Suriye’deki vekalet savaşından “onurlu çıkış”

Son iki hafta içerisinde Suriye konusunda yaşanan iki uluslar arası gelişme 18 Temmuz sonrası başlatılan vekalet savaşı aracılığıyla gerçekleştirilmesi öngörülen devrim projesinin çöktüğünü ve projenin en büyük ortağının bu vekalet savaşından “onurlu bir çıkış” arayışına girdiğini düşündürüyor.

 

Son iki hafta içerisinde Suriye konusunda yaşanan iki uluslar arası gelişme 18 Temmuz sonrası başlatılan vekalet savaşı aracılığıyla gerçekleştirilmesi öngörülen devrim projesinin çöktüğünü ve projenin en büyük ortağının bu vekalet savaşından “onurlu bir çıkış” arayışına girdiğini düşündürüyor.

Birinci gelişmeyi New York Times gazetesi duyurdu. Gazete, 6 Ekim tarihli haberinde Suudi Arabistan ve Katar’ın Suriye’deki isyancılara ağır silahlar vermeyi durdurduğunu, bunda da verilen silahların ülkedeki terörist grupların eline geçtiği endişesini taşıyan Washington’un etkisinin olduğunu bildirdi.[1]

İkinci gelişme ise birincisiyle sebep-sonuç ilişkisi kurulabilecek cinstendi ve baş aktörünün sabıkası, halihazırdaki konumu ve etkisi dikkate alındığında çok daha önemli ve açıklayıcıydı.

Sözünü ettiğimiz ikinci gelişmenin aktörü Azmi Beşara ile birlikte “Suriye Ulusal Konseyi” adlı muhalif örgütün kuruluşuna öncülük eden eski ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Jeffrey Feltman’dı ve Feltman bu kez BM Genel Sekreteri Yardımcısı sıfatıyla Skynews’e yaptığı açıklamada Suriye’deki isyancı gruplara verilen silah desteğinin durdurulması çağrısında bulunuyordu.[2]

Bu iki gelişmeyi 2012 yılının şubat ayından itibaren “Suriye’nin Dostları” adını kullanmaya başlayan uluslar arası konsorsiyumun en büyük ortağı olan Amerika’nın 20 aydır hayata geçirilmeye çalışılan Suriye’de devrim projesinden tamamen vazgeçmeye başladığının bir işareti olarak okumak elbette abartılı olur.

Ancak aşağıdaki şartların Washington’u 18 Temmuz’da başlatılan ve birkaç hafta içerisinde “devrimci halk ayaklanması” ile zafere ulaşacağı beklenen vekalet savaşından çekilmeye zorladığı söylenebilir.

1- 18 Temmuz sonrası başlatılan vekalet savaşı, “asılların” beklediğinin aksine birkaç hafta içerisinde “vekillerin”in zaferiyle sonuçlanamadı ve “asılların” aleyhine bir yıpratma savaşına dönüştü.

2- İsyancılar, kent savaşı açısından kendilerine son derece esnek imkanlar kazandıran gerilla tipi askeri yapılarına rağmen zaman zaman kent merkezlerindeki bombalı saldırıları istisna edilecek olursa ofansif bir pozisyon kazanamadı. Buna karşın konvansiyonel bir savaş için yapılandırılmış düzenli bir ordu olması bakımından isyancılara nispetle son derece hantal bir yapıda olan Suriye ordusu çok daha esnek davranmayı başardı, isyancıları savunma pozisyonunda bıraktı ve inisiyatifi ele geçirerek savaşın seyrini belirlemeye başladı.

3- Mevcut şartlarda isyancıların yönetimi deviremeyeceği, Suriye güvenlik güçlerinin de sayısı 60 bin olarak ifade edilen silahlı militanları kısa süre içerisinde ortadan kaldıramayacağı, dolayısıyla da yıllara yayılabilecek bu yıpratma savaşının bölgede ciddi belirsizliklere ve istikrarsızlıklara zemin hazırlayacağı fark edildi.      

