Erdoğan hükümetinin İsrail’le söylem düzeyinde yarattığı gerginliği, ikili ekonomik ilişkilere ters oranda yansıtmasını da bunu Arap sokaklarında kendisi açısından bir krediye dönüştürmesini de bilen kamu diplomasisi harikaları 8 günlük Gazze savaşı sırasında zirveye çıktı.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 2009’da Davos’ta düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu’nda İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez’e yönelik meşhur “one minute” çıkışı, sadece Türkiye İsrail ilişkileri açısından değil, bölge halklarının Türkiye algısı bakımından da önemli bir dönüm noktası oldu.
Türkiye İsrail siyasi ilişkilerinde soğukluğa neden olan bu çıkışla birlikte Arap sokaklarındaki “NATO ve İsrail’in bölgedeki en önemli müttefiki Türkiye” imajı, “zulme sessiz kalmayan Filistin hamisi Türkiye” imajına dönüşmeye başladı.
Türkiye’ye bölge halkları nezdinde büyük bir itibar kazandıran Davos çıkışı, planlı bir politik adım değil, Başbakan Erdoğan’ın çabuk parlayan mizacının ve attığı adımın seyrini yarattığı sonuçlara göre belirleyen esnekliğinin ürünüydü.
Nitekim panel sırasında Peres'e dönerek "Sesin çok yüksek çıkıyor. Benden yaşlısın biliyorum ki sesinin benden çok yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisinin gereğidir. Benim sesim bu kadar çok yüksek çıkmayacak. Bunu böyle bilesin. Öldürmeye gelince siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz…" diyen Erdoğan, paneli terk ettikten sonra Dünya Ekonomik Forumu Başkanı Klaus Schwab’la bir basın toplantısı düzenlemiş, tavrının Perez’e değil, moderatörün tutumuna yönelik olduğunu söylemiş ve “Herhangi bir şekilde ne İsrail halkını ne Cumhurbaşkanı Peres'i ne de Musevi halkını hedef aldım''[1] demişti.
Gözüken o ki Perez’in kendisine karşı sesini yükseltmesine öfkelenen Erdoğan, mizacına uygun duygusal bir tepki göstermiş; ancak toplantıdan hemen sonra uluslar arası alanda ve ülke içinde ortaya çıkabilecek olumsuz tepkileri dikkate alıp Perez’i veya İsrail halkını hedef almadığını vurgulamıştı.
Ancak Davos dönüşü ülkede -küçük bir elit azınlığın sınırlı tepkisine rağmen- yapılan coşkulu karşılama ve “One Minute” çıkışının tüm bölgede yarattığı benzersiz heyecan, Erdoğan’a toplantıdan hemen sonra takındığı temkinli tutumu sürdürmesinin gereksiz olduğunu göstermişti.
İsrail’e yönelik sert söylemlerin hem iç politikada hem de bölgede son derece karlı bir propaganda aracı olduğunun fark edilmesi, Erdoğan hükümetini İsrail’e karşı söylem düzeyinde daha cesur kılarken siyasi ilişkilerde gerilime sebep olan bu yeni siyaset tarzı, ekonomik ilişkilerin aşamalı olarak[2] benzersiz bir şekilde artmasını[3] engeleyemedi.
Siyasi ilişkilerde henüz herhangi bir sorunun bulunmadığı 2008 yılında 3,4 milyar Dolar olarak gerçekleşen Türkiye-İsrail ticaret hacmi, 2010 yılında 3.1 milyar dolarlık seviyeyi yakalamış, 2011’in ilk çeyreğinde ise, 2010’un aynı dönemine kıyasla %40’lık bir artış ile 1 milyar Dolarlık bir hacme ulaşmıştı.[4]
Bir başka deyişle Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara geldiği 2002 yılında 1 milyar 325.994 bin Dolar[5] olan Türk İsrail ticaret hacmi, diplomatik ilişkilerin en alt düzeye indirildiği 2011 yılında 4 milyar Dolar’a[6] çıkmıştı.
Erdoğan hükümetinin İsrail’le söylem düzeyinde yarattığı gerginliği, ikili ekonomik ilişkilere ters oranda yansıtmasını da bunu Arap sokaklarında kendisi açısından bir krediye dönüştürmesini de bilen kamu diplomasisi harikaları 8 günlük Gazze savaşı sırasında zirveye çıktı.
Gazze için “adam gibi ölmek”
Başbakan Erdoğan, Gazze’ye yönelik 8 günlük saldırının 4. gününde Mısır’da yaptığı konuşmasında Gazze’yle Suriye arasında özdeşlik kurup Türkiye’nin 170 bin[7] Suriyeli mülteciye baktığını söyledi. Halbuki Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, Erdoğan’ın bu açıklamasından 4 gün sonra Suriye’den Türkiye’ye sığınanların sayısının 123 bin 774[8] olduğunu açıkladı.
