Başına taç taksalar da uzlaşma

img
Başına taç taksalar da uzlaşma YDH

YDH- Londra’da yayımlanan el-Kudsu’l Arabi gazetesi Yazarı Muhammed Sadık el-Hüseyni, çevirisini sunduğumuz yazısında Arap Baharı devrimciliğini sorguluyor.




 

YDH- Londra’da yayımlanan el-Kudsu’l Arabi gazetesi Yazarı Muhammed Sadık el-Hüseyni, çevirisini sunduğumuz yazısında Arap Baharı devrimciliğini sorguluyor.

İslam tarihinde besmeleyle başlamayan tek mektuptur. Zira Berae Suresi’ne açık bir atıfla Amerikalıların herhangi bir ülkeye girdiğinde ya da devrimcilerin ilkelerinin aleyhine kendileri için meşruiyet elde etmek istediklerinde bu surenin hatırlanması zaruretine işaret eder.

 70’li yılların sonlarında İran İslam Devrimi’nin zaferinden ve emperyalizmin bölgedeki köpeği Şehinşahlık rejiminin devrilmesinden birkaç ay sonra “İmam’ın yolunda yürüyen öğrenciler” o dönem “casusluk yuvası” olarak adlandırdıkları Tahran’daki ABD büyükelçiliğini ele geçirmişti.

Dönemin Demokrat Parti’den seçilmiş Amerikan Başkanı Jimmy Carter, rehineler sorunun halledilmesi için devrimin yeni lideriyle buluşmak üzere Ramsey Clark ve William Miller’i göndermişti. Bunun üzerine İmam, derhal kendisine kalem ve kağıt getirilmesini talep etmiş ve aşağıda metni bulunan mektubu kaleme almıştı:

Carter’ın temsilcilerinin benimle Kum kentinde buluşmak üzere İran’a yola çıktıkları haberi bana ulaştı. Bu yüzden, firari Şah’a kucak açan Amerikan yönetimine, bu hareketinin İran’a muhalefet etmekten başka bir anlama gelmediğini hatırlatma görevinin üstüme düştüğünü hissettim. Öte yandan söylendiğine göre sizin büyükelçiliğiniz, bizim kutsal İslam Devrimimizin aleyhinde çalışan bir casusluk karargâhı gibi çalışıyormuş. Bu nedenle şunu bilin ki bu özel heyetle benim aramda hiçbir şekilde bir buluşma olmayacaktır. Ayrıca şunları da not ediniz:

1- Kesinlikle Devrim komuta konseyinin üyeleri bu heyetle görüşme yapamaz.

2- Hükümetin hiçbir yetkilisi onlarla buluşma düzenleyemez.

3- ABD, aziz halkımızın bir numaralı düşmanı olan devrik Şah’ı bize teslim ettiği ve devrim üzerindeki casusluk faaliyetlerini sonlandırdığı taktirde iki ülke arasında halkımıza faydalı olabilecek bazı ilişkiler kurulabilir.

İmam Ruhullah Musevi el Humeyni

Biz ise bugün bu heyecan verici ve önemli olayın ne anlama geldiğini hatırlayarak, emperyalistlerin iştahını çeken devrimlerin veyahut İslami uyanışın meydana geldiği ülkelere şunu demek isteriz: İran yönetimi bu tutumu takındığında çok az bir güce sahipti. Halen de bölgesel düşmanlarıyla çepeçevre kuşatılmış bir vaziyette sürekli tehditler altında varlığını sürdürmektedir.

Hiç de iyi denebilecek bir ekonomik durumu yoktur. Buna rağmen birçoklarının ‘realist politikalar’a ya da ‘kasırganın önünden kaçmak” olarak niteledikleri politikalara kapılmamaktadır. Halbuki bir çok Arap ya da İslam ülkesi, emri vakilere ‘savaş hiledir’ gerekçesiyle boyun eğmektedir.

Hayır efendim, devrimcilerin yöntemi bu değildir, hiç bir zaman da olmamıştır. Gerçekte devrim, acıya ve zorluklara tahammül etmek, bilinmeyen bir yolculuğa çıkmak, imkansızı istemektir.