4- Suriye yönetimine karşı savaşan gruplardan Özgür Suriye Ordusu tabelasını kullanan kesimin az sayıda firari asker barındırmakla birlikte savaşçı niteliğinden yoksun milislerinden oluşması sebebiyle yönetime karşı savaşta ve sonraki süreçte inisiyatifi Irak, Afganistan ve Libya’dan gelen ve savaş tecrübesine sahip el-Kaide vb örgütlere kaptıracağı ihtimali belirdi. Suriye’yi ikinci bir Afganistan veya Somali haline getirme potansiyeli taşıyan bu durum ise tüm bölge politikasını İsrail’in güvenliği üzerine temellendiren Amerika’yı kaygılandırmaya başladı.

5- Bu yıpratma savaşının zaten ekonomik ve siyasi yaptırımlar altında olan Suriye’yi daha da yıprattığı doğru olmakla birlikte başta Türkiye olmak üzere silahlı gruplara verdikleri destekle kendini bu savaşın bir parçası haline getiren bölgesel ve uluslar arası aktörleri de -sadece ekonomik, politik ve diplomatik açıdan değil ortaya çıkmaya başlayan güvenlik sorunları açısından da- yıprattığı görüldü.

6- Rusya ve Çin’in söz konusu “devrim projesine” karşı tutumu sebebiyle Suriye çevresinde bir tür “Soğuk Savaş” dengesi oluştuğu ortadayken, Türkiye’nin Suriye ile yaşadığı sınır gerginliklerinin bir bölgesel hatta uluslar arası savaşa yol açabileceği riski oluşmaya başladı.

Bu şartlar, yazının başında sözü edilen iki gelişmenin sebepleri konusunda fikir veriyor ve Amerika’nın neden bu vekalet savaşından “onurlu bir çıkış” arayışına girdiğini açıklıyor.

Ancak Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin Türkiye’yi Suriye ile savaşa sokabilecek provokasyonlara zemin yaratma pahasına silahlı gruplara barınma imkanı ve lojistik destek vermeyi sürdürmesi, Suriye’ye askeri müdahale için tezkere çıkarması ve son olarak Suriye’ye giden uçakları inişe zorlaması Ankara’nın Washington’u vekalet savaşında tutmakta ısrar ettiğini gösteriyor.

Mart ayına kadar Suriye’deki militanların silahlandırılmasına karşı çıkan Amerika’nın[3] mayıs ayından itibaren muhaliflerin silahlandırılmasına onay vermek zorunda kalmasında nisan ayında Türkiye’yi ziyaret ettikten sonra Suriye politikası üzerinden Obama yönetimine yüklenen Cumhuriyetçi senatörlerden John McCain ile Joe Lieberman’ın seçim propagandalarının etkisi olmuştu.

Obama yönetimi, “Türk yetkililer Suriye konusunda daha agresif davranabilmek için Amerika’dan liderlik bekliyor” diyen Lieberman ve McCain’in kurduğu baskı sonucu 18 Temmuz’da başlayan bu vekalet savaşına girmişti.

Gözüken o ki Ankara, Washington’un aksine Suriye’de süren vekalet savaşının hala zaferle sonuçlanabileceğini düşündü ve Obama yönetimini en azından başkanlık seçimlerine kadar savaşın içinde tutmaya çalıştı.

Ancak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’la Bakü’de yaptığı görüşmenin ardından yaptığı açıklamalar, Ankara’nın Washington’u değil, Washington’un Ankara’yı ikna ettiğine dair işaretler içeriyor.

Suriye krizinin çözümü konusunda İran’a “üçlü müzakere sistemi” önerdiklerini belirten Erdoğan, ''Biz burada üçlü bir sistem önerdik. Bu sistem Türkiye-Mısır-İran böyle bir üçlü olabilir. İkinci sistem Türkiye-Rusya-İran olabilir. Üçüncü bir sistem Türkiye-Mısır-Suudi Arabistan olabilir. Buralardan alınacak neticeyle bu daha da yaygınlaştırılabilir. Bu yaygınlaştırma neticesinde de neler yapabileceğimizi daha net görebiliriz.”[4] dedi.

