Evet Suriye’de elde var sıfır

Obama'ya dosya vermeğe giden Erdoğan Washington’dan görev dosyası alarak döndü.

 

“Arap Baharı”, sonuçları bakımından da, uluslar arası güçlerin bu isyanları ve isyan sonrası süreçleri yönetme biçimi bakımından da üç model ortaya çıkardı.

1- Kitlesel “devrimler”: Büyük kentlerde bastırılamayan kitlesel gösterilere orduların müdahale ed(e)memesi sebebiyle üç haftada gerçekleşen bu devrimler, Tunus ve Mısır’da yaşandı.

2- Dış müdahaleli devrimler: Libya devrimi, NATO müdahalesiyle, Yemen devrimi ise Körfez İşbirliği Örgütü’nün Ali Abdullah Salih’i çekilmeye ikna etmesiyle gerçekleşti.

3- Bastırılan devrim: ABD’nin 5. Filosunun bulunduğu Bahreyn’de başlayan kitlesel gösteriler, Suudilerin askeri müdahalesiyle bastırıldı.

Uluslar arası güçler, bu üç modele göre gelişen isyanlara ve isyan sonrası süreçlere şu üç şekilde müdahil oldu.

1- Destekleme: Batı’nın çıkarlarıyla çelişen ülkelerde devrimler desteklendi, Libya’ya doğrudan, Suriye’ye ise “vekiller” aracılığıyla askeri müdahalede bulunuldu.

2- Bastırma veya yönlendirme: ABD açısından hayati öneme sahip Bahreyn’de bastırıldı, Yemen’de ise iktidarın Ali Abdullah Salih’in Yardımcısı Abdurabbih Mansur Hadi’ye devredilmesi sağlanarak yönlendirildi.

3- Çalma: Barışçı, kitlesel ve kısa bir süreli olduğu için önlenemeyen Tunus ve Mısır devrimleri sonrasında siyasi süreçlerin eski rejimlerin bürokratları tarafından hazırlanması sağlandı. Bu ülkelerde devrimden sonra iktidara gelenler de “ülke gerçeklerini” gerekçe göstererek Batı’yla uyumlu olacaklarının güvencesini verdiler. Nitekim Tunus seçimlerinden “birkaç gün önce ABD’li Senatör Joe Lieberman, “El Nahda ile Yaşamayı Öğrenme Üzerine Düşünceler” başlıklı yazısında uluslararası toplumun Nahda’ya bir şans tanıması yönünde bir mesaj vermiş” ve “Lieberman’ın 23 Ekim seçimlerinden önce El Nahda’ya verdiği açık destek, hareketin ülke içinde ve dışındaki alanını oldukça genişletmiş”ti.[1]

Mısır’da ise hem meclis hem de cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanan Müslüman Kardeşler Camp David anlaşmasına bağlı olduklarını açıkladı.[2] Gazze ablukası konusunda Mübarek dönemiyle Mursi dönemi arasında ciddi bir nitelik farklılığı olmadı; hatta Hamas Siyasi Büro Başkanı Yardımcısı Musa Ebu Merzuk’un ifadesiyle Mursi, Hüsnü Mübarek’ten çok daha fazla tünel imha etti.[3]

Demokrasi talebinden vekalet savaşına Suriye           

Yaklaşık yarım yüzyıldır totaliter bir yönetimle ve olağanüstü halle yönetilen Suriye’de 18 Mart’ta başlayan isyanda “Arap Baharı”nın tetikleyici rolü inkar edilmiyor. Ancak diğerlerinin aksine Şam’ın, “demokrasi” taleplerine direnmek yerine bunları aşamalı ve kontrollü bir şekilde gerçekleştirme yönünde adımlar attığı da bir gerçek.

Örneğin 24 Mart’ta olağanüstü halin kaldırılacağı, diyalog komitesinin kurulacağı, geniş çaplı reformlara gidileceği açıklandı.[4] 30 Mart’taki konuşmasında “reformlardan ve halkın taleplerinin karşılanmasından yana olduklarını belirten Cumhurbaşkanı Beşşar Esed, ulusal diyalog toplantıları çerçevesindeki talepleri karşılamak üzere 6 Nisan’da peçeli kadınların devlet dairelerinde çalışmasına izin verdi. 8 Nisan’da vatandaşlık haklarından mahrum olan Kürtlere vatandaşlık verildi, 21 Nisan’da olağanüstü hal ve devlet güvenlik mahkemeleri kaldırıldı ve nihayet yeni anayasa ile çok partili hayata geçildi.