Dünyanın en yırtıcı ve güçlü savaş aygıtına karşı direnmeye karar verdiklerinde Vietnamlılar böyle yaptı!

Sıfırdan yola çıkıp Filistin’i hile ve desiseyle üç kuruşa satan Arap rejimleri engelini ortadan kaldırdıklarında Fetih Örgütü de böyle yaptı.

İslami Cihad Hareketi, Hamaslılar, Iraklı ve Afganlı devrimciler sabrettiler ve hala da ediyorlar. 1 milyon şehit veren Cezayirli devrimciler de böyle yaptı, öyle değil mi?

Hatta hükümetler düzeyinde de Mısır ve Suriye, kutsal Ramazan ayında yapılan Yom Kippur (Ekim) savaşına girerek bütün dünyayı şok eden bir karar almadılar mı? Gerçek çözümün %99 ABD’nin elinde olduğunu söyleyen işbirlikçiler, komplocular ve haramiler, bu savaşta elde edilen zaferi çalmadılar mı?

Ey Araplık ve İslam’ın devrimcileri, bu bir iradeler savaşıdır. Bu mücadele bir taraftan devrimcilerle yönetimler diğer yandan insanlarla sürüler arasındadır.

Eski ve yeni yöneticilere bağlı olan kitlelerin, iktidara susamışların taraftar ve bağlıları içerisindeki boğazlarına kadar dünya nimetlerine ve hedonizme batmış olanlara  şu soruyu sormaları hakları değil mi:

Devrimler ne zamandan beri işgalciye karşı verilen savaş yerine bir halkın kendi arasında meydana gelen savaşa verilen ad oldu?

Ne zamandan beri ümmetin düşmanı olmakla şöhret bulmuş bir ülkeyle o ülken insanının bir bölümüne karşı koalisyona girmek meşru oldu?

Bunu meşru kılacak bir gerekçe bulunabilir mi? Önümüzde Cezayirli büyük devrimci Abdülhamid bin Badis örneği var. O, “Şayet Fransa benden Lailahe illallah dememi istese yine de reddederdim.” dememiş miydi?

Peki nasıl olur da halkımı parçalamayı, etnik kökenine göre insanları öldürmeyi, ülkemi tahrip etmeyi, özelliği ne olursa olsun ülkenin yönetimini devirmek için yabancılar adına vekaleten savaşmak isteğini yerine getiririm?

Ayrıca o kadar katliam, yıkım ve tükenişten sonra nasıl bir yönetim kuracağım ülkemde?

Ne zamandan beri gericilik, sömürgecilik, Siyonizm, monarşi, emirler, vatandaşlarını ve halkın yeraltı ve yerüstü zenginliklerini uluslararası köle pazarında satanlar, bırakın İslami şura sistemini, demokrasiyi, özgürlükleri, insan haklarını ve adaleti savunan insanlar oldular?

Arap devrimlerinin yapıldığı meydanlardan “Yeter artık devrimlerle yaptığınız ticaret, yeter artık insanların değişim hevesini istismar ettiğiniz” diye seslenebilecek hiç mi olgun insan yok aramızda.  İnsanlar, geriye doğru değil ileriye doğru adım atmak ve devrim yapmak istiyorlar.

Evet halklar Batılı sömürgecilerden kurtulmak, Siyonist efendisinden ve onun yerli işbirlikçilerinden özgürleşmek bunun yanın da diktatörlerden de kurtulmak istiyorlar.

Ancak dün ülkelerinin yer altı ve yer üstü zenginliklerini parça parça satanlar bugün devrimleri toptan satıyorlar!

Aramızda “Amerika, Siyonizm ve onun yerli işbirlikçileriyle bütünüyle ilişkiler kesilmeden ne özgürlük ne demokrasi ne başarılı bir devrim ne kurtuluş mümkün değildir” diyebilecek bir babayiğit yok mu?

Devrimcilere şu sözleri söyleyecek bir babayiğit yok mu?

“Başına taç geçirseler de uzlaşma!

Bütün başlar aynı mıdır?

Her baş bir olur mu?

Gözlerini oyup yerine iki mücevher de koysalar ne yapardın?

Acaba?

Bazı şeyler vardır, satılmaz ve alınmaz!”

Çeviren: Hüseyin Şahin