Şam notları 1/ Çalınan devrim: Suriye’de ne oldu?

img
Şam notları 1/ Çalınan devrim: Suriye’de ne oldu? YDH

YDH- Yıllardır Şam’da yaşayan Gazeteci Mehmet Serim, isyan sürecindeki tanıklıklarını Yakındoğu haber için yazıyor.




 

YDH-Yıllardır Şam’da yaşayan Gazeteci Mehmet Serim, isyan sürecindeki tanıklıklarını Yakındoğu haber için yazdı. 

Giriş

Bu yazı dizisi “Arap Baharı” olarak anılan, Ortadoğu’daki gelişmelerin bir parçası olan Suriye’deki süreci anlatmayı hedefliyor.

Anlatacaklarımız politikayı / dünya siyasetini / haber okumasını bilenler; bunları “doğru kanallardan” takip edenler için yeni şeyler değil.

Yapmaya çalışacağımız şey kolaylıkla ulaşılabilecek bilgileri okuyucu için toparlamak olacak.

Bilinen şeyleri anlatırken okuyucu ile aramızdaki tek fark Suriye’de bulunuyor olmamız itibari ile okuyucunun okuyarak / izleyerek gördüklerini burada bizzat yaşıyor olmamız.

Her anlatacağımız olayı / gelişmeyi yerinde görmedik elbette. Ancak iddiaları birinci kaynaklardan teyit etmeye çalıştık, kimisini yaşadık.

Yerel sosyal dili bildiğimiz ve kişiler, akımlar, olaylara yol açan nesnel ve öznel koşullar, Suriye’de politik hayat gibi konuları da yerinde yaşadığımız için “gerçeği” daha yakından gördüğümüzü sanıyoruz.

OBJEKTIFLIK SORUNU

Doğru söz ile hemen hemen doğru söz arasındaki fark ampul ile verdiği ışık arasındaki fark gibidir. -Mark TWAIN

Gazetecinin “başkalarına nakleden ve dinleyenlerin, okuyanların, izleyenlerin inandığı” biri olarak objektif olması, şahit olduklarını “olduğu gibi” yansıtması mesleğimizin birinci kuralı.

Bu kural “insanın dürüst olması gerekir” genel ahlaki kabulünün bizim meslekteki yansıması ve diğer meslekler için de geçerli.

Daha basiti bir şeyler anlattığınız bir insanın sizden dürüst olmanızı beklemesi en doğal hakkıdır.

Burada bir soru daha çıkıyor ortaya: Gazeteci dürüst olsa bile, aktardığı şeyi doğru algılayabildiğini / anlayabildiğini hangi ölçüye göre saptayacağız?

Suriye’de yaşananlar isyan mı, darbe mi, halk devrimi mi, komplo mu?

Onlarca disiplinin ortaya koyduğu kavramların dahil olacağı bir tartışmaya yol açar bu soru. Bu nedenle yanıtlar artar ve sonuçta herkes kendi “subjektivitesi içinde” objektif olanın, doğru algılamanın tanımını yapar.

Bu tanımlamadan sonrası ise tanımlama sahibi için kolaydır.

Işte bu nedenle, objektif olma tanımlaması yapılması bu satırların yazarı için çok anlam taşımıyor.

Diğer yandan “Algı yönetiminin” çok ustaca kullanıldığı günümüzde (Suriye özelinde) bu yazı bir “anti-tez”  olarak görülebilir.

Çünkü Suriye konusunda bu yazıda savunulacak olanların tam tersi çok yazıldı, konuşuldu.

Bir iddiamız var: Biz aynı mesleği icra edenler olarak, (istisnalar hariç) dünya ve Türk medyasının Suriye’deki olayları “hemen hemen doğru kelimelerle” değil, bilinçli saptırmalarla ve olduğundan çok farklı şekilde sizlere aktardığını biliyoruz.

Tarihin akışı, egemenlerin senaryoları, “küçük adamların” rolleri

Biz “sıradan” insanlar, yeryüzünde meydana gelen gelişmeleri çoğunlukla sürpriz olarak görürüz. Bir sabah kalkar ve görürüz ki Saddam Hüseyin tankları ile Kuveyt’e girmiş. “Delirdi mi bu, durup dururken neden böyle bir şey yaptı” diye düşünürüz. Ya da Erdoğan bir seçim ile belediye başkanlığından başbakanlığa gelir, Türkiye ekonomisi bir günde düzelir, bir başka tarihte ve mekanda bir seyyar satıcı kendini yakar ve olaylar baslar.