Suriye için devrim modeli arayışı

Ancak Yarım yüzyıl boyunca totaliter bir rejimle yönetilen Suriye’de atılan reform adımları, diasporadaki muhalifler ile uluslar arası çevreler tarafından “geç kalınmış” ve “yetersiz” bulundu. Onlara göre sorun reformlarla değil, devrimle çözülebilirdi. Peki ama hangi modelle?

Suriye’de 3 haftalık Tunus ve Mısır devrimlerinin şartlarının oluşmayacağı, 3 ay sonra artık kesinlik kazanmıştı. Çünkü milyonluk nüfuslara sahip Halep’te hiç gösteri olmamış, Şam’daki gösterilere katılım 3-5 bin kişiyle sınırlı kalmış ve yönetimin reform yönünde attığı adımlar da tansiyonu düşürmeye başlamıştı.

Haziran’dan itibaren Libya modelinin zeminleri oluşturulmaya başlandı. Bu modelin gerçekleşmesi için 3 araç gerekiyordu.

1- Devrime liderlik edecek bir örgüt,

2- Kurtarılmış bölge

3- Uluslar arası müdahale kararı

Diasporadaki muhaliflerin 3 Haziran’daki Antalya toplantısından 3 gün sonra Cisr eş-Şugur’da 120 güvenlik görevlisi öldürüldü. Bu eylem, sadece büyüklüğü bakımından değil, doğrudan muhalifler tarafından üstlenilmesi bakımından da bir dönüm noktasıydı. Aslında 2011 yılının nisan[5] ayından  itibaren silahlı eylemlerde bulunan muhalifler, bu eyleme kadar gösterilerin barışçı olduğunu rejimin tek yanlı şiddet kullandığını iddia ediyordu.

Suriye ordusundan firar eden Yarbay Hüseyin Harmuş, olaydan sonra sığındığı Türkiye’de eylemi üstlendi ve Hür Subaylar adlı bir örgüt kurduğunu açıkladı. Hür Subaylar, Harmuş’un bazı MİT görevlileri tarafından Suriye’ye “satılması” sebebiyle devrime liderlik edecek örgüt olamadı; ancak onun ortadan kaldırılması, rütbesi sebebiyle Harmuş’la liderlik kavgasına tutuşan Albay Riyad Esad’ın ve kurduğu Özgür Suriye Ordusu’nun önünü açtı.

  Askeri alandaki bu örgütü, sivil muhaliflerin ABD, Katar ve Türkiye öncülüğünde örgütlenmesi izledi ve sivil muhalifler 2 Ekim’de İstanbul’da Ulusal Konsey adlı örgütü kurdu, böylece Libya modeli devrimin ilk aracı oluşturulmuş oldu.

 Türkiye, olaylar öncesinde mülteci kampları kurmaya başlayarak, muhalifleri örgütleyerek ve Davutoğlu’nun tabiriyle “4 aşamalı stratejik plan” çerçevesinde adımlar atarak Suriye’deki iç sorunun uluslar arası bir krize dönüştürülmesinde öncü rol oynadı.

Buna rağmen Arap Birliği girişiminin sürdüğü 3 Ocak 2012’de bile muhalifleri silahlandıran Türkiye ve Katar,[6] içeride bir kurtarılmış bölge yaratmayı, bunların Batılı müttefikleri de BM’den müdahale kararı çıkarmayı başaramadı.

Dostlar’ın vekalet savaşı

İnsani yardım koridoru adı altında kurtarılmış bölge oluşturulmasını öngören karar Rusya ve Çin tarafından 4 Şubat’ta veto edilince BM’yi bypass etmek üzere “Dostlar grubu” kuruldu. Bu, aslında Bush’un Irak işgalinde kullandığı 40 üyelik işgal koalisyonunun tekrarıydı.

Irak tecrübesi sebebiyle ABD’nin tek taraflı müdahaleye yanaşmaması, uluslar arası müdahale seçeneğini devre dışı bıraktı; ancak “Dostlar” muhalifleri silahlandırarak sahaya vekillerini sürmeyi uygun gördü. Üst düzey güvenlik yetkililerinin öldürüldüğü 18 Temmuz saldırısıyla eş zamanlı olarak Halep ve Şam halkının “devrimciler”e katılacağı ve yönetimi birkaç haftada devireceği hesabıyla vekalet savaşının düğmesine basıldı.

Savaşta ikinci yıla giriliyor olması, rejimin birkaç hafta içerisinde devrileceği yönündeki hesapların gerçekçi olmadığını ortaya koyarken, Suriye ordusunun özellikle son 2 ay içerisinde silahlı grupların lojistik ikmal hatlarını kesmeye ve onları gittikçe daralan geniş çemberler içine almaya yönelik nitelikli operasyonları, “Dostların” sahadaki vekillerinin bu yıpratma savaşını kazanabilecek bir disiplin ve kapasiteden yoksun olduğunu gösteriyor.

