Suriye’de isyan süreci ve dünya (ko)medyası

img
Suriye’de isyan süreci ve dünya (ko)medyası YDH

YDH- Gazeteci Mehmet Serim, Suriye’deki isyanda uluslar arası medyanın rolünü değerlendirdi.




 

YDH-Gazeteci Mehmet Serim, Suriye’deki isyanda uluslar arası medyanın rolünü değerlendirdi.

Suriye’de iki yıla yaklaşan isyan surecinde muhaliflerin kullandığı en önemli araçlardan birisi medya. El Cezire ve el Arabiya başta olmak üzere en az 80 televizyon kanalı Suriye yönetimi aleyhinde propaganda için kullanılıyor.

Bunların içerisinde “sadece Suriye’deki ‘devrim’ haberlerini vermek için” kurulanlar var. kurulum ve işletme maliyeti düşünüldüğünde bu kanalların sıradan bir işadamının medya yatırımları olmadığı gerçeği ortaya çıkıyor.

Bu kanallara isyanın başından bu yana görüntü çekip gönderen “muhabirler” doğrudan uydu ile bağlantı halinde gelişmiş cihazlar kullanıyor. Ortalama bir TV kanalını bile satın alırken düşündürecek kadar pahalı olan bu cihazlar ancak “eğitimli / eğitilmiş” kişilerin kullanabileceği komplike cihazlar.

İşin bir başka boyutu bu kanallara gönderilecek görüntülerin nasıl elde edildiği.

3 liralık devrim şovu

Gösteri için ücretli (50-100-200 kadar)  göstericiler bir yere toplanıyor (Bunlara en başlarda yaklaşık 50 Dolar’a denk gelen 2-3 bin Suriye lirası veriliyordu. Daha sonra 100 Suriye lirası ya da bir paket sigaraya kadar düştü gösteriye katılma ücreti.) Bir kartona gösterinin yazıldığı yerin adı ve tarih yazılıyor ve ardından en fazla 10 dakikalık bir “gösteri” düzenleniyor. Bu arada çekimi yapan kişi “tarih su, yer şurası, Allahu Ekber” diyor ve gösteride birkaç slogan atıldıktan sonra kayıttan çıkılıyor. Bu kayıtlar anında el-Cezire başta olmak üzere çeşitli kanallara gönderiliyor. El-Cezire Mubaşir (canlı) ya da el-Cezire Arapça kanalları ise görüntüleri montajlıyor ve ekrana yansıtıyor.

Birkaç yerden gelen görüntüler içinse ekran bölünüyor ve sanki bu merkezlerden canlı yayın varmış ve tüm Suriye’de halk sokaklara çıkmış gibi bir hava veriliyor. Bu tip yayınlar özellikle cuma namazları çıkışından sonra yapılıyor.

Bu arada el- Cezire “barışçı gösteri” haberlerini ekrandan verirken bu gösterileri düzenleyen eller hem göstericilere hem de güvenlik güçlerine ateş açıyor. Bir, üç, beş... Akşama doğru Londra’da bir dönerci dükkânını adres gösteren “insan hakları izleme örgütü” “Suriye’de güvenlik güçlerinin barışçı gösteri yapanların üzerine rastgele ateş açması sonucu” kaç kişinin öldüğünü haber veriyor.

Malum televizyon kanalları ve meşhur uluslararası ajanslar  da bu haberi bütün dünyaya yayıyor. Suriye’de rejimi devirmeye karar vermiş ve medya ayağı da dahil bu organizasyonu üstlenen ülkelerin yönetimlerine yakın medyaları da bu “haberi” izleyicilerine aktarıyor.

Yukarıda anlatılan barışçı gösteri görüntüleri eşliğinde “Suriye askerlerinin rastgele ateş açması sonucu şu kadar kişi öldü” haberlerini verenler de izleyenler de “rastgele ateşe” dair bir kare bile göremiyorlar; ama herkes hipnotize edilmiş gibi bu haberleri sorgulamadan veriyor / inanıyor.

