Heveslerinden vazgeçmedikçe kaygılarından kurtulamayacak olan Ankara’nın kaygılarının heveslerinden daha gerçek olduğunu anlaması gerekiyor.
‘Türkiye’nin Suriye’de ne işi var’ sorusu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın[1] dediği gibi ‘gaflet’ veya ‘bu millete husumet’ değil; ama bugün artık yersiz bir sorudur.
Özellikle de İdlib’de yaşanan son gelişmeler bağlamında bugün sorulması gereken, Türkiye’nin Suriye’de neden yalnız olduğu sorusudur.
Zira Türkiye, artık ne Temmuz 2012’den itibaren Suriye’ye karşı birlikte savaştığı ‘Dostlar Grubu’ ile ne de Aralık 2016 sonrası ortak olduğu Rusya ve İran’la anlaşabiliyor.
‘Türkiye’nin Suriye’de ne işi var?’ sorusu Mart 2011’den, Eylül 2014’teki Cidde konferansına kadar anlamlı olabilirdi. Çünkü bu süre boyunca, Suriye’ye karşı vekalet savaşı yapan ‘Dostlar Grubu’nun en hararetli üyesiydi.
Dolayısıyla Ankara’nın ortak bakanlar kurulu toplantıları yaptığı Şam’a neden düşman kesildiğine anlam verilemiyor ve Suriye’yi Katar ve Suudi Arabistan gibi monarşilerle birlikte diktatörlükten kurtarma söylemi inandırıcı bulunmuyordu.
Ankara, Suriye’nin iç işlerine müdahalesini “Suriye'de daha fazla kan dökülmesini engellemek için”[2] diye açıklıyordu.
Halbuki Ankara, kendi halkını öldüren Bahreyn rejimini “hem bölge hem dünya için iyi bir örnek olarak”[3]gösteriyor; Yemen halkını öldüren Suudilere ise “lojistik destek” vaat ediyordu.[4]
“NATO’nun Libya’da ne işi var”[5] diyerek Libya’ya dış müdahaleye karşı çıkarken, “Suriye'de petrol yok diye mi sessizsiniz?”[6] diyerek Suriye’ye dış müdahale istiyordu.
O dönemde “Suriye, Filistin’i yalnızlaştırmak ve İsrail liderliğinde bir bölge kurmak için ateşe veriliyor. Türkiye bu projede yer almamalı” diyenler komplo teorisi yapmakla suçlanıyordu.
İşte bu yüzden ‘Türkiye’nin Suriye’de ne işi var’ sorusu beş yıl öncesine kadar anlamlı olabilirdi; ama sadece bu konuda gelinen aşama bile artık bu soruyu anlamsız kılmaya yetiyor.
Zira dün Suriye’yi ateşe veren ve Filistin direnişini Şam’dan koparanların, kendi vatandaşlarını uluslararası sularda öldüren İsrail rejimiyle normalleşmek için ABD’deki siyonist lobilere milyonlarca dolar ödediğini[7] ve Trump’ın‘Yüzyılın Anlaşması’na destek yarışına girdiğini[8] artık herkes gördü.
Türkiye, Suriye’de neden yalnız?
‘Türkiye’nin Suriye’de ne işi var?’ sorusu artık cevabı her ne olursa olsun durum değişikliği yaratamayacak olmasından dolayı yersiz. Zira artık mültecilerden örgütlere, müttefik devletlerden rakip veya hasım devletlere kadar Suriye ile ilgili her şeyin ve herkesin Türkiye ile işi var.
Bu sebeple de Türkiye’nin Suriye’de olmaması değil, yalnız kalmaması gerekiyor. ‘Türkiye, Suriye’de neden yalnız?’ sorusu işte bu yüzden ciddi, cevabı ise yakıcı bir soru.
