YDH- Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton New Statesman’da yayımlanan makalesinde kendi yönetimindeki Amerikan dış politikasını değerlendirdi.
YDH-Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton New Statesman’da yayımlanan makalesinde kendi yönetimindeki Amerikan dış politikasını değerlendirdi.
Dünyadaki güç dengelerinin değişmesi gibi; Amerika’da, dünyanın yeni, karmaşık, jeopolitik problemlerini çözmek için alışılmışın dışında bir takım diplomatik, sosyal, ekonomik ve siyasi güvenlik araçları geliştiriyor.
Mayısta, Amerika-Çin’in dopdolu gündemiyle dördüncüsünü yaptığı stratejik ekonomik diyaloğu için Pekin’e gittim; ama, dünyanın ilgisi o sıralarda Amerikan büyükelçiliğindeki sığınakta aranan kör insan hakları muhalifinin kaderine odaklanmıştı. Aniden, zaten hassas olan gezim Amerika-Çin ilişkilerinin karşılıklı hamlelerini gösterdiği bir toplantı haline gelmişti.
Tarih boyunca, yeni güçlerin yükselişi genellikle kazan-kaybet terimleriyle sona erdi. Çin, Hindistan, Brezilya gibi ortaya çıkan ülkelerin; Amerika, İngiltere ve müttefiklerimizin yardımlarıyla inşa ettiğimiz ve savunduğumuz küresel düzene karşı sorular sormaya başlaması sürpriz değildi. Bu zemine zıt olarak, Mayısın bu birkaç günü daha büyük bir anlam kazandı: Amerika ve Çin, kurulu güç ve bunu geliştirme görüşmelerinde neler olabileceği ile ilgili eski sorulara yeni cevaplar yazabilirler miydi?
2009’un ilk yarılarında bakan olduğumda, Amerika’nın küresel liderliğinin geleceği ile ilgili akıllarda sorular vardı. İki tane uzun ve pahalı savaş ile karşı karşıya gelmiştik, ekonominin serbest düşüşü, müttefiklerin yıpranması ve uluslar arası sistem, tüm bu sonuçlar; bizi, yeni tehditler karşısında boyun eğmek zorunda kalmışız gibi gösteriyordu.
3 yılda çok şey değişti. Başkan Obama’nın liderliğinde, Amerika Irak’taki savaşı bitirdi ve Afganistan’da dönüşüme başladı; biz Amerikan diplomasisini yeniden canlandırdık, ittifaklarımızı kuvvetlendirdik ve çok taraflı kurumları yeniden hayata geçirdik. Ve ekonomik güçlenme kimsenin beğenmeyeceği bir seviyede iken, uçurumun kenarından döndük ve doğru istikamete yönümüzü çevirdik.
Yeni güçler, dünya düzeninde daha önemli bir rol oynuyor. Ama bugün, inişe geçen İngiltere ile yükselişe başlayan Almanya arasında anlaşmazlığın küresel sorunlar çıkmasına sebep olduğu 1912’de değiliz. Bugün 2012, ve güçlü Amerika, küresel anlaşmazlıkları önlemek ve küresel düzeni kurmak, uluslar arası sistemi düzenlemek için yeni güçlerle ve müttefiklerle çalışıyor.
Bugün, büyük güçler barıştan yana ve totaliter rejimler ikinci dünya savaşı ve soğuk savaş zamanında olduğu gibi dünyayı tehdit etmiyor. Ama sınırları aşan ve tek taraflı çözümlerle başa çıkılamayan farklı zorluklarla karşılaştık – finansal krizden ve büyüyen gelir eşitsizliğinden iklim değişikliğine, nükleer yaygınlaşma ve uluslar arası terörizm- Aynı zamanda, politik ve teknolojik gelişmeler daha önce hiç olmadığı kadar milyonlarca insanı etkilemeye müsait bir zemin yarattı. Ve yeni oyuncular, ortaya çıkan ekonomik güçlerden devlet olmayan şirketler ve karteller gibi aktörlere kadar, uluslar arası manzaraya yeniden şekil veriyor.
