyon işlevselliğini neden yitirdi?

18 Temmuz’da Suriye’nin güvenlik konularında karar verici pozisyonda bulunan yetkilileri kendi karargahlarında bombalı saldırıyla öldürüldü.

Şam yönetiminin de teyit ettiği üzere 18 Temmuz saldırısı Suriye’de devrim yapmak isteyen bazı ülkelerin istihbarat servislerinin operasyonuydu ve bu sarsıcı darbeyle eş zamanlı olarak söz konusu istihbarat servisleriyle koordinasyon içinde olan binlerce yerli ve yabancı silahlı militan, kentleri ele geçirmek ve devrimi gerçekleştirmek için sahaya sürüldü.

Şam’da devrim isteyen uluslar arası güçlerin yerli unsurlar ve uluslar arası militan şebekeleri aracılığıyla 18 Temmuz’da Suriye’ye karşı başlattığı vekalet savaşı, 30 Haziran’daki Cenevre toplantısında ve 4 Temmuz’da Paris’te yapılan “Dostlar Toplantısı”nda uluslar arası bir uzlaşmaya varılamamasının bir sonucuydu.

Aslında ABD, Fransa, Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar, en azından 18 Ağustos 2011’den itibaren Suriye’de devrimden başka hiçbir çözüme razı olmayacaklarını ortaya koymuş ve yönlendirdikleri muhalifler üzerinden düşük yoğunluklu bir vekalet savaşı sürdüregelmişti; ancak Dostların küçük ortaklarından Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin muhalifleri silahlandırarak Annan planını sabote etmesine rağmen, büyük ortak ABD’nin Rusya ve Çin’i Yemen formülüne dahi ikna edemeyeceği 30 Haziran’da açıkça ortaya çıkmıştı.

ABD Başkanı Obama’nın Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’e çekilme çağrısı yaptığı 18 Ağustos 2011’den itibaren Suriye’ye karşı düşük yoğunluklu vekalet savaşı yürüten Dostlar’ın, bu vekalet savaşını 18 Temmuz’dan itibaren açıkça hayata geçirmesinin sebeplerini şu şekilde sıralamak mümkün:

1- Suriye konusunda uluslar arası alanda Soğuk Savaş dönemindekine benzer bir kutuplaşmanın oluşması,

2- ABD’nin 8 yıllık Irak tecrübesiyle Suriye konusunda tek taraflı adım atılmasından yana olmaması,

3- Rusya ve Çin’in Libya’da olduğu gibi Suriye’de de rejim değişikliği fikrine ikna edilememesi,

4- BM iradesine rağmen “güvenli bölge”, “uçuşa yasak bölge”, “tampon bölge” ya da “insani yardım koridoru” adlarıyla muhalifler için bir kurtarılmış bölge yaratılmasının mümkün olmayışı,

5- Dostlar’a akredite siyasi muhaliflerin homojenlikten, kapsayıcılıktan ve liderlikten yoksun olduğunun anlaşılması, muhalifleri birleştirme çabalarının başarısız olması,

6- Silahlı grupların daha etkili bir liderlik yapabileceği öngörüsü.

Bu şartlar çerçevesinde başlatılan vekalet savaşının muhtemel hedefleri de şu şekilde sıralanabilir:

1- Yönetimin güvenlik alanındaki karar vericilerinin kendi karargahlarında yok edilmesi sayesinde yönetimin moral bakımdan çökertilmesi ve savunma mekanizmasının tahrip edilmesi,

2- Halkta yönetime karşı güven duygusunun yok edilmesi,

3- Kentlerde alan hakimiyetleri oluşturularak halkın silahlı gruplara katılmasının sağlanması,

4- Halk desteğini kaybeden yönetim liderlerinin kaçışının veya muhaliflere katılmasının yolunun açılması,

5- Tıpkı Libya’da olduğu gibi başkentin düşürülmesi sayesinde yönetimin devrilmesi.

18 Temmuz operasyonu sonrasında muhaliflerden halka yapılan “sıfır saatini bekleyin” çağrısı bu hedeflerin haftalar içerisinde gerçekleştirileceği öngörüsüne dayanıyordu.

Ancak geçen iki aylık süre içerisinde halkın silahlılara katılmaması ve güvenlik güçlerinin başta büyük kentler olmak üzere büyük ölçüde kontrolü yeniden ele almaya başlaması yıldırım operasyonu ile rejimi devirme planının bir yıpratma savaşına dönüşmekte olduğunu gösteriyor.

Halen yaşanmakta olan yıpratma savaşının sonuçlarını ise şu şekilde özetlemek mümkün:

1- Dostlar’ın Suriye krizi ile ilgili olarak öne sürdüğü “halkın reform taleplerinin rejim tarafından şiddet kullanılarak bastırılması” argümanının inandırıcılığı kaybolmaya başladı,

2- Dostlar’ın vekalet savaşındaki tarafını açık etmesi sebebiyle Şam’ın müttefikleri de tutumlarını savunma konusunda daha kararlı hale geldi.