Erdoğan, Türk Mısır İş Forumu’ndaki konuşmasında da İsrail Başbakanı Netanyahu’ya bölgedeki şartların 2008 yılındakinden farklı olduğu hatırlatmasında bulundu. İsrail’i açıkça, Amerika’yı da üstü örtülü bir şekilde Türkiye’nin yeni bölgesel müttefikleriyle “korkuttu” ve “Bu bölgede karanlık senaryoları uygulamak isteyenler artık bu bölgede hamdolsun Türkiye gibi, Mısır gibi, Suud gibi, Katar gibi Körfez ülkelerinin olduğunu bilmek durumundadırlar”[9] dedi.
İsrail’e, Amerika’ya ve Birleşmiş Milletlere yönelik sert ifadelerini yurda döndükten sonra da sürdüren Erdoğan, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarıyla ilgili olarak bir hadise de göndermede bulundu ve “"Hala tribünden mi izleyeceğiz? Ya elimizle ya dilimizle müdahale edeceğiz. Öleceksek adam gibi ölelim"[10] dedi.
Erdoğan, İsrail’in Gaze’ye yönelik saldırılarına kalple ya da dille tepki göstermeyi yetersiz buluyor; “öleceksek adam gibi ölelim” ifadesiyle savaş seçeneğini dahi gündeme getirerek İsrail’e karşı somut adım atmaya çağırıyordu.
Erdoğan bu çağrıyı kime yaptığını açıkça söylemedi; ancak bu konuşmayla eş zamanlı olarak Türkiye, İsrail’e karşı somut bir adım attı ve Mavi Marmara olayından sonra yaptırım uyguladığı İsrail’e ilk kez ticari gemi seferleri başlattı.
Suriye’yle yaşadığı savaş şartlarından dolayı Suriye üzerinden başta Ürdün olmak üzere diğer bölge ülkeleriyle ticari ilişkileri aksayan Türkiye, İskenderun’dan İsrail’e ticari gemi seferleri başlatmakla kalmıyor, Suriye’deki sıkıntılar giderilse dahi bu seferlerin devam edeceğini açıklıyordu.[11]
Türkiye’nin İsrail’e yönelik somut adımı bununla sınırlı kalmadı. Gazze’de ateşkes yapılmasından 2 gün sonra Türkiye’nin eski İsrail Büyükelçisi ve halihazırdaki Dışişleri Bakan Yardımcısı Feridun Sinirlioğlu’nun İsrail temsilcisi Yosef Chiechanover ile Cenevre’de ilişkileri normalleştirmek için görüşmeler başlattığı açıklandı.[12]
Bu arada Gazze konusunda yapılan ateşkesin Mısır’ın koordinasyonuyla sağlanması, Ortadoğu’da değişimi yönetme iddiasındaki[13] Türk yetkililerin Gazze’de göz yaşı dökmekten ve ölçüsüz sloganlar atmaktan başka bir şey yapmadığı yönünde Erdoğan hükümetini hedef alan eleştirilere sebep oldu.
Fedakarlık yapıp Mısır’ı ön plana çıkardık
Bu eleştirilere Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Dış İlişkilerden Sorumlu Başkan Yardımcısı Ömer Çelik cevap verdi.
Ömer Çelik’e göre “Mısır, Türkiye’nin (ateşkes sürecinin) içinde olmasını istiyordu. Hamas da bunu olmazsa olmaz olarak görüyordu. Obama tarafı zaten Türkiye olmadan Hamas’ın ikna edilemeyeceğini bildiğinden çok boyutlu bir durum vardı.”
“Aslında Clinton gelmeden 15 saat önce bu noktaya varılmıştı. Ancak muhtemelen bu meselenin başarısının Mısır, Katar, Türkiye’nin hanesine yazılmaması için İsrail, Clinton’ın gelişini beklemek istedi.”
“Saldırının Gazze halkı üzerinde olumsuz etkisi vardı ama, başbakanımız burada asıl zor durumda bırakılanın Mısır olduğu değerlendirmesini yaptı. Mısır’ın konumunun rahatlatılmasını Başbakanımız çok önemsedi. Türkiye burada Mısır’ın pozisyonuna destek verecek bir tutum aldı. O anlaşma metinde aslında Mısır olarak yer alan ifade fiiliyatta Mısır artı Türkiye’dir.”[14]
Ömer Çelik’e "Batı’da katıldığı birçok toplantıda Arap Baharı bağlamında iki tarafın da dilini konuşanın Türkiye olduğu" söylenmişti. "Gazze kriziyle bu durum konsolide olmuştu" (pekişmişti) bu yüzden de "Ankara, doğrudan Mısır’ı da ilgilendiren bir konu olduğu için Mısır’ın konumunu önceleyen bir tavır almıştı."
Türkiye’nin ateşkesin dışında da kazanımlar elde ettiğini savunan Ömer Çelik Ortadoğu Dörtlüsü'nün, Türkiye ve Mısır’ın bu ateşkesteki rolü sebebiyle artık “altılı” olduğuna inanıyordu. Yani Filistin’le ilgili olarak bundan sonraki süreçte BM, AB, ABD ve Rusya’nın yanında Türkiye ve Mısır da söz sahibi olacaktı.