Oysa bu gelişmeler / olaylar bazı insanlar için hiç de sürpriz değildir. Kim bilir kaç yıl öncesinden planlanmış, uygun zaman geldiğinde (öznel ve nesnel koşullar oluştuğunda) hayata geçirilmiştir.

Yukarıdaki örnekler çoğaltılabilir. Bu gibi örneklerden sonra kitlelere düşen ise “yerel bazda” olaylar ve insanlar üzerinden taraf olmak / tartışmalara girmektir.

“Tunuslu Muhammed Bouazizi’nin kendisini yakması planlanmış olamaz” diyenler de çıkacaktır elbette. Doğrudur. Ama biz “çakmağın çakılmasından ya da kim tarafından çakıldığından” değil “odanın gazla doldurulmuş olmasından” bahsediyoruz. Yoksa her gün binlerce çakmak yakılıyor.

Mısır, Libya, Tunus gibi ülkelerde neyin ne sebep ve amaç ile yaşandığını artık hemen herkes biliyor.

Bütün bu ülkelerde yaşanan süreçte ABD öncülüğündeki blokun genel itibari ile yapmaya çalıştığı şey “at değiştirmek” oldu. Bin Ali kendiliğinden gitti, Mübarek zorla, Kaddafi vahşice, Ali Abdullah Salih ikna edilerek gönderildiler.

Batı Esad’ı da göndermek istedi; ama farklı bir nedenle: Esad “diktatör olduğu için” değil, “Batı’nın sözünü dinlemeyen yaramaz çocuk” olduğu için gönderilmek istendi.

Eğer hala ABD bloğunun başka ülkelere “demokrasi götürme niyeti ile” hareket ettiğini düşünenlerdenseniz kuskusuz Suudi Arabistan’da neredeyse düşünmenin bile yasaklandığını, küçük kızların evlilik adı altında zengin şeyhlere peşkeş çekildiğini de biliyorsunuzdur. Ya da Katar’da yönetimi eleştirenlerin işkencelere maruz kaldığını…

Katar ve Suudi Arabistan yöneticileri sadık bir şekilde ABD’ye hizmetini sürdürüyor, bu nedenle bu ülkelerde yaşanan akıl almaz uygulamalar dünya medyasında ya da vicdanlarda egemenler izin verene kadar yer almayacak.

Halkın sokaklara döküldüğü, gösterilerin vahşice bastırıldığı, ettiği yemin gereği hastanede yaralıları tedavi ettiği için doktorların cezalandırıldığı, Kuran-ı Kerimlerin polis kurşunu ile parçalandığı Bahreyn ise aynı egemenlerin emri ile neredeyse yok sayılacak. Bahreyn konusunda herkes kör, sağır ve dilsiz.

Çifte standart ifadesi diplomaside kullanılıyor; ancak ben sıradan bir insan olarak ve sizlerle dertleşme babında “iki yüzlülük” ifadesini kullanmayı tercih ediyorum.

Konuya girmeden önce okuyucunun hassasiyet göstermesi gereken 4 çok önemli noktaya değinmek gerekiyor:

1- Bu yazının yazarı mezhepsel ya da etnik her tür ayrımcılığa karşı ve insanı değerlendirirken sadece insani değerlerden yola çıkan birisidir. Bu yazılarda bazı mezhep ve kesimlerin adları geçtiğinde bunun sadece anlatılan olay ve kişilerle sınırlı olduğu unutulmamalıdır.

2- Bu mezhep ve kesimlerin adının anılması ayrımcılık için değil haber dili olarak zorunlu olduğu içindir.

3- Bugüne kadar çok sayıda insanla görüşmeler, röportajlar yaptık. Bu insanlardan bu görüşme ve röportajların bir kısmını bilgi almak için, bir kısmını doğrudan aktarmak için, bir kısmını da (güvenlik nedeniyle) isimsiz kullanmak için izin aldık. Aynı kaygılarla kaynak kişi belirtmemeye özen göstereceğiz.

4- Suriye’de halkın haklı istekleri ile din adına ya da başka bir değer adına hareket ettiğini bunları temsil ettiğini öne süren güruhun yaptıkları ayrı şeyler. Yazmaya çalışacaklarımızın temel prensibi budur. Amacımız haklı olarak sokağa çıkan ya da reform, demokrasi isteyenleri eleştirmek değil tam tersi güzel bir şekilde bitebilecek bir süreci başkalarının adına kanlı bir sürece çevirenlerin yaptıklarını anlatmaktır.