- İdlib’in yüzde 90’ı terör örgütlerinin kontrolü altında bulunuyor.[9] İdlib’i kontrol altında tutan en büyük örgüt olan ‘Heyet-i Tahrir Şam’ Türkiye’nin dahi terör listesinde yer alıyor.[10]
- Fırat’ın doğusunda Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunma gerekçesiyle Amerika ile kavga eden Türkiye, Suriye devletinin kendi ili olan İdlib’i silahlı gruplardan kurtarmasına karşı çıkıyor.
- Dolayısıyla Türkiye Astana formatındaki ortakları olan Rusya ve İran’ın ve her toplantıda egemenliğine ve toprak bütünlüğüne bağlılık bildirdiği Suriye devletinin değil, terörist diye tanımladığı örgütlerin safına düşüyor.
- Eylül 2018’deki Soçi mutabakatını İdlib’in ‘teröristan’ statüsünün korunmasını garanti eden bir anlaşma olarak yorumluyor. Rusya ve Suriye’yi Soçi mutabakatına uymamakla suçluyor;[11] ancak takvime bağlanan yükümlülükler üstlendiği halde bunları yerine getirmemesini açıklayamıyor.[12]
- Washington’un İdlib konusundaki desteği[13] yalnızlığını gidermiyor; çünkü Türkiye’nin İdlib’de yaptığının aynısını Fırat’ın doğusunda yapan Amerika’nın bu desteğinin sadece Ankara-Moskova ilişkilerini zehirlemeye yönelik olduğunu çok iyi biliyor.
Bunlar Astana formatındaki ortakları nezdinde yalnızlaştıran sebepler.
Türkiye, ‘dostları’ nezdinde de yalnız
Ankara’yı Suriye’yi birlikte ateşe verdikleri ‘Dostlar’ı nezdinde yalnızlaştıran sebepler ise şunlar:
- Amerika, vekalet savaşının kontrolünü kaybettiğini fark edince hem önceliğini hem de kullandığı vekil unsurları değiştirdi. Şam’la değil, IŞİD’le savaşa öncelik verdi; ÖSO’yu değil YPG’yi paralı asker olarak kullanmaya başladı.
- Katar, tıpkı Türkiye gibi Suriye’ye karşı savaşı sürdürmekten yana olsa da Suudi ekseni karşısındaki zayıflığından dolayı 2011-12 yıllarındaki belirleyiciliğini kaybetti ve etkisiz elamana dönüştü.
- Suudi ekseni ise Nisan 2015’te İdlib’i ele geçirecek olan Nusra Cephesi liderliğindeki Fetih Ordusu’nun kurulmasında Türkiye ile işbirliği yaptı. Ancak “Sünni dişi göstererek”[14] Amerika’yı Suriye savaşına yeniden liderliğe zorlama çabası işe yaramadı.
- Türkiye’nin Katar-Suudi geriliminde Katar’dan yana olması, Suudi ekseninin Ankara ile yollarını ayırmasına neden oldu.
- Eylül 2015’te Rusya’nın savaşa dahil olması, İdlib’den sonra Lazkiye, Halep ve Şam’ı fethetme hayalini söndürdü. Fetih Ordusu projesinde yapayalnız kalan Türkiye, Astana formatına katıldı.
- Türkiye’nin Fetih Ordusu içindeki gruplardan ‘ılımlıları’ Astana sürecine katması, ‘teröristlerin’ tepkisine dolayısıyla da Fetih Ordusu’nda iç savaşa neden oldu. Türkiye’nin desteklediği zayıf olan ‘ılımlılar’ yenilince, güçlü olan ‘terörist’ler, İdlib’in yüzde 90’ına hakim oldu. Böylece Türkiye, İdlib’deki silahlı gruplar nezdinde de yalnızlaştı.
Bu yalnızlığa rağmen neden savaş
Kontrolden çıkmış vekil güçlerin yarattığı bölgesel tehlikeyi ilk fark eden Washington oldu. Amerika, IŞİD’in ‘hilafet devleti’ ilan ettiği 2014’te Şam’la savaştan çekildi. Amerika’yı Suudiler ve İsrail izledi. Çünkü Doğu Guta’nın kurtarılmasıyla Suudiler; Kuneytra’nın kurtarılmasıyla da İsrail, yenildi.