Erdoğan’ın yeni bir keşifmiş gibi gündeme getirdiği müzakere süreçleri esasen başından beri Suriye sorununun “devrim”le değil, yönetimle muhaliflerin diyalogu ve siyasi müzakereleriyle çözülebileceğini söyleyip duran Rusya ve İran’ın görüşüydü.

Öte yandan Annan planı tam da bunun gerçekleştirilmesi için başlatılmış bir uluslar arası girişimdi; ancak 10 Nisan’da yürürlüğe girecek Annan planını 9 Nisan’da kadük ilan eden[5] Türkiye, Katarlı ve Suudi ortaklarıyla muhaliflerin silahlandırılmasına aracılık ederek Annan planını sabote etmeyi başarmış ve Suriye sorununu devrim yoluyla “çözmek” için halen devam etmekte olan vekalet savaşının merkez üssü olmuştu.

“Suriye’nin öz evlatlarının”[6] eliyle fethedeceği Şam’daki devrimi, Emevi camiinde namaz kılarak[7] taçlandırmayı düşleyen Türkiye’nin şimdi üç farklı “müzakere sistemi” önermesi, İran’ın BM Suriye Özel Temsilcisi Ahdar İbrahimi’ye önerdiği Suriye’de “geçiş süreci” formülüyle bağlantılı gözüküyor.

İran, Suriye’de “geçiş süreci” formülünü Şam yönetimi ile istişare ve koordine ederek sunduğunu[8] vurgularken, BM Suriye Özel Temsilcisi Ahdar İbrahimi de Jeffrey Feltman’ın muhaliflerin silahlandırılmasına son verilmesi çağrısını tekrarlayarak bir anlamda Annan planını yeniden diriltmeye çalışıyor.

Başbakan Erdoğan’ın İran Cumhurbaşkanı ile görüşmesinden sonra gündeme getirdiği “üçlü müzakere sistemi”ni Cenevre bildirisiyle de destekleyerek Ahdar İbrahimi’nin girişimine somut bir desteğe dönüştürüp dönüştürmeyeceği şimdilik meçhul.

Ancak Türkiye, eğer başbakanın sözünü ettiği “üçlü müzakere sistemi”nin tamamının karışımıyla yani “Türkiye, Rusya, İran, Mısır, Suudi Arabistan”dan oluşan bir kombinasyonla çözüm girişiminde bulunur ve sorunun Şam yönetimi ile muhalifler arasında kurulacak diyalogla çözümüne destek verirse hem “onurlu bir çıkış” bulmuş, hem de vekalet savaşıyla akıtılmakta olan kanı durdurmuş olur.

Elbette bunu yapması durumunda herkesin Ankara’ya “sorunun parçası olmaktan vazgeçip çözümün parçası olma noktasına varmak için neden bu kadar geç kaldınız” diye sorma hakkı olacaktır.

Ancak Ankara’nın kendisini Suriye devrimine liderlik yapmaya teşvik edip sonra yalnız bırakan Washington ve Paris’le yollarını ayırıp bölgesine geri dönmesi, aynı zamanda zarardan dönmesi anlamına da gelecektir.        



[1]http://www.nytimes.com/2012/10/07/world/middleeast/citing-us-fears-arab-allies-limit-aid-to-syrian-rebels.html?_r=1&pagewanted=all

[2]http://www.ydh.com.tr/HD10849_feltman--muhalifleri-silahlandirmayi-durdurun.html

[3]http://www.hurriyet.com.tr/planet/20010750.asp

[4]http://www.ntvmsnbc.com/id/25390640/

[5]http://www.cnnturk.com/2012/dunya/04/09/annan.plani.kaduk.oldu/656611.0/index.html

[6]http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1095446&CategoryID=78

[7]http://www.hurriyet.com.tr/gundem/21386210.asp

[8]http://fa.alalam.ir/news/383794