Hamas’la İsrail daha önce de ateşkes yapmıştı; ancak Ömer Çelik’e göre bu ateşkesle birlikte "öteden beri Hamas’ın meşru bir muhatap olarak kabul edilmesini isteyen Türkiye’nin dediği olmuş", "Gazze’deki ablukanın kısmen de olsa kaldırılması sağlanmış ve bölge ülkeleri İsrail saldırganlığına karşı kurumsal bir ses vermişti." Dolayısıyla "Mısır’ın mı Türkiye’nin mi başrol oynadığı, boş bir tartışma"ydı.
“İsrail, kara harekatı yaparsa bedelinin ne olacağı tam kestirilemiyor. Zannediyorum askeri planlama siyasetçilerin planlamasından daha rasyoneldi. Hamas ile böyle bir mücadelenin İsrail’e büyük bir bedel yaratabileceğini gördüler” diyen Ömer Çelik’in, İsrail’in Gazze’ye yönelik savaşı genişletememesinin sebebinin Filistin direnişinin askeri caydırıcılığından kaynaklandığının farkında olduğu görülüyordu.
Ancak Ömer Çelik’e göre Filistin direnişine bu askeri caydırıcılığı kazandıran İran’ın bu süreçteki konumu, “masanın bir tarafında” olmaktan ibaretti. “İslami Cihad gibi İran’la ilişkilendirilme kapasitesi olan ve İsrail’e karşı füze saldırılarında aktif örgüt”ler olsa da “Hamas Suriye’den ayrıldıktan sonra İran karşı bir pozisyon al”mıştı ve “İran’ın yönlendirdiği gruplar Suriye’de, Mısır’da, başka yerlerde halkla karşı karşıya gelmekteydi.”
Türk ABD ilişkilerinin kimyası sert sözlerden etkilenmez
Erdoğan hükümetinin Gazze’de ateşkesin sağlanması konusundaki “rolü” ile ilgili merak edilen en önemli hususlardan biri de Erdoğan’ın İsrail’i doğrudan, ABD’yi de dolaylı olarak hedef alan sert sözlerinin Ankara Washington ilişkilerine nasıl yansıyacağıydı.
Ömer Çelik, Başbakan Erdoğan’ın sert açıklamalarının “Obama ile hükümetimiz arasındaki ilişkinin kimyasının ya da dinamiklerinin bozulması”na sebep olmayacağını belirtti.
İsrail’in güvenliğini kırmızıçizgi olarak gören Amerika’nın İsrail’den sonra bölgedeki en yakın müttefiki olan Türkiye’den “öleceksek adam gibi ölelim” düzeyinde sert açıklamalar duymasına rağmen Obama ile Erdoğan hükümeti arasında herhangi bir sorun yaşanmayacağına göre bunun muhtemel sebepleri şunlar olabilir.
1- Obama hükümeti, Erdoğan’ın bu sert açıklamalarından ve işi İsrail’le savaşa götürmesinden korkmaktadır.
2- Obama hükümeti, Erdoğan’ın sert söylemine rağmen İsrail’le reel ilişkilerinde bir sorun olmadığını görmekte ve Erdoğan’ı ciddiye almamaktadır.
3- Obama hükümeti maceracı tutumuyla kendisini rahatsız eden Netanyahu hükümetini Erdoğan’ın tedip etmesinden şikayetçi değildir.
4- Obama hükümeti Suriye konusundaki öncü rolünden dolayı Erdoğan’ın İsrail’e yönelik sert söylemine tahammül etmektedir.
5- Obama hükümeti, Erdoğan hükümetinin İsrail’e yönelik sert söylemiyle bölge halkları nezdinde topladığı krediyi müttefiklik ilişkileri çerçevesinde kullanacağından emindir.
[1]http://www.dw.de/erdo%C4%9Fan-davosu-terk-etti/a-3988806
[2]http://www.hurriyet.com.tr/ekonet/14922154.asp
[3]http://www.bbc.co.uk/turkce/ekonomi/2011/11/111121_turkey_israel.shtml
[4]http://www.mfa.gov.tr/turkiye-israil-siyasi-iliskileri.tr.mfa
[5]http://www.akbank.com/doc/deik/Israil_Bulten_Kasim_2011.pdf
[6]http://www.zaman.com.tr/newsDetail_getNewsById.action?haberno=1213999
[7]http://www.zaman.com.tr/dis-haberler/gazze-katliaminin-hesabi-sorulacak/2017260.html
[8]http://www.aksam.com.tr/turkiyede-123-bin-suriyeli-var--150220h.html
[9]http://www.zaman.com.tr/dis-haberler/gazze-katliaminin-hesabi-sorulacak/2017260.html
[10]http://www.cnnturk.com/2012/guncel/11/20/oleceksek.adam.gibi.olelim/685371.0/
[11]http://haber.gazetevatan.com/hatay-israile-baglandi/494122/2/Ekonomi
[12]http://www.haaretz.com/news/diplomacy-defense/israel-and-turkey-resume-talks-to-end-diplomatic-crisis.premium-1.480143
[13]http://www.sabah.com.tr/Gundem/2012/04/26/ortadoguda-degisimi-biz-yonetecegiz