3- Mültecilerin Suriye’ye yönelik dış müdahale için psikolojik bir araç olarak kullanılmasını öngören proje çöktü. Yaşanan savaş şartları sebebiyle mülteci sorunu proje sahibi ülkeler açısından yakıcı bir soruna dönüşmeye başladı.

4- Suriye yönetimi açısından tampon bölge niteliği taşıyan kuzey bölgelerdeki Kürt yapılanması, Suriye yönetimi açsından bir fırsata, vekalet savaşının en önemli tarafı olan Türkiye açsından ise bir tehdide dönüşmeye başladı.

5- ABD Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey’in Suriye’deki durumu Libya ile karşılaştırmanın gülünç olduğunu belirterek Suriye’de güvenli bölge oluşturulması fikrini gerçekçi bulmadığına ilişkin açıklaması[1] Suriye’ye müdahale konusunda ABD başkanlık seçimlerine de umut bağlanamayacağını ortaya koydu.

6- Silahlı grupların kent merkezlerindeki alan hakimiyetlerine aşamalı olarak son verdiği gözlemlenen Suriye yönetiminin en azından 900 kilometrelik Türkiye sınırını tam olarak kontrol altına almakta yetersiz kalabileceği dikkate alındığında alan hakimiyeti savaşının aşamalı olarak Irak’taki gibi noktasal terörist saldırılar şeklinde devam edeceği beklenebilir. Bunun, ise “zalim rejim, mazlum halk” algısının “terörle mücadele eden yönetim” algısına dönüşmesine sebep olacağı söylenebilir.

Sonuç:

İki aylık sonuçları göz önünde bulundurulduğunda yıldırım operasyonu ile devrim öngören vekalet savaşının ulaşmak istediği hedefler bakımından başarısız olduğu; ancak “asılların” iradesinde bir değişme olmadıkça da yıllar sürecek bir yıpratma savaşına dönüşeceği görülüyor.

Ölümden dönen Şam yönetiminin kayıpları ortada ise de bu yıpratma savaşını yıllar boyunca sürdürebilecek durumda olduğu ortadadır; ancak bu vekalet savaşının en önemli “asıllarından” biri olan Türkiye’nin başta mülteci sorunu olmak üzere sürecin doğurduğu ekonomik, toplumsal, siyasi ve diplomatik sorunlara daha ne kadar katlanabileceği belirsiz gözüküyor.

Suriye’ye yönelik vekalet savaşının her ne kadar ABD, Fransa, Suudi Arabistan ve Katar gibi başka “asılları” bulunuyor olsa da vekiller aracılığıyla tahrip edilmekte olan Suriye’nin tüm enkazı Türkiye’nin üzerine düşüyor.

Çünkü uluslar arası şartların Şam’la anlaşmayı dayatması durumunda ABD ve Fransa’nın kaybı sadece itibar, Suudi Arabistan ve Katar’ın kaybı ise sadece paradan ibaret olacakken Türkiye’nin daha şimdiden –salt- 80 bini aşan mültecinin yarattığı toplumsal ve ekonomik sorunları çözmesinin ve bölgesiyle ilişkilerde uğradığı kayıpları telafi etmesinin hiç de kolay olmayacağı ortadadır.

Bağlantısızlar zirvesinde zemini hazırlanan Suriye temas grubu, Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi tarafından gündeme getirilen çözüm girişimi ve Annan planına kaldığı yerden devam etmek üzere BM Suriye Özel Temsilciliğine atanan Ahdar İbrahimi’nin temasları, Türkiye’ye bu işten daha fazla zarar etmeden çıkabilmesi için bir kavşak niteliğinde.

İronik bir şekilde Katar ve Suudilerle birlikte muhalifleri silahlandırarak Annan planını sabote eden Türkiye’nin çıkışı bu kavşakta virajı alabilmesiyle mümkün.

Suriye Temas Grubunun dışişleri bakan yardımcıları düzeyinde Kahire’de yapılan toplantısında İran, grubun Suriye’nin diğer komşuları olan Ürdün, Irak ve Lübnan’ın da alınarak genişletilmesini teklif etti.[2]

Türkiye, Suriye’de devrim fikrinden vazgeçip İran’ın bu teklifine destek vererek ve sorunun muhaliflerle yönetim arasında başlatılacak siyasi diyalogla çözümünden yana olduğunu samimiyetle kabul ederse virajı alarak çıkışa yönelebilir.

Daha önce dış politika konusunda hayati kararları Milli Güvenlik Kurulunda devlet aklıyla alan Türkiye, Suriye politikasını iktidar partisinin dışişleri bakanının romantizmiyle kurmasının bedelini ödüyor.

Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin Suriye sorununun çözümü için İran, Mısır, Türkiye ve Suudi Arabistan’dan oluşan grup önerisine Katar’ı teklif eden, yahut fetih coşkusuyla Emevi camiinde namaz kılmaktan[3] söz eden Türkiye’nin bu viraja bile çok hızlı ve tehlikeli girdiği görülüyor.

 

      



[1]http://www.ntvmsnbc.com/id/25378242/

[2]http://www.ydh.com.tr/HD10692_iran--suriye-temas-grubu-genisletilsin.html

[3]http://www.akparti.org.tr/site/basin-raporlari/guncel/



Makaleler

Güncel