Devrim hırsızlarının faturası

40-50 kişilik bir gruptular. 7 aylık hamile bir hemşireyi çalıştığı hastanenin önünden aldılar. Çırılçıplak soydular ve o halde sokaklarda dolaştırmaya başladılar. Önlerinde yürüttükleri hemşireyi bıçaklarla yaralıyor, tartaklıyorlardı. Bir süre sonra hemşire artık dayanamadığı için düştü. Grubun lideri yerde yatan hemşirenin karnını yardı ve cenini havaya kaldırarak “halk rejimin yıkılmasını istiyor” diye bağırdı.

Bu coğrafya insanlık dışı bu icraatları görmeyeli yüzyıllar olmuştu ve unutmaya başlamıştı.

Bu örneğin yüzlerce benzeri, halk adına hareket ettiğini öne süren; ancak halkın her kesiminin ezici çoğunluğu tarafından nefretle lanetlenen yaratıklar tarafından sergilendi.

Bu gibi olayların nasıl bir toplumsal travmaya yol açtığını tahmin edersiniz. Maddi olan elbette yenilenir, onarılır. Ancak Suriye’de milyonlar az ya da çok bu travmanın pençesinde şimdi. Ve tedavisi çok uzun yıllar alacak.

Bu konuya tekrar dönmek üzere tahribatın “resmi tablosuna” genel hatları ile kısaca bakalım:

70 binin üzerinde ölü

İsyan başladığından bu yana en az 70 bin insan hayatını kaybetti. Birleşmiş Milletlere göre ölenlerin 3 bin kadarını çocuklar, 2 bin kadarını da kadınlar oluşturuyor.

10 binin üzerinde kayıp

10 binin üzerinde insan kayıp, bu kişilerin içinde asker, polis, kadınlar, çocuklar, işadamları, politikacılar, din adamları var.

5 milyon göçmen

Suriye’de olaylardan kaçan 3 milyonun üzerinde insan başka mahallelere ya da şehirlere göç etti. Yaklaşık 1 milyon kişi ise Türkiye, Ürdün, Lübnan, Irak gibi ülkelere iltica etti.

Milyarlarca dolarlık hasar

Suriye makamlarına göre olaylarda yağmalanan, yakılan, patlayıcılarla harap edilen okulların sayısı 2000’in üstünde. Onlarca hastane, yüzlerce devlet binası da aynı kaderi paylaştı.

Binlerce ev çatışmalarda hasar gördü. Çatışma bölgelerinde altyapı tamamen yok oldu. Elektrik, su hatları, petrol boru hatlarına sabotajlar yapıldı. Onlarca elektrik dağıtım trafosu bombalandı.

Binlerce işyeri yakıldı, yağmalandı ya da kapanmak zorunda kaldı.

Onlarca tarihi eser harap edildi, bazı eserler ülke dışına çıkarıldı.

Çöken ekonomi

Yaptırımlar Suriye Halkını vurdu. Dolar kriz başında yaklaşık 55 liraydı şimdi serbest piyasada 110 liranın üstünde.

Özellikle Halep’te sanayi tesislerine darbe vurulduğu için üretim neredeyse durmuş vaziyette.

Tarımsal üretimde büyük rekolte düşüşleri yaşanıyor. Üretimin yapıldığı yerlerden ise büyük merkezlere ürün taşınabilmesi neredeyse imkansız hale geldi.

5-6 kat artan fiyatlar yüzünden halk büyük baskı altında. Göçenlerin dükkanlarını kapatması, işlerini bırakması ve gittikleri yerlerde “işsiz” konumunda olmaları toplum üzerinde büyük baskı oluşturuyor. Vergi gelirleri Halep’te sıfıra indi, Şam’da ise yarı yarıya azaldı.

Kıtlıklar

Temel ihtiyaç maddelerinin birincisi mazot. Mazot bir yandan tarımsal üretim için gerekli, diğer yandan hemen bütün fırınlar mazot ile çalışıyor. Mazot aynı zamanda ülkede elektrik üretiminin de yüzde 80’ninde kullanılıyor.

Petrol boru hatlarının vurulması, rafinerilere mazot taşıyan tankerlerin yakılması bir yandan elektrik üretimini vurdu.

Ülkede benzin ve mazot kıtlığı yaşanıyor. Mazota dayalı elektrik üretiminde de büyük düşüş var.

Mazot aynı zamanda ısınmak için de temel maddelerden biriydi; ancak kıtlık yaşanınca özellikle kırsalda insanlar bu kez ormanlara yöneldi ve dolaylı da olsa ormanlar da etkilendi.