Amerika ve İsrail savaştan çekilmiş olsa da Suriye’de yeni kurulacak düzende belirleyici olmak için müdahaleyi sürdürüyor.
Suudiler, Amerika ve İsrail’in İran’ı Suriye’den çıkarma hedefiyle özetlenebilecek yeni düzen çabasına destek olurken, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn gibi Suudi eksenindeki ülkeler ise Şam’la anlaşmayı tercih ediyor.[15]
Zafer ihtimali ortadan kalktığı, savaşta kullanılan vekil unsurlar tehdide dönüştüğü ve Şam’ı devirmeyi başarsalar bile alternatifin ‘ılımlılar’ değil ‘teröristler’ olduğu görüldüğü için savaşı sürdürmenin yararına artık kimse inanmıyor.
Bir başka deyişle Suriye’ye yönelik savaşı destekleyen tüm taraflar artık zararın neresinden dönülürse kârolacağını düşünüyor.
Bunun tek istisnası Türkiye; zira Ankara yöntemini ve ortaklarını değiştirse de Suriye’ye karşı savaşı sürdürmekte ısrar ediyor. Çünkü savaş, desteklediği silahlı gruplar üzerinden Suriye toprakları üzerinde egemenlik kurma fırsatı veriyor.
Ankara, Suriye topraklarında egemenlik kurma hevesini gizleme gereği bile duymuyor. İçişleri Bakanı; Azez’e, Cerablus’a ve Marel’ye kaymakam, emniyet müdürü ve jandarma komutanı tayin ederek[16] bu hevesi ilan ediyor.
Türkiye, her uluslararası platformda ‘Suriye’nin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne’ bağlı olduğunu belirtse de[17] Amerika-Rusya çelişkisini birbirine karşı kullanarak Suriye’de hakimiyet alanını genişletmeye ve bunu sürdürülebilir kılmaya çalışıyor.
Türkiye, Suriye’deki vekalet savaşının teröre karşı savaşa dönüştüğü 2016’dan itibaren Amerika ve Rusya arasındaki çelişkileri kullanarak ‘Fırat Kalkanı’ (Ağustos 2016), ‘Zeytin Dalı’ (Ocak 2018), ‘Barış Pınarı’ (Ekim 2019) adlı üç hakimiyet alanı kurdu.
Bu bölgelerdeki hakimiyetin devamı, savaşın sürmesine bağlı; Türkiye’nin İdlib’deki ‘teröristan’ statüsünü daimi kılma çabasının iki sebebinden biri, İdlib’in Suriye savaşının devamını sağlayan tek yer olması.
Diğer sebep ise 9 yıl boyunca kolaylık sağlanan veya silahlandırılan Suriyeli ve yabancı binlerce militanın 9 yıl önce girdikleri yere geri dönecek olmasının yarattığı kaygı.
Zira 9 yıl önce Suriyeli ya da yabancı binlerce militan Türkiye’den Suriye’ye uzun aralıklarla geçmişti; şimdi topluca; üstelik de sayıları ve savaş kabiliyetleri artmış olarak dönme tehlikesi arz ediyorlar.
Heveslerin ve kaygıların esiri
Türkiye, Suriye ‘heveslerinin’ ve İdlib ‘kaygılarının’ esiri haline geldiği için yalnızlaşıyor.
Suriye’de ele geçirdiği topraklardaki egemenliğini daimi kılma hevesleri ile on binlerce militanın aileleriyle birlikte geri dönme kaygıları, Türkiye’yi İdlib’in ‘teröristan’ statüsünün muhafızı durumuna düşürüyor.