Oysa dünyanın bu haberlerin bombardımanına maruz kaldığı günlerde (daha ilk günlerde) ölen asker ya da polis sayısı ölen “barışçı göstericilerin” sayısına yakındır. Ölen askerler için yapılan perdeleme ise “sivil halka ateş açmayı reddedenlerin kendi komutanlarınca öldürüldüğü” yalanı.

Ölen güvenlik gücü (asker, polis vs) mensuplarının isimlerini, nerede, nasıl öldürüldüklerini içeren bir listeyi daha sonra Suriye dışişleri bakanlığı BM Güvenlik Konseyi üyelerine sunmuştu.

Alternatif medyanın bir süre sonra sokağa sürülen sıradan insanların yanı sıra “profesyonel keskin nişancıların” olduğunu göstermeye başlaması, vahşice başı kesilen polislerin görüntüleri, Suriye’nin BM’ye sunduğu listeler vb.den sonra silahlı militanlar olduğu gerçeğini artık daha fazla saklayamayacağını gören “organizatörler” ve güdümündeki medya olayların başlamasından aylar sonra bu kez “insanlar kendilerini korumak için silahlanmaya başladı” yalanını yaymaya başladı.

Kutsal silah deposu

Oysa mart 2011’de Der’a’daki ilk olaylar sırasında Suriye ordusu el- Ömeri camisinin silah deposuna çevrildiğini ortaya çıkartmıştı.  Camide aynı zamanda bir sahra hastanesi kurulmuştu ve birkaç ay yetecek kadar yiyecek depolanmıştı.

Daha çarpıcı ikinci olay Banyas operasyonu sırasında yasandı. Banyas’ta deniz kıyısına yakın bir yerde bulunan Markab kalesine özel komando birlikleri operasyon düzenledi. Operasyonda “bir orduya yetecek kadar” aralarında gelişmiş silahların ve sahra hastanesinin olduğu silah, mühimmat ve malzeme ele geçirildi.

Banyas operasyonu sonrası Lübnan eski Başbakanı Saad el- Hariri ismi gündeme gelmiş Hariri iddiaları yalanlamıştı. (geçtiğimiz günlerde Hariri’nin adamı ve 14 Mart hareketinin milletvekili Ukab Sakr’a ait ses kayıtları ortaya çıktı)

Yani? Silahlar çok daha önceden Suriye’ye sokulmuş ve hareketin başlatılacağı gün beklenmeye başlanmıştı. Cisr eş- Şugur, Humus (özellikle Bab-ı Amr) silah deposuna çevrilmişti.

Ancak dünya medyası silahlı provokatörlerin ve grupların olduğuna dair bilgiler çok açık ve seçik olmasına rağmen ısrarla Suriye yönetimi ve Esad aleyhine propagandasını sürdürdü. Silahlı militanların vahşi eylemleri, genç kızlara günlerce yaptıkları tecavüzler, kaçırdıkları insanlara yaptıkları akil almaz işkenceler “barışçı gösterici haberleri” ile perdelendi.

Yeni aşamada yani “halk kendisini savunmak için silahlanmaya başladı” haberleri aşamasında ise perdelenenler dışarıdan gelen ya da içeride eğitilen profesyonel savaşçı gruplardı. Oysa yukarıdaki iki örnekten de anlaşılacağı gibi silahlar ve silahlılar çoktan Suriye’ye girmiş ve askerleri (ve bu arada halktan kişileri) öldürmeye başlamıştı.

Böylece bu haberler ile “halk zalim Esad’a karşı kendisini korumak için silahlanmaya başladı” propagandası yapıldı. Bu “haberlerin” önemli bir amacı daha vardı: Suriye’de isyan silahlı mücadeleye dönüştü mesajını vermek. Hemen ardından ise sanki halk bölünmüş ve kitleler birbirleri ile savaşıyormuş gibi “iç savaş” tanımlaması yapıldı.