Kimyasal silah iddiası ve dış müdahale arayışları

ABD’nin tek bir mermi dahi atmadan Suriye’yi ağır ve sancılı bir ölüme sürükleyen bu vekalet savaşı konusundaki tek kaygısı, sahada üstünlük kazanan aşırı grupların Suriye’yi ikinci bir Somali veya Afganistan haline getirerek bu savaşı kontrolden çıkarması.

ABD, kasım ayında siyasileri, aralık ayında da silahlıları yeniden örgütleyerek cihatçılar lehine gelişen isyanda vekillerini güçlendirmeyi ve savaşı kontrol altında sürdürmeyi denedi. Ancak son altı ayda sahadaki durum, siyasi olarak Ulusal Koalisyonun, askeri olarak da Selim İdris komutasındaki örgütün kendilerinden beklenen liderlik rolünde başarısız olduklarını ortaya koydu.

Çünkü geçen 6 aylık süre içerisinde Selim İdris komutasındaki silahlı örgüt, ne cihatçılara ne de Suriye ordusuna karşı hiçbir varlık gösteremedi, Ulusal Koalisyon ise bölge ülkelerinin nüfuz çatışması sebebiyle başkanını bile tutmayı başaramadı.[7]

 Sahanın vekiller aracılığıyla kontrol edilememesi, asılların doğrudan müdahalesini zorunlu hale getirdiyse de, dünyada Suriye ölçeğinde oluşan Soğuk Savaş dengesi, BM aracılığıyla “meşru” dış müdahaleye izin vermediği gibi “Dostlar” aracılığıyla tek taraflı fiili müdahaleye de imkan vermiyor.

İngiltere, Fransa ve Türkiye’nin kurduğu kimyasal silah oyununda İsrail’in joker rolü

Vekillerin sahayı kontrol altına almadaki yetersizliğinden, asılların da Suriye ölçeğinde oluşan yeni Soğuk Savaş dengesiyle sınırlanmasından kaynaklanan müdahale tıkanıklığı, ocak ayından itibaren oyuna alınan joker oyuncuyla aşılmaya çalışıldı.

İngiltere, Fransa, İsrail ve Türkiye’nin Suriye yönetimini kimyasal silah kullanmakla suçlamaya başladığı dönemde el-Hayat gazetesinde yer alan Reuters mahreçli haber, Suriye’ye fiili müdahale için hazırlanan oyunu da bu oyunun aktörlerini de ihbar eder nitelikteydi.

Mossad kaynaklarının, Suriye yönetiminin kimyasal silah kullanması halinde, Amerika, İsrail, Türkiye ve Ürdün'den oluşan dörtlünün Suriye'ye askeri müdahalede bulunmak için hazırlıklara başladığını belirten bu haberin[8] ardından Suriye yönetiminin kimyasal silah kullandığına ilişkin iddiaların arttığına ve İsrail’in birkaç ay arayla Suriye’yi bombaladığına tanık olduk.

Hiçbir uluslar arası yasayı tanımamasına rağmen her zaman olağanüstü bir uluslar arası hoşgörüyle karşılanan İsrail’in Suriye’ye müdahale oyununa dahil edilmesi, Dostlar adına son derece akıllıca bir tercihti.

Nitekim Şam’ın müttefiklerinin bu joker oyuncuyu dengeleyecek bir adım atmaması durumunda Libya devrimindeki NATO rolünün Suriye’de İsrail tarafından oynanmasının önü açılmış ve silahlı gruplara fiili hava desteği sağlanmış olacaktı.

İsrail’e karşı S-300 jokeri

Ancak Suriye’ye yönelik saldırısı her zamanki gibi hoşgörüyle karşılanan İsrail’i dengeleyen hatta belki de oyundan düşüren gelişme, Rusya’nın S-300 füzelerini joker olarak oyuna sürmesi oldu.

2010 yılında anlaşması yapılan S-300 füzelerinin bir savunma silahı olduğunu belirterek bu silahları Suriye’ye vermekte kararlı olduğunu[9] ortaya koyan Rusya’nın, bir adım daha atarak uçuşa yasak bölge ve deniz ablukası ihtimaline karşı Suriye’ye gelişmiş deniz füzeleri vereceği açıklandı.[10]

Rusya’nın oyuna sürdüğü bu jokerler, kimyasal silah gündemi üzerinden Suriye’ye İsrail aracılığıyla başlatılacak müdahale imkanını zayıflattığı gibi, Amerika’yı Cenevre bildirisi temelindeki bir siyasi çözüme de daha fazla yaklaştırdı.