Heveslerini ve kaygılarını rasyonel bir şekilde yönetemediği yahut disipline edemediği için ‘terör destekçisi ülke’ etiketi üstüne kolayca yapışıyor. Ortaklarına güven vermiyor, ‘Dostları’na ise güvenemiyor; nihayet yalnız kalınmaması gereken Suriye’de yapayalnız dolaşıyor.
Üstelik bu yalnızlık, sadece Suriye, bölge veya uluslararası alanla da sınırlı değil. Ankara, Suriye politikası konusunda kendi iç kamuoyunda bile yalnız.
Suriye’nin bir sorun olarak Türkiye içine henüz hiçbir yansımasının olmadığı 2012 yılında bile “Türk halkının yalnızca yüzde 18’i Suriye muhalefetine destek konusunda hükümetle aynı görüşte”[18] idi.
Suriye’ye yönelik askeri müdahalelerin tek sesli medya aracılığıyla ‘PKK ile mücadele’ ve ‘Türkiye’nin beka sorunu’ olarak yansıtıldığı Temmuz 2019’da bile hükümetin Suriye politikasına verilen kamuoyu desteği yüzde 22.5 olabildi.[19]
Muhtemelen bu yüzden de potansiyel sorunları ‘Zeytin Dalı’ ve ‘Barış Pınarı’ bölgeleriyle kıyaslanmayacak kadar büyük olan İdlib konusunda ‘teröristlerin’ hamisi görüntüsü verme pahasına Rusya’yı karşısına alırken ve Suriye’yi savaşla tehdit ederken mülteci argümanına sarılıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “1 milyon insan sınırımıza geliyor, gelecek bu insanları nereye yerleştireceğiz?”[20]derken, tek sesli medya ise Suriye ordusunun İdlib’deki sivilleri Türkiye’ye doğru süpürdüğünü iddia ediyor.
Türkiye’nin yalnızlığının sebebi İdlib tasvirinde gizli
Türkiye’nin İdlib’in ‘teröristan’ statüsünü koruma ısrarını mülteci argümanına dayandırması, daha fazla mülteci istemeyen iç kamuoyu ile hem mülteci hem de terör kaygısı taşıyan Avrupa başkentlerinin desteğini celp etmeye yönelik.
Resmi perspektifi yansıtan bu tasvire göre, İdlib’de yaklaşık 4 milyon kişi yaşıyor ve “95 bin kişilik muhalif ve silahlı grup” da buranın “kontrolü üstleniyor”[21]
Buna göre İdlib’in yüzde 90’ına hakim olan Heyet-i Tahrir Şam, Hurraseddin, Türkistan İslam Partisi gibi el-Kaidetürevi örgütler[22] sadece bir yanılsamadan ibaret.
4 milyon sivilin yaşadığı İdlib kenti ve buranın “kontrolünü üstlenen” “95 bin kişilik muhalif” ve “silahlı grup”, “İran destekli terörist gruplar, rejim ordusu ve Rus hava kuvvetlerinin”[23] saldırılarına hedef oluyor.
Suriye’deki tüm kötülüklerden sorumlu olan ‘rejim’ adlı bir fenomen, İdlib’de sivilleri Türkiye’ye doğru süpürüyor. Rusya da Eylül 2018’de Soçi’de Türkiye ile yaptığı anlaşmayı ihlal ederek ‘rejim’ adlı bu ‘kötülük odağına’ destek veriyor!
İdlib’e dair bu tasvirin ve Astana formatına, gerginliği azaltma bölgeleri olgusuna, Soçi anlaşmasına ilişkin resmi perspektifin başka bir benzeri yok. Bu da Türkiye’nin neden bu kadar yalnız olduğunu izah ediyor.
İdlib’e dair bu tasvir, iç kamuoyunda “şehit cenazesi görmek, mülteci görmekten iyidir”, Avrupa başkentlerinde ise “Erdoğan’ın taleplerini kabul etmek, mülteci kabul etmekten iyidir” tasavvuru yaratmaya yönelik.
Ankara, İdlib konusundaki hedefini “Rejim şubat ayı içinde çekilmezse gereği yapılacak”[24] şeklindeki tehdidiyle açıkladı.