Küresel gücün geometrisi; karşılaştığımız daha karmaşıklaşan ve hızlı gelişen zorluklardan bile daha rahatsız edici bir hale geliyor ve yayılıyor. Bunun anlamı, ortak eylemler için koalisyonlar oluşturmak her iki taraf içinde daha karmaşık ve elzem bir hale geliyor.
Hala, tüm bu değişiklikler arasında, iki şey sabit kaldı. İlki, dünya her zamankinden daha fazla birbirine bağlı ve bağımlı hale geldikçe, küresel barışı ve düzeni sağlamak için, adil, şeffaf ve daimi bir uluslar arası düzenin gerektiği. İkincisi ise, Amerikan ekonomisinin istikrarına bağlı ve on yıllardır onaylanan, küresel barışın ve düzenin teminatı olan Amerika’nın askeri ve diplomatik liderliği.
Amerika Birleşik Devletleri, yeni zamana ayak uydurmak için yeni yollara öncülük ediyor – karmaşık zorluklar ve kıt kaynakların olduğu şu zamanda. Tabi ki günden güne dış politika çalışırken anlık krizler ile de uğraşmak zorunda kalıyor. Ama en iyi imkanlara ve sonuçlara sahip, ki bu aynı zamanda en ciddi tehditlerin olduğu anlamına geliyor, bölgelerdeki uzun dönem yatırımlarımıza da öncelik veriyoruz.
Amerika için, Doğu Asya ve Avrupa’daki kadim müttefiklerimiz küresel liderliğimizin temel taşını oluşturuyor. İngiltere ve diğer müttefikler bizim zorda kaldığımızda sığınacağımız ilk yer. İran’ın nükleer silah arayışını durdurmadan Libya’daki sivilleri korumaya ve “AİDS’siz nesil” kampanyasına kadar her konuda yan yana çalışıyoruz. On yıllardır küresel düzeni şekillendirmek, onun temel prensiplerini korumak ve bu düzenin bağlı olduğu müttefikliğimizin gücünü devam ettirmek için birlikte çalışıyoruz.
Ancak, kadim müttefiklerimiz güçlü olsalar da, biz de yeni müttefiklerle çalışmak gerektiğinin bilincindeyiz. Çünkü etkilenen yeni bölgesel ve küresel merkezler çok çabuk ortaya çıkıyor – sadece Hindistan ve Çin değil ayrıca Türkiye, Meksika, Brezilya, Endonezya ve Güney Afrika gibi ülkelerde ve tabi Rusya’da. Bunlardan bazıları, ortak birçok temel değerlerimizi paylaştığımız demokratik ülkeler, diğerleri ise çok farklı politik sistemlere ve perspektiflere sahip ülkeler.
Menfaatlerimizi sıralamak kolay değil – bunun ne kadar zor olduğunu şu an Suriye olayında görebiliyoruz. Ama tabi ki bir takım başarılarımız da oldu, İran ve Kuzey Kore üzerindeki geniş tabanlı baskımızı sürdürmek gibi. Ve normların şekillenip paylaşılabildiği G20’nin sadece iki taraflı değil, çok taraflı olarak çalıştırılmasının ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Amerika için, önümüzdeki yıllarda bu yeni oyuncularla birlikte çalışma isteği, onları küreselleşme ile birlikte gelen sorumluluğu kabul etme konusunda cesaretlendiriyor ve onların uluslar arası düzene tamamen entegre olmasını garantiliyor ki bu diplomasimiz için çok kritik bir öneme sahip.
Kazan – Kaybet yaklaşımı sadece olumsuzluk – kaybet sonucunu doğuracaktır. Bu yüzden bizim, farklılıklarımızı yönetmemize yardımcı olacak, güven inşa ederek diplomatik mekanizmamızı güçlendirecek, birlikte çalışabileceğimiz yeni alanlar bulmamız gerekiyor. Beni Mayıs ayında Pekin’e getirten ve Çin ile yapılan Stratejik ve Ekonomik diyalog, bunun için güzel bir örnekti. Washington’da Haziran ayında yapmış olduğumuz Amerika – Hindistan Stratejik Diyalogu bir diğeriydi. Yapılan tüm bu geniş çaplı toplantılar, ortak kaygılarının olduğu uzun bir listeye sahip yüzlerce uzmanı ve yetkiliyi bir araya getiriyor.