Dosya vermeğe giden Erdoğan Washington’dan görev dosyası alarak döndü

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin önceki hafta Rusya ile 2. Cenevre konferansı ve siyasi çözüm konusunda anlaşmaya vardıklarını açıklaması, Annan planı başta olmak üzere tüm siyasi çözüm çabalarına karşı çıkan ve savaş seçeneğindeki ısrarını koruyan Ankara’da rahatsızlık yaratmıştı.

Nitekim Washington ziyareti öncesinde Obama’ya Suriye yönetiminin kimyasal silah kullandığına dair delil götüreceğini belirten Erdoğan, Suriye’de uçuşa yasak bölge oluşturulmasına destek vereceklerini belirterek[11] ABD’yi savaş seçeneğinde tutmaya çalıştı.

Ancak Obama ile görüşmeye “kimyasal silah delilleri”, “uçuşa yasak bölge” talebi ve “siyasi çözümü ertele” ricası ile giden Erdoğan, Washington’da Rus jokerlerinden sonra kimyasal silah kullanıldığına ilişkin delil olmadığına inanmak zorunda kalan[12] Obama yönetimini ikna edemedi.

Uçuşa yasak bölgeden umudunu kesti[13],  Obama’dan “Cenevre görüşmelerinde Suriye’de tarafların bir araya getirilmesi konusunda rol”[14] aldı. Hatta daha da ötesi, iki yıldır ABD’nin bilgisi dahilinde Suriye’ye sokulan ve silahlandırılan bazı grupların “terörist”[15] olduğunu fark etti.

Bonus görev

Obama ile nasıl olacağını ABD’nin de bilmediği “Esed’siz Suriye” konusunda anlaşmaya varmakla avunan Erdoğan’ın Washington’dan aldığı görev dosyasındaki önemli bir başlık Suriye gündeminin yoğunluğunda pek dikkat çekmedi.

Erdoğan’ın Washington’dan aldığı görev dosyasındaki bu önemli başlık Filistin sorunuyla ilgili.

“Erdoğan, Filistin lideri Mahmud Abbas ile Hamas lideri Halid Meşal’i bir araya getirerek ABD’ye barış sürecinde İsrail’in tek bir muhatap bulması yönünde hayati bir destek atacak”[16] şeklinde basına yansıyan bu görevi, şu iki gelişmeyle birlikte düşünmek gerekiyor.

1- Katar’ın Türkiye ile birlikte Suriye’den kopardığı Hamas’ı, iki devletli çözüm müzakereleri konusunda el-Fetih’le uzlaşmaya zorlaması.

2- Katar öncülüğündeki Arap Birliği heyetinin iki hafta önce Washington’da barış görüşmelerinin yeninden başlatılabilmesi için İsrail’le Filistin arasında toprak takası önermesi.

Suriye’de savaş seçeneğini sonuna kadar zorlayan Erdoğan yönetiminin Hamas’ı bu iki gelişme çerçevesinde İsrail’le “iki devletli siyasi çözüme” ikna etmek için nasıl bir rol oynayacağını ilerleyen günlerde göreceğiz.



[1]http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=2819

[2]http://www.ydh.com.tr/HD9779_musluman-kardesler-camp-davide-bagliyiz.html

[3]http://www.ydh.com.tr/HD10733_misirin-tunelleri-kapatmasina-hamastan-tepki.html

[4]http://thawra.alwehda.gov.sy/_archive.asp?FileName=45449827420110325035921,

[5]http://www.aljazeera.net/news/pages/c7086f78-64e0-4084-bbe4-bba08d781c29

[6]http://www.nytimes.com/2013/03/25/world/middleeast/arms-airlift-to-syrian-rebels-expands-with-cia-aid.html?smid=tw-share&_r=3&

[7]http://www.ydh.com.tr/HD11823_el-hatibden-koalisyona-sert-elestiri.html

[8]http://alhayat.com/Details/458942

[9]http://www.ydh.com.tr/HD11841_4-adet-s-300-bataryasi-suriyeye-konuslandirildi.html

[10]http://www.nytimes.com/2013/05/17/world/middleeast/russia-provides-syria-with-advanced-missiles.html?pagewanted=all&_r=1&

[11]http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=259161

[12]http://www.zaman.com.tr/dunya_ford-suriyede-kimyasal-silah-kullanildigina-iliskin-delil-yok_2067743.html

[13]http://haber.gazetevatan.com/beyaz-sarayda-45-saat-suriye/539116/1/gundem

[14]http://www.radikal.com.tr/yazarlar/deniz_zeyrek/suriye_icin_sihirli_formul_cikmadi-1133798

[15]http://www.haberturk.com/gundem/haber/845038-esad-gidecek

[16]http://www.radikal.com.tr/yazarlar/deniz_zeyrek/abd_ile_8_saatin_sifreleri-1133932