Peki İdlib’e dair tasvir, İç kamuoyunda ve Batı başkentlerinde yaratılmak istenen tasavvuru, bu tasavvur da öngörülen hedefi gerçekleştirmeye yarar mı?
Suriye için joker tasvir
Aralık 2016’daki Halep tecrübesi bu soruya olumlu cevap vermeyi güçleştiriyor. Zira şu an İdlib’e dair yapılan tasvirin aynısı o dönemde Doğu Halep için yapılıyordu.
Şimdi el-Kaide türevi örgütlerin işgali altındaki İdlib’de 4 milyon sivilin yaşadığını iddia edenler, 2016’da da silahlı grupların işgali altındaki Doğu Halep’te “yüz binlerce sivilin”[25] bulunduğunu söylüyordu.
Şimdi İdlib’in “İran destekli terörist gruplar, rejim ordusu ve Rus hava kuvvetlerinin” saldırısı altında olduğunu iddia edenler, o dönemde de “Beşşar Esed rejimi ve İran destekli Şii milislerin” saldırıları sebebiyle 30 km kareye sıkıştığını söylüyordu.
Elbette Doğu Halep’e dair bu sahte tasvir, sadece Türk resmi ya da ana akım medyasına ait değildi. Batı ana akımmedyası da aynı sahte tasviri üstelik ‘somut rakamlarla’ yapıyordu.
Örneğin BBC, 8 Kasım’da Doğu Halep’te 250 bin kişinin yaşadığını ve bunların da ordu kuşatmasından dolayı çıkamadığını iddia etmiş;[26] 28 Kasım’da ise bu rakamı 270 bine yükseltmişti.[27]
Atlantic Council ise 2016 başlarında Doğu Halep’te yaşayanların sayısının BM tarafından 321 bin 995 olarak tahmine dildiğini belirtmiş, Halep yerel meclisinin bölgede 52 bin aile bulunduğuna dair açıklamasından hareketle ise Temmuz 2019 itibariyle nüfusu 326 bin olarak öngörmüştü. Onlara göre de Doğu Halep’tekiler silahlı grupların engellemesi sebebiyle değil, “gidecek güvenli bir yerleri olmadığı için” orada kalıyordu.[28]
Suriye gerçeği
Doğu Halep operasyonu bittikten sonra bu tasvire dair tek bir kelime edilmedi; çünkü BM Suriye Özel Temsilcisi Steffan De Mistura Doğu Halep’te yüz binlerce değil sadece 50 bin kişinin bulunduğunu ve bunların da 40 binininSuriye ordusunun kontrolündeki bölgeye, 10 binin ise İdlib’e gitmeyi tercih ettiğini açıkladı.[29]
2016’da Doğu Halep’teki 40 bin kişinin Suriye ordusunun kontrolündeki bölgelere gitmesinden anlaşıldı ki oradaki siviller, ordu kuşatmasından değil, silahlı grupların engellemesinden dolayı “30 kilometrekareye sıkışmıştı.” Çünkü o dönemde de Suriye ordusu sivillerin tahliyesi için koridorlar açmıştı.
Çok abartılı gözükmekle birlikte şu an İdlib’de gerçekten 4 milyon sivil yaşıyorsa bile bu insanlar ordu kuşatmasından dolayı değil; ya tercih ya da zorunluluk sebebiyle oradalar. Çünkü Suriye ordusu İdlib’de de sivillerin tahliyesi için üç koridor açmış bulunuyor.
Dolayısıyla İdlib’deki siviller şu kategorilerde yer alıyor:
1- Militanların aileleri
2- Silahlı gruplarla aynı ideolojiye inananlar
3- Ekonomik sebeplerle başka bir yere gidemeyen veya gittiğinde sahip oldukları gayrimenkulleri veya iş yerlerini kaybedeceklerini düşünenler.