Amacımız, güçlü bir uluslar arası düzende ikili ilişkileri genişletmeyi zihinlere yerleştirmek: ortak eylemlerde seferber olabilecek, anlaşmazlıkları barışçı yollarla çözebilecek, iyi hazırlanmış etkin, bölgesel ve küresel kurumları güçlendirme; toplumlar, piyasalar ve uluslar arasındaki ilişkileri yönetmeye yardımcı olan normlar ile kurallar arasında konsensüsü inşa etme; güven oluşturan ve istikrar sağlayan güvenlik düzenlemelerini oluşturma.
Tüm bunların olabilmesi için, günümüz dünyasının dinamiklerini daha iyi yansıtmak ve küresel mimariyi yenilemek için yeni oluşan güçlerle birlikte çalışmak zorundayız. Örneğin, geçtiğimiz eylül ayında yaptığımız küresel terörle mücadele forumundaki gibi ya da küresel ısınmanın %30’undan fazlasının müsebbibi olan kısa ömürlü kirleticileri hedefleyen yeni iklim ve temiz hava koalisyonumuzdaki gibi spesifik konuların çalışmasını, ulusların yeni grupları ile birlikte yürütüyoruz.
Ayrıca daha erken zamanlarda ortaya çıkmış olan bazı uluslar arası kuralların ve kurumların yeniden şekillendirilmesi ve üzerinde düşünülmesi gerektiğinin bilincindeyiz. Ama bunlar gibi, uluslar arası düzenin de savunulması ve desteklenmesi gereken evrensel prensipleri var: Temel özgürlükler ve evrensel insan hakları; açık, özgür, şeffaf ve adil ekonomik sistem; anlaşmazlıkların barışçı yollarla çözümlenmesi ve devletlerin toprak bütünlüğüne saygı. Bu normlar herkesin yararına olan ve tüm insanların ve ulusların barış içinde yaşayıp o şekilde davranmalarına yardımcı olacak normlar.
Bu prensiplere dayanan uluslar arası sistem, Çin ve Hindistan gibi yeni güçlerin ortaya çıkmasını teşvik etmeye yardım etti, bozmaya değil. Bu uluslar, bu prensiplerin sağlamış olduğu güvenlikten yararlandı, piyasalar şeffaflaştı ve güven tazeledi. Sonuç olarak, bu sistemin başarısında bir çivi de onlar çaktı. Ve güçlerinin ve kapasitelerinin büyümesi gibi, doğru orantılı olarak hayallerini de yükselttiler – dünyadaki ortak zorlukları omuzlayıp paylaşan insanlardan, problemlerini evlerinde çözen kendi insanlarına kadar.
Yeni oluşan güçlerin bu tür bir çatı altında nasıl bir araya getirileceğini anlamak için Doğu Asya Zirvesinin göz önünde tutulması gerekiyor. Bu zirve bölgenin en büyük zorluklarını kucaklayan ve ortak çözümlerinin peşinde koşan, bu gerekse nükleer silahların yayılımını önleme olsun gerekse afetlere müdahale ya da deniz güvenliği için olsun, Asya-Pasifik içerisindeki tüm uluslara yön veren liderleri bir araya getiriyor. Geçen yıla kadar, Amerika tam üye değildi. Ama geçtiğimiz kasım ayında, zirveye resmi olarak katıldık, Güvenlik ve Politika konularının birinci bölgesel formu olduk ve yardım etmeyi kabul ettik.
Çantamdaki önemli konulardan biri de Güney Çin deniziydi. Güney Çin denizinin, bazıları suları ve adaları ile ilgili rekabet içerisinde olan, birçok Asya-Pasifik ulusu ile bağlantısı var. Dünyanın yarısının ticaret kapasitesi Güney Çin Denizi’nden geçiyor, yani deniz güvenliği ve seyahat özgürlüğü için atılacak adımlar önemli.