Ekmek sıkıntısı

Özellikle geçtiğimiz aylarda çok büyük ekmek sıkıntısı yaşandı. Şimdilerde bu kriz aşılmış görünüyor.

Toplumsal ayrışma

Suriye toplumuna vurulan en büyük darbe. Eskiden mezhepten bahsetmek ayıp sayılırdı. Ancak şimdi mezhep ve etnik köken gibi konular toplum içinde en çok tartışılan konulardan biri haline geldi. Yine de toplum içinde her kesimden aklı başında olanlar bu durumu düzeltmeye çalışıyor.

Fidyecilik, kiralık katiller

10 bin insanın kayıp olduğundan bahsettik. Bunların bir kısmını fidye için kaçırılanlar oluşturuyor. Bazıları ideolojik sebeplerle kaçırılan bu insanlar için aileleri ile pazarlıklar yapılıyor. Sadece para amaçlı insan kaçıran çeteler de türedi. Kaosun getirdiği bir başka “iş kolu” ise para için insan öldürme oldu. Önceleri bir generalin kelle fiyatı 50 bin Suriye lirasıydı. Ancak iş daha sonra kişisel intikam peşinde olanların işlerini yapmaya kadar vardı.

İnsan ve organ ticareti

Lübnan, Ürdün gibi ülkelerdeki hastanelere öldürülen kişilerin organları ulaştırılıyor ve burada pazarlanıyor. Özellikle Ürdün’deki kamplardaki küçük yaştaki kızlar Suudi Arabistan’dan gelen şeyhlere “satılıyor.” Kamplarda kalan kimi kadınlar ailelerinin geçimini sağlamak için fuhuş yapıyor. Lübnan’a kaçan bazı ailelerin çocuklarının da Avrupalı zenginlere ya da insan tacirlerine satıldığı haberleri var.

Suikastlar

Müslüman Kardeşlerin 80’lerde yaptığı gibi birçok bürokrat, avukat, işadamı, sanatçı, asker, mühendis, din adamı suikasta kurban gitti.

Rüşvet ve yolsuzluk

Suriye’nin kronik problemi rüşvet, olaylar sırasında artış gösterdi. Bir yanda karaborsa mal bulmak için devreye giren bürokratlar, bir yanda memurların tayin işini halletmek için rüşvet alan yöneticiler, bir yanda yakalanan kişilerin hemen çıkabilmesi için suçunu hafif gösteren raporlar yazan istihbarat görevlileri.

Yağmacılık

Hem silahlı muhalifler hem de şebbiha denilen devlet yanlısı güçlere bağlı bazı kişiler girdikleri evleri yağmalıyor. Humus’ta “çalıntı mallar pazarı” bile açıldı. Şimdi ülkenin hemen her yerinde gerçek fiyatının kat kat altında satılan mallar var. Kişilerden, devletten ya da Şam’daki oto galerilerden binlerce araç çalındı.

Vietnam sendromu

Yakınları öldürülen, katliam yasayan ya da yoğun çatışmalara giren askerlerde ağır psikolojik rahatsızlıklar oluştu.Vak’a sayısı binlerle ifade ediliyor. Binlerce yaralı, sakat var ve bunların savaş bitse dahi gelecekteki durumlarının büyük sorunlar yaratacağı belirtiliyor. Aynı durum siviller için de geçerli.

Tecavüz, vahşi cinayetler

İki yıldır devam eden kaos ortamında yüzlerce kadın ve genç kıza tecavüz edildi. Bir kısmı seks kölesi olarak kullanıldı. Bir kısmı “cihat yapanlara ödül olarak” verildi. Onlarca insanın kafası diri iken kesildi. Yüzlerce ceset kolları, bacakları kesilerek parçalandı. Bu videolar “cep telefonlarının getirdiği iletişim kolaylığı sayesinde” artık hemen herkesin cebinde dolaşıyor.

Sonuç

Rüşvet Suriye toplumunun yakından bildiği bir olgu. Ancak diğer maddelerde anlatılanların hemen hepsi toplumun bilmediği şeylerdi.

Şimdi bunlar artık günlük yaşamın bir parçası haline geldi ve bir hastalıklar dizisi toplum temellerini sarsıyor.

Suriye’nin iki yıllık bu vahşi süreçte geldiği nokta tek kelime ile anlatılabilir: Kaos!

Önümüzdeki bölümlerde bir yandan bu maddeleri açacağız, diğer yandan niçinleri, nedenleri anlatmaya çalışacağız.