4- Silahlı grupların engellemesi sebebiyle çıkmak istedikleri halde çıkamayanlar.
Sonuç
Suriye ordusu ve müttefiklerinin halen sürmekte olan İdlib ve Batı Halep operasyonlarına dair sundukları gerekçeler, harekatın İdlib’in tamamını kurtarmaya değil Eylül 2018 tarihli Soçi mutabakatının Türkiye tarafından uygulanmayan maddelerini uygulamaya yönelik olduğunu gösteriyor.
Soçi mutabakatı, 15-20 km derinliğinde silahsızlandırılmış bölge kurulmasını, M-4 ve M-5 karayollarının ulaşıma açılmasını ve ‘ılımlıların’, ‘teröristlerden’ ayrıştırılmasını ve teröristlerle mücadele edilmesini öngörüyordu.[30]
Dolayısıyla harekatın M-4 ve M-5 karayolları kurtarılıncaya ve silahlı gruplar, bu yollarda hakimiyet kuramayacak kadar uzaklaştırılıncaya kadar devam edecek.
Türkiye uzmanı Suriyeli Gazeteci Sarkis Kassargian, YDH’ya bu öngörüyü teyit eden değerlendirmelerde bulundu.
Kassargian’a göre Türkiye, özellikle de Suriye’de 2021’de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Astana süreciyle oluşturulan anayasa hazırlama komisyonunda ağırlığını kaybetmemek için İdlib’den asla vazgeçmeyecek.
Rusya da hem ikili ilişkilerinden hem de Suriye’de işini çok kolaylaştırmasından dolayı Türkiye’yi küstürmeyecek.
Rusya’nın Suriye’deki silahlı grupların ayrıştırılması ve siyasi sürece ikna edilmesi konularında Türkiye’den çok yararlandığına dikkat çeken Kassargian, Rusya’nın Türkiye sayesinde birçok ülkeyle ayrı ayrı muhatap olmaktan kurtulduğunu söyledi.
Türkiye’nin ‘Barış Pınarı’ harekatıyla Kürtler üzerinde kurduğu baskıdan dolayı Kürtlerin Şam’la diyaloguna istemeden dahi olsa vesile olduğunu hatırlatan Gazeteci Sarkis Kassargian, siyasi düzeyde tepki gösterse de Şam’ın da bazı açılardan Türkiye’nin kimi adımlarını kolaylaştırdığını kaydetti.
Kassargian’ın verdiği şu bilgi ise oldukça önemli: Yakın zamanda Hmeymim’de Suriye Ulusal Güvenlik Bürosu Başkanı Ali Memluk’la görüşen Kürt liderler, Rusları ilk kez bu kadar yapıcı ve kararlı gördüklerini ifade ediyorlar; Şam’la olumlu bir diyalog sürdürüyorlar.
Bu veriler ışığında Kürtlerle Şam arasındaki görüşmelerin İdlib konusundan tamamen bağımsız olmadığı da söylenebilir.
İdlib’te 2015’te oluşturulan mevcut statü, şimdiye kadar Suriye ve Libya konusunda avantaj sağlamış olsa da İdlib’in büyük bir güvenlik felaketine dönüşme ihtimali, Türkiye’nin Suriye heveslerini ve İdlib kaygılarını rasyonel bir düzeye çekmesini zorunlu kılıyor.
Bu ise ancak Suriye devletiyle ilişkilerini normalleştirmekle mümkün.
Ankara, silahlı grupları Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı’nda ve Libya’da kullandığı için Suriye’de savaşı sürmesini istiyor. Savaş sürdüğü için silahlı gruplar var olmaya devam ediyor, mülteci sorunu sona ermiyor.
Heveslerinden vazgeçmedikçe kaygılarından kurtulamayacak olan Ankara’nın kaygılarının heveslerinden daha gerçek olduğunu anlaması gerekiyor.