İki taraflı karmaşık problemleri bire bir çözmeye çalışmak, karışıklıkların ve hatta cepheleşmelerin de çaresi. İşte bu yüzden Başkan Obama, lider arkadaşlarını Doğu Asya zirvesine katıldıklarında, bu çatı altındaki tüm ana oyuncularla ortak bölgesel çözümleri geliştirmek ve tartışmak için toplantıya çağırdı. Yakın zamanda yeniden tırmanan Güney Çin Denizi’ndeki gerginlik, çok taraflı yaklaşımların peşinden koşmanın ne kadar önemli olduğunun bir kez daha altını çiziyor.
Son üç yıl içinde, Obama’nın idareciliği altında, etkileyici bir şekilde bölgesel aktörlükte yükselen Arap Birliği, Afrika Birliği ve Doğu Asya Zirvesi gibi bölgesel kurumlarla iletişimde bulunma, öncelikli hale getirildi. Daha birkaç yıl evvel, bu kurumlar liyakat ve inandırıcılık sıkıntısı çekiyordu. Bu durum çok hızlı değişti ve artık, Afrika boynuzu ya da Güney Çin Denizi gibi sıcak noktalardaki bölgesel güvenliği ve istikrarı sağlamak için ulusların bir araya gelmesine imkân sağlıyor.
Euro bölgesindeki (ortak para birimi olarak Euro’nun kullanıldığı ülkeleri içeren coğrafya) zorlukların devam etmesi, etkin bir bölgesel koordinasyon ve entegrasyonun çok da kolay olmadığının uyarısı. Ama, Avrupa’nın tecrübesi bize bu yaklaşımın gelebileceğini de gösteriyor. Yüzyıllardır çatışmalar ve bölünmelerle parçalanmış olan bir kıta, sınırlarını açarak, ekonomilerini entegre ederek ve politikalarını koordine ederek eşi görülmemiş bir barış ve refaha ulaşmayı başardı. Bu tarihi proje daha tamamlanmadı ve bu zor günlerde, bir bütün olan, demokrasi ve barış içerisinde yaşayan, özgür Avrupa ile birlikte çalışmaya devam etmek çok büyük bir önem arz ediyor.
Uluslar arası manzaranın şekil değiştirmesi ile ilgili talepler ve yeni güçlerin yükseldiğini gösteren tüm bu stratejiler, günümüzün karmaşık dünyasında problemleri çözmek ve yön vermek için ne yapılması gerektiği ile ilgili olarak önemli dersler yansıtıyor ve güçlü olmak için yeteri kadar etkili olunmadığını gösteriyor. Büyük güçlerin anlayışlı ve ikna edici de olması gerekiyor. Liderliğimizi test etmemiz, yeteneklerimizle farklı insanların ve ulusların ortak problemlerini beraberce çözmek ve paylaşılan değerleri ve istekleri arttırmak ile olacaktır. Bunu yapmak için, yabancı politikayla ilgili görüşlerimizi genişletmemiz, her mülkü ve işbirlikçiyi entegre etmemiz ve yapmış olduğumuz işin seyrini değiştirmemiz gerekiyor. Ben bunu akıllı güç olarak tanımlıyorum.
Mesela, biz Çin, Hindistan ve Brezilya gibi ülkeleri ordularının genişliğinden ziyade ekonomilerinin büyüklüğünden ötürü etki etme gücü kazanan ülkeler olarak tanımlıyoruz. Ayrıca ulusal güvenliğimizin sadece savaş alanındaki diplomatik görüşmelere değil, ayrıca mali piyasalar ve fabrika katlarına da dayandığını öğrendik. Bu sebeple Amerika, yurtdışındaki stratejik hedeflerimizi arttırmak için küresel ekonominin araçlarının peşinden daha hızlı bir şekilde koşuyor. Bunun anlamı İran’ın nükleer programı üzerindeki baskıyı arttırmak için inovatif ekonomik araçlar bulmak ya da gıda güvenliği ve ilkim değişikliği gibi zorlu konularda çalışacak, uzmanlaşacak tüzel enerjiler ile alakalı kamusal-özel işbirlikleri kurmak olabilir. Ayrıca devletçiliğe, ki ben bunu mesleklerin diplomasisi olarak tanımlıyorum, daha fazla vurgu yaparak ülkemizin ekonomik büyümesini hızlandırmaya da odaklandık.