İnsani yardım yalanı

“İç savaş” propagandası, “barış gücünü” “sivillere yardım için güvenli koridoru” gündeme getirmek içindi. Oysa amaç aslında var olmayan iç savaş cephelerini oluşturmak ve güvenli koridordan silahlı gruplara yardım ulaştırmaktı. Oysa insani yardımı gerektirecek durumlar silahlı grupların sabotaj ve baskınlarından dolayı ortaya çıkmıştı. Halk, silahlı gruplara bu durumu oluşturmak icin emir verenlerin umurunda değildi.

Bu aşamada da medya görevini yerine getirdi ve uluslararası güçlerin açıklamalarına “insani yardım, insanlık dramı, zulüm” başlıkları ile yaptığı yalan haberler ile destek verdi.

Esad devriliyor, kaçıyor, yaralanıyor, ölüyor

Son aylarda ise “demokrasi ve özgürlük için savaşan isyancıların ülkenin nerdeyse yüzde 70’inde kontrolü ele geçirdiği ve Esad diktatörlüğünün sonunun gelmekte olduğu” propagandası yapılmaya başlandı.

“Ele geçirilen askeri üsler, esir alınan Esad’ın askerleri (Suriye askerleri değil!) çatışmalarda Esad’a bağlı birliklere (Suriye ordusu değil!) karşı kazanılan zaferler” ile ilgili “haberler” verilmeye başlandı.

Medyaya göre Suriye’de “devrim” son aşamasına girmişti. Esad hemen her hafta “ya kaçıyor, ya kendisine Lazkiye taraflarında kale yaptırıyor, ya başka devletlerden sığınma istiyor, ya Alevi devleti kurup başına geçmeye çalışıyor ya da eşi kaçmaya çalışırken saraya geri dönmek zorunda kalıyor veya Mahir Esad yaralanıyordu.” Mahir Esad’ın yaralanıp yaralanmadığı bir muamma. Ancak kesin olarak bilinen Esad’ın hiçbir yere gitmediği (kaçmadığı) ve her akşam Şam’ın caddelerini kullanarak saraydan rezidansına gittiği.

Bir başka propaganda ise Şam’ın muhaliflerce ele geçirilmek üzere öldüğü perdelemesi. Şam son 3-4 aydır birkaç kez muhaliflerin kontrolü altına girdi (!) Şamlıların bundan haberi yok; ama dünya medyasını izleyenler bu “bilgiyi” alabiliyor.

Şam kırsalında aylardır devam eden yoğun çatışmalarda binlerce (evet binlerce) silahlı militanın öldürüldüğüne ise dünya medyası yer vermiyor. Hatta Londra merkezli “insan hakları örgütü” bile ölenlerin sayılarını yüzlerle veriyor. Amaç silahlı “devrimcilerin” her Şam’a giriş denemesinde çok ağır kayıplar verdiklerinin hem diğer silahlı gruplar hem de halk tarafından bilinmemesi.

Verilen haberlerde Suriye ordusunca daha önce sadece birkaç askerin bırakıldığı veya tamamen terk ettiği; ama her seferinde içinde birkaç malzemenin olduğu üsler “ele geçiriliyordu.” Bunlardan birisi de Şam yakınlarındaki bir ustu. Üssü ele geçiren teröristler bir helikopterin ve tankın önünde poz veriyordu. Oysa helikopterin motoru yoktu, tank ise çalışamaz durumdaydı. Üste başka mühimmat / malzeme ya da araç yoktu! Ordu bu tur gösterilerden sonra çoğu kez poz verenleri oradaki silahlarla birlikte imha etti. Ancak haber bir kez yayıldıktan sonra akıllarda ele geçirilen üssün silahlı muhaliflerin kontrolünde olduğu kaldı.

Türkiye’den zaman zaman gazeteci arkadaşlarımız aradığında onları “Suriye’de durumun basının yansıttığı gibi olmadığı” konusunda ikna etmekte zorlanıyoruz. Bu da medyanın kendi mensuplarını bile etkileyecek kadar ustaca iş yaptığını gösteriyor.

Dışarıda Esad’a kefen biçenler, “Esad nereye kaçabilir, önünde ne gibi seçenekler var” sorusunun cevabini bulmak için kafa patlatanlar bile var.

Geçtiğimiz günlerde Zaytung’da yer alan bir haber dünya medyasının ve onunla birlikte hareket eden Türk medyasının halini çok güzel bir şekilde özetliyor:

Suudi Arabistan’a bağlı bir haber ajansının bildirdiğine göre ÖSO’nun ele geçirdiği şehir sayısı 24’e, havaalanı sayısı 30’a, devirdiği Esad sayısı ise 13’e yükseldi.[1]

Esad kalır mı gider mi, giderse ne şekilde gider, kalırsa bundan sonraki süreç ne olur belli değil. Ancak sahada muhaliflerin zafere yakın olduğu haberlerini teyit edecek gelişme yok henüz. Ordunun bazı yerlerde zorlandığı doğru ancak muhalifler de (yaptıkları saldırılarla) ülkenin altyapısını, ekonomisini ve sosyal dokusunu harap etmenin dışında bir sonuç elde edebilmiş değiller.

Okul kitaplarını bile yaktılar

Militanların, yönetimi halkın gözünden düşürmek amacıyla yaptıkları sabotajları, okul dönemi baslarken yaktıkları kitap kamyonlarını, un kamyonlarını, mazot tankerlerini, elektrik üretimine vurdukları darbeyi, harap ettikleri okulları, öldürdükleri / tehdit ile kaçırdıkları öğretmenleri, doktorları, bilim adamlarını “görmeyen” ve göstermeyen; haberlerinde sadece silahlı fanatiklerin “başarılarına” yer veren ve mezhep savaşını / iç savaşın çıkmasını elindeki her türlü malzeme ile sağlamaya çalışan malum medya, görevini fazlasıyla yerine getirmeyi sürdürüyor.

Sahada bilinen tek sonuç şu anda harap bir Suriye, travma geçiren ve gelecekte fanatiklerin boy göstereceği bir toplumun varlığı. Malum medya ise kana doymaz bir şekilde Suriye’deki savaşı daha da yoğunlaştırmak için elinden geleni yapmaya devam ediyor. Ve ne yazık ki önümüzdeki yıllarda tipik Irak’ta ve başka yerlerde olduğu gibi bugün işlediği insanlık suçunu itiraf edecek olan yine aynı medya olacak. Timsah gözyaşları ile, iki yüzlülük ile!

 

Dünya ve Türk medyası Suriye’de devam eden olaylarla ilgili “çok şey biliyor” ve anlatıyor. olayların başından beri burada olan bizler ise sadece sunu biliyor / görüyoruz: Halen Suriye ordusu ile silahlı gruplar arasında tam bir kovalamaca yaşanıyor. Bir yere ordu girdiği zaman silahlı gruplar tutunamıyor. Ancak diğer yandan bu kovalamaca orduyu çok yormuş durumda. Dışarıdan onlarca ülkenin gönderdiği profesyonel savaşçı, verilen desteğe karşı ordu tek başına savaşıyor.

Esad ise kurumları ile kuruluşları ile şahısları işleyen / çalışan devletin başında ve kendisine yapılan “sığınma” ya da dış muhaliflerden Doha koalisyonu gibi oluşumlar ile masaya oturma tekliflerini reddediyor.  

Silahlı gruplar ya da devrim için yola çıktığını iddia edenler bombalı eylemlerle, bastıkları köylerde yaptıkları katliamlarla insanlık suçu işlemeye devam ediyor.

Suriye ordusu ise Sünni’si ile Alevi’si ile Dürzi’si, Hıristiyan’ı, Kürdü, Arab’ı, Çerkes’i ile bu eli kanlı örgütler ile savaşıyor.

Kimsenin görmediği, duymadığı, bilmediği gerçekler ise bir gün anlatılmayı bekliyor.

 


[1]http://www.zaytung.com/sondakikadetay.asp?newsid=199244