[1] Bloomberg, 5 Şubat 2020. Erdoğan: Rejim Şubat'ta çekilmezse, Türkiye gereğini yapacaktır
[2] TRT, 11 Ağustos 2012 Türkiye-ABD’den “Operasyonel” Adım
[3] Dışişleri Bakanlığı resmi sayfası. 25 Kasım 2013. Dışişleri Bakanı Davutoğlu Bahreyn'de
[4] Hürriyet. 26 Mart 2015. Erdoğan: Yemen'deki operasyona lojistik destek verebiliriz
[5] NTV. 28 Şubat 2011. 'NATO'nun Libya'da ne işi var'
[6] T24, 17 Kasım 2011. Erdoğan: Suriye'de petrol yok diye mi sessizsiniz?
[7] Oda TV, 17 Kasım 2016. İşte CNN Türk'te masa kırdıran belgeler
[8] Sputnik, 29 Ocak 2020. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar'dan ABD'nin İsrail-Filistin planına destek
[9] Anadolu Ajansı. 20 Ağustos 2018. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov: Terör örgütleri İdlib'in yüzde 90'ını kontrol ediyor
[10] Cumhuriyet. 2 Eylül 2018. Türkiye, İdlib operasyonu öncesi Heyet Tahrir Şam'ı 'terör' listesine aldı
[11] NTV. 5 Şubat 2020. Cumhurbaşkanı Erdoğan: İdlib'deki saldırı, Türkiye açısından Suriye'de yeni bir dönemin miladıdır
[12] YDH. Hazal Yalın, 4 Şubat 2020. Lavrov: Türkiye kilit sorumluluklarını yerine getirmedi
[13] Haber Türk. 7 Şubat 2020. ABD’den Türkiye’ye İdlib’de tam destek
[14] Cumhuriyet. 13 Nisan 2015. İşte Esad’ı devirme planı http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/253491/iste_Esad_i_devirme_plani.html
[15] Cumhuriyet. 28 Aralık 2018. BAE'den sonra Bahreyn: Biz de Şam'dayız
[16] Sputnik. 28 Ocak 2018. Azez’de, Cerablus’ta, Marel’de bugün kaymakamımız var, emniyet müdürümüz var, jandarma komutanımız var"
[17] Anadolu Ajansı. 30 Aralık 2018. 'Türkiye Suriye'nin toprak bütünlüğünü istiyor'
[18] Amerika’nın Sesi. 20 Eylül 2012. Ankara'nın Suriye Politikasına Kamuoyu Desteği Azalıyor
[19] Medyascoper TV, 4 Temmuz 2019. Kadir Has Üniversitesi araştırmasından çarpıcı sonuçlar: Halka göre “S-400 füzeleri alınmalı”
[20] T24. 3 Şubat 2020. Erdoğan'dan İdlib açıklaması: 1 milyon insan sınırımıza geliyor, gelecek bu insanları nereye yerleştireceğiz?
[21] Hürriyet. 6 Eylül 2018. İdlib nerede? İdlib nüfusu ve harita üzerindeki konumu
[22] BBC. 3 Şubat 2020. İdlib'de hangi örgütler var?
[23] Anadolu Ajansı. 8 Ocak 2020. İran destekli terörist gruplardan İdlib'e saldırı hazırlığı
[24] CNN Türk. 5 Şubat 2020. Cumhurbaşkanı Erdoğan: Rejim şubat ayı içinde çekilmezse gereği yapılacak
[25] Anadolu Ajansı. 28 Kasım 2016. Halep'te yüz binlerce sivil 30 kilometrekareye sıkıştı
[26] BBC, 8 Kasım 2016. Why are people still living in east Aleppo?
[27] BBC, 28 Kasım 2016. Profile: Aleppo, Syria's second city
[28] Atlantic Council, Şubat 2017. Breaking Aleppo
[29] Reuters, 15 Aralık 2016, U.N. Syria envoy says rebel city Idlib risks Aleppo fate if no peace talks
[30] Yeni Şafak, 20 Eylül 2018. İşte İdlib anlaşması