İşte başka bir örnek: insanlar – özellikle yeni bağlantı teknolojiler ile güçlenmiş gençler - kendi içlerinde stratejik bir güç olmuştur ve bu durum çağımızın belirleyici özelliğidir. Tüm yöneticiler, hatta otoriter rejimler bile, vatandaşlarının isteklerini ve ihtiyaçlarını görmezlikten gelemeyeceklerini öğreniyor. Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da gördüğümüz gibi bu durum, bölgesel ve küresel istikrar için derin sonuçlar içeriyor.
İşte bu yüzden geleneksel devlet yönetimindeki iktidar ilişkisinin ötesine geçebilmek ve direk olarak dünyadaki insanlar ile birlikte çalışmak için yeni yollar araştırıyoruz. Bunun anlamı Twitter ve SMS gibi teknolojileri kullanarak Kolombiya’daki öğrencilerden, Kenya’daki çiftçilere, Rusya’daki sivil toplum avukatlarına kadar herkesle içten muhabbetler yapabilmektir. Bir diğer anlamı da Tunus, Mısır ve Libya gibi etkileyici demokratik dönüşümlerim olduğu yerleri desteklemek ve evrensel insan haklarını her yerde savunmak için kapsamlı bir gündem sürdürmektir. Günümüz dünyasında, bu Amerika’nın ayırıcı özelliği (alamet-i farikası) ve stratejik zorunluluğudur.
Amerika Birleşik Devletleri Sekreterliği görevindeki tecrübelerim, yurtdışında insan onuru için direnmeyle, ülkedeki ulusal güvenliği garanti altına alma arasındaki bağlantıyı tekrar teyit etti. En çok istikrarsızlık ve çatışma gördüğümüz birçok yerde sivil toplumun azaltıldığı, azınlıkların zulme uğradığı, genç insanların dışlandığı ve kadınlar suiistimal edilip haklarının inkar edildiğini de görmemiz tesadüf değil. Afganistan’da kızların okullarını yakıp kül eden Taliban’ı düşünün ya da Kongo’daki savaşta kitlesel tecavüzün silah olarak kullanıldığını. Bu tür suiistimaller sadece istikrarsızlığın belirtileri değil – onlar, aslında istikrarsızlığa sürükleyen şeyler.
Aynı şekilde, bizim en yakınımızda olup müttefikimiz olan birçok ülkenin çoğulculuğu, hoşgörüyü, eşit hakları ve eşit imkânları benimsemeleri de tesadüf değil. Bunlar batının değerleri değil, evrensel değerler. Bu yüzden, ülkelerinin siyasi ve ekonomik yaşantısında tarihsel olarak söz sahibi olamayanların tamamen katılmalarına yardımcı olmak bizim çıkarımızadır. İster Tunuslu olsun isterse Yangonlu (Myanmar’ın eski başkenti ve en büyük kenti) olsun, Demokratik değişim için çabalayan vatandaşları desteklemek bizim çıkarımızadır. Aksi takdirde, aynı anlaşmazlık ve şiddet çarkı ile yüz yüze gelmeye devam edeceğiz.
Bilhassa, dünyadaki güçlü kadınlar ve kızlar, istikrarlı büyüme, demokrasi ve barış tesis etme gibi uzun dönemli imkânları elde etmek için hayati öneme sahip. Ne zaman ki kadınlar katkıda bulunma imkânına sahip olacaklar, işte o zaman sadece kendileri için değil tüm toplum için sosyal, siyasi ve ekonomik ilerleyişe yön verebilecekler, bunu biliyoruz. Goldman Sachs, kadınların sosyal hayata katılma konusundaki engellerin azaltılarak Gayri Safi Milli Hasıla’nın Amerika’da %9, Euro bölgesinde %13 ve Japonya’da %16 artacağını bildirdi. Bu büyüme bizim kaçıramayacağımız bir fırsat. Bu sebeple biz de Amerika’nın dış politikasının köşe taşı olan kadınlar için imkânları genişletiyoruz. Ekonomide kredi ve piyasalara rahat erişimi sağlayarak, güvenliğin sürdürülmesinde ve anlaşmazlıkların çözülmesinde kadınların rolünü arttırarak ve tüm toplumların temel taşı olan annelerin ihtiyaçları için küresel sağlık programlarına yoğunlaşarak kadınların katılımını arttırmayı amaçlayan iddialı çalışmalar yapıyoruz.
Bu durum ister Doğu Asya Zirvesi gibi kurumların, bölgesel işbirliği için oturum tertip etme, stratejik sonları arttırmak için yüksek teknolojiyle yapılan müeyyideler gibi yeni ekonomik araçları kullanma olsun isterse yozlaşma, aşırı uçlara kayma gibi belalarla mücadele etmek için sivil toplum ile doğrudan çalışma olsun, tüm bu çalışmaların ortak noktası; değişen dünyanın ihtiyaçları için Amerika’nın küresel liderliğine uyumun bir taahhüdü olduğudur.
Yeni ortaklar ve problemleri çözmek için yeni yollar ararken bile, Amerika’nın cesurca, direkt ve tek başına hareket etmesi gereken zamanlar olmaya devam edecektir – Örneğin, Usame Bin Ladin’in takibi. Bu tür durumlar nadir olacak ve bu tür çözümlere son çare olarak başvuracağızdır ama küresel lider olarak sorumluluklarımızı ve Amerikan vatandaşlarına karşı olan sorumluluklarımızı ciddiye alıyoruz.
Tüm bunlar – Uluslar arası manzaranın değişimi, Amerika’nın küresel liderliği üzerindeki karmaşık talepler ve diplomasiyi 21.yy için yeniden canlandırma çabaları – Mayıs ayındaki o gergin günlerde Pekin’den döndüğümde aklımdaydı. Hafta içerisinde yolumuzun nasıl olması gerektiği ile alakalı görüşmeleri yaparken bu durum bana güven verdi. Sonunda, üzerinde uzun mesailer harcadığımız Çin ile olan ilişkilerimizin, çoğu kişinin korktuğunun aksine daha sağlam ve dinamik olduğu kanıtlandı. Her iki ülke paylaştığımız gündeme bağlı kaldı ve birçok kritik konuda içtenlikle yardım etti, Kuzey Kore’nin siber güvenliğinden Güney Çin Denizi’ne kadar. Ve bugün, kör muhalif güvenli bir şekilde New York’ta hukuk okuyor.
Amerika ve Dostlarımız, terörizm, gerileme ve on yıllar süren savaşların içerisinden geçti. Birçok vatandaşımız için bu zor günler devam etmekte. Ama dünyayı gezdiğimde, liderliğimize hala saygı duyulduğu ve ihtiyaç olduğuyla alakalı birçok örnek gördüm. Evet, bunun nedeni askeri maddi gücümüz, ama ayrıca bizim adaleti, dürüstlüğü, özgürlüğü ve demokrasiyi vaat etmemiz – sadece kendi iyiliğimiz için değil, daha da güzel iyiliklerin oluşması için.
Tarihte bizim oynadığımız rolde olan ya da omuzladığımız sorumlulukları alan gerçek bir örnek yok, alternatif de yok. İşte bu Amerika’nın liderliğini istisnai kılıyor ve işte bu yüzden gelecek yıllarda başarılı, barış dolu küresel düzeni savunmaya ve hizmet etmeye devam edeceğimiz konusunda kendimden eminim.
Çeviren